Ali Rıza Güngen: Sermaye içindeki rahatsızlık çatışma seviyesinde değil
İktidarın ekonomi politikalarını ve sermaye ilişkilerini değerlendiren Ali Rıza Güngen, "Devlet kaynaklarından etkin şekilde yararlanabilen sermaye kesimleri fırsatı değerlendirmek istiyor" dedi.
DUVAR - Son olarak 'Çin modeli' tartışmaları ile gündeme gelen ekonomi politikalarını değerlendiren Siyaset Bilimci Dr. Ali Rıza Güngen döviz cinsi borçları yüksek olan çeşitli büyük sermaye gruplarının mevcut duruma karşı çıktığı ancak sermaye içindeki gerilimin 'çatışma' boyutunda olduğunu düşünmediğini söyledi.
Evrensel'de Serpil İlgün'ün sorularını yanıtlayan Güngen'in konuyla ilgili verdiği yanıtların bir kısmı şöyle:
Peki yeni modelin ana ayağı nedir?
Burada artık özel tüketim değil de ihracatın büyümeye katkısının arttırılması ön plana çıkartılmış durumda. Rekabetçi kur olarak adlandırılan politikaların beraberinde getirebileceği sosyal yansımalar ücretlerin baskılanması, reel olarak gerilemesi. Çünkü içerideki talebi de baskılamak zorundasınız eğer ihracatı öne çıkartacaksanız. Ücretlerin baskılanması uluslararası sermaye için tekrar teveccüh gösterecekleri bir ortamın yaratılması anlamına geliyor. Aynı zamanda Türkiye’deki emek yoğun üretim gerçekleştiren sermaye gruplarının daha fazla ihracat yapmasının önünü açmak anlamına geliyor. Bu böyle muazzam planlanmış, strateji bütçe başkanlığı tarafından bütün ayrıntıları dökülmüş ya da Hazine ve Maliye Bakanlığı koridorlarında uzun tartışmalar sonucu ortaya çıkarılmış bir plan falan değil. Biraz Türkiye’nin sürüklendiği kriz ortamındaki arayışın sonucu.
Bu plana büyük sermayenin tepkisi ne?
Bu tarz bir programa karşı çıkan çeşitli büyük sermaye grupları var. Bu grupların karşı çıkmasının arkasında döviz cinsi borçlarının çok önemli bir yer kaplaması yatıyor. Aynı zamanda kapasite açısından çok daha ön plandalar. Yani uluslararası finansal piyasalardan borçlanabilen gruplardan söz ediyoruz, örneğin Doğu Avrupa’ya, örneğin Asya’nın çeşitli bölgelerine ya da Ortadoğu’ya yüksek ihracat rakamları yakalayabilmiş orta düzeyde teknoloji yoğun ürünler satabilen çeşitli gruplardan söz ediyoruz. Bunların çoğunun kendini bulduğu çatı, TÜSİAD çatısı. Döviz yükümlülükleri nedeniyle bir karşı çıkış sergiliyorlar. Onlar 2000’lerdeki politikaları arıyorlar ama son 5-6 yılda pek etkide bulunamadıklarını gördük.
Burada hakikaten bir model değişikliği girişimi var. Bunun başarıya ulaşma ihtimali çok zayıf olabilir. Bunun yüksek büyüme oranları yaratma ihtimali, ihracat kapasitesini çok hızlı şekilde arttırma ihtimali çok yüksek değil, büyük olasılıkla başarısızlığa uğrayacak bir değişimden söz ediyoruz ama insanların aklıyla dalga geçmeyelim, nasıl TÜSİAD temsilcilerinin önerdiği bir politika varsa, daha orta ölçekli üretim yapan sermaye kesimlerinin ve devlet kaynaklarından çok daha etkin şekilde yararlanabilen çeşitli sermaye kesimlerinin de bir rasyonalitesi var ve onlar bu tarihsel fırsatı değerlendirmek istiyorlar.
Bu model değişikliğinden sermaye fraksiyonları arasında bir çatışma belirmeyecek mi?
Elbette. Bunun gerilimlerini gördük zaten. Ama dinamik bir süreçten bahsediyoruz. Yani Türkiye’de emeğin baskılanması şu anki politikaya uzak duran sermaye kesimlerini buna adapte etme sürecini beraberinde getirebilir. Daha sermaye yoğun üretim yapan kesimlerin harcamalarını, kararlarını bu yeni modele göre uyarladıkları bir dönem de yaşayabiliriz. Şunu unutmamak lazım; Türkiye’deki büyük sermayeyi takip etmek için yapacağımız bazı şeyler var. Örneğin İstanbul Sanayi Odasının ilk 500 şirkete dair açıkladıkları verilere bakalım. Bu şirketler bütün bu kriz ve pandemi ortamında, bütün bu model değişikliği çabaları sırasında çok yüksek kârlar elde ettiler. Elde etmeye de devam ediyorlar.
Peki neden rahatsızlar?
Uluslararası piyasalardaki rakiplerine göre daha az biriktirdiklerini düşünüyorlar. Ama bu rekor düzeyde kârlar elde ettikleri gerçeğini değiştirmiyor. Yani buradaki rahatsızlık cepheden karşı koyma, cepheden açık çatışmaya dönüşecek bir rahatsızlıktan ziyade taleplerini dile getirme şeklinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla büyük sermaye gruplarının ve daha sermaye yoğun üretim gerçekleştiren yapıların kendilerini bu modele adapte ettiklerini görebiliriz önümüzdeki yıllarda. Eğer tabii bu bir model halini alırsa.
İhracata dayalı büyüme, Erdoğan’ın yeni model anlatısında da öne çıkıyor. İhracatçılar homojen bir grup değil, hangi sektörler bu modelde daha fazla kayırılacak?
Pozisyon nedeniyle dezavantajlı olan bazı kesimler var. Örneğin makine üretimi gerçekleştirenler, kimya sektöründe kimyasallar üretenler, bunlar bağlantıları nedeniyle şu anki kur politikasından biraz zarar görüyorlar. Doğrudan doğruya bu tarz radikal bir değer kaybı sırasında daha avantajlı konuma geçmiş olan gıda sektörü ya da mobilyacılık gibi sektörler var. Bunlar ihracat rekorları kırıyorlar şu an. Dinamik bir süreçten bahsediyoruz, 2021’de çeşitli makine ve teçhizat üreten firmaların çok zor duruma gelmiş olması bunların 2022’de, 2023’te iflas edecekleri anlamına gelmiyor. Ama eğer bir atılım sergileme, yeni pazarlara erişme diyorsak eğer, biraz daha emek yoğun üretim sergileyen gıda, tekstil, mobilyacılık gibi sektörlerin biraz daha ön plana çıktığını görebiliriz. En azından bu son dönemde bu gerçekleşiyor. Bunun devamı gelecek mi bilmiyoruz ama 2021’deki trend bu doğrultuda.