Aslında ‘tür filmi’ olmalarına rağmen, türün kalıplarını ve çapını aşan içerikleri ve etkileriyle kendi başlarına anlam ifade etmeye başlayan filmler vardır. Bu filmler, bir yandan türün kendisinden önce ve sonrasına dair bağlantısında nirengi noktası olarak kullanılırken diğer yandan kendi mitolojilerini kurmayı başardıkları için bağımsız bir hikayenin de odak noktası haline gelirler.
“Terminatör” bunlardan birisidir örneğin. Özellikle ilk iki filmde kurulan evrenin öncesi ve sonrasında neler olup bittiğine/biteceğine dair hem yaratıcılarının hem de sinemaseverlerin beklentileri vardı. Ne yazık ki, sonrasında gelen üç film bu beklentiyi karşılamaktan uzak kaldı ve hayranlarını hayal kırıklığına uğrattı. Benzer bir durum “Yıldız Savaşları” için de geçerli. İlk üç filmden sonra uzun bir sürenin ardından gelen yeni üçleme beklentiyi karşılamaktan uzak kalmıştı. Şimdi ilkini izlediğimiz yeni üçleme için de beklentiler yüksek değil. İlginçtir, ‘hikayeden bağımsız’ olarak çekilen ama “Yıldız Savaşları” evrenine oturtulan “Rogue One” ise büyük övgüler aldı.
FENOMENE DÖNÜŞEN ‘YARATIK’
Kendi başlarına bir evren kurmayı başaran filmleri geriye ya da ileriye doğru taşımak isteyen yaratıcıların en büyük sorunu, malzemenin yaratıcılarının amacını ve belki de çapını aşan bir büyüklüğe kavuşmuş olmasında yatıyor. Genişleyen bir evrenin herkesin kafasındaki yansıması başka olunca herkes için tutarlı bir hikaye bulup çıkarmak da zorlaşıyor. Bu durum bugün evrenin altıncı halkası olarak sinemalarda gösterime giren “Alien Covenant” için de böyle.
1979 tarihli ilk film “Alien”, korku türünün olmazsa olmazlarının, bilimkurgu ile harmanlayarak bir tür tekno/gerilim olarak çıkmıştı seyircinin karşısına. Ancak hem filmin o dönem gördüğü ilgi hem de filmden bağımsız olarak yaratılan evrenin her geçen yıl genişleyerek büyümesi onu bir fenomene dönüştürdü. Film, yalnızca sinemaseverlerin değil psikoloji, feminist teori ve sosyolojinin de ilgi alanına girmekte gecikmedi. Yaratıcılarının niyetinden bağımsız büyüyen, genişleyen ve sürekli dönüşen bir mitoloji kurdu kendisine. İlk filmin yönetmeni Ridley Scott’tan bayrağı devralan James Cameron ve David Fincher 1986 ve 1992 yıllarında bu evreni genişleten ancak aşamayan devam filmlerine imza attılar. 1997 tarihli Jean-Pierre Jeunet imzalı “Yaratık: Diriliş”in bazı sorulara cevap vermesi beklenirken, yeni sorular ortaya atarak çekildiğine şahit olduk.
SCOTT YENİDEN DEVREYE GİRİYOR
Ridley Scott’un “Prometheus” (2012) ile hikayeye yeniden geri döneceği açıklandığında da aynı heyecan yaşanmıştı. Bu kez, ilk filmin evveline giderek mitolojinin ayaklarını yerli yerine oturtma işine girişmişti. Ancak, 1979 tarihli ilk film biraz dönemin ruhu ve belki de çokça Scott’un ve filmin senaryosunu kaleme alan Dan O'Bannon’un liberal bakışlarının izlerini ne kadar taşıyorsa, bu filmde yaşlanmış Scott’ın ‘muhafazakâr’ dünyasına uygundu. Nihayetinde, mevzu gelip ‘yaratılış’ hikayesine dayanıyordu ve ‘tanrı’ dışındaki yaratma süreçlerinin yol açabileceği felaketlere dikkat çekiyordu.
Bugün gösterime giren “Yaratık: Covenant” da daha açılış sahnesinde bu bakışın kaldığı yerden devam edeceğini müjdeliyor seyirciye. Prometheus’ta izlediğimiz insan görünümlü sentetik David’in yaratıcısı/babası Weyland ile konuşmasına tanıklık ediyoruz daha ilk sahnede. Bu aslında “Prometheus”un da öncesine dair bir prolog. Michelangelo’nun kusursuzluğu temsil eden Davut Heykeli’nin bir replikasının da kadraja girdiği bu sahnede David, yaratıcısı ile varlık üzerine sohbet ederken, karşısındakinin ‘yaratıcı ama ölümlü’ olduğunu ama kendisinin ‘ölümsüz’ olduğunu fark ediyor. Bu filmin finalde bağlanacağı kendisini yaratıcı yerine koyan makine (ya da bilim) için önemli bir veri.
İLK FİLMİN İZİNDE…
“Yaratık: Covenant”, 1979 tarihli ilk filmin izinden gidiyor bir bakıma. Yeni bir tür sibernetik olan Walter’ın denetimindeki Covenant isimli gemi uzayda arızalanınca personel uyandırılıyor. Arıza giderilirken fark edilen bir sinyali takip eden ekip, tıpkı ilk filmde olduğu gibi kadın mürettebattan Daniels’in önerilerini dikkate almayıp söz konusu gezegene gitmeye karar veriyor. Doğanın dünyaya benzediği ancak hiçbir canlının görülmediği bu gezegende onları karşılayan Prometheus’un finalinde kurtulmayı başaran David oluyor. Filmin bundan sonrasının ilk filmin duygusuna büyük oranda sadık olarak ilerlediğini belirtip, henüz izlemeyenlerin tadını daha fazla kaçırmayalım.
TANRININ ŞARTLI VAATLERİ
“Covenant”, “söz, sözleşme, mukavele” anlamına geliyor. Ama anlamlarından birisi de “tanrının kullarına şartlı vaatleri”. Ridley Scott’un daha çok ikinci anlamı tercih ettiğini ileri sürmek iddialı olmaz. “Prometheus” ile başlayan sürecin sonunda, yaratma güdüsünün tanrı dışındaki ellerde kullanıldığında nasıl sonuçlar doğurabileceğinin ipuçlarını görüyoruz film biterken. İşi yaratmak olmayanların eylemleri, yaratılanların da kendilerini yaratıcı yerine koymaları sonucu çığırından çıkıyor. Böylece insanoğluna bahşedilen yaratma becerisinin tanrının şartları dikkate alınmadan kullanılması durumunda ortaya çıkabilecek karmaşa ve tehlikenin boyutları anlatılıyor seyirciye. Sanayi devriminden bu yana önce edebiyatta, sonra da sinemada bir korku nesnesi olarak da kullanılagelen yaratımın çerçevesinin ‘tanrı şartları’yla sınırlanması gerektiğini salık veren vaaz bir kez daha çıkıyor karşımıza böylece.
Şimdi 1979 tarihli filme bağlayacak bir film daha gelecek ve “Alien”in geçmişine dair hikaye tamamlanacak. Bizim için de ‘liberal özgürlükçü’ bir noktadan, giderek muhafazakârlaşan bir noktaya savrulan Ridley Scott’un en son nerede duracağını görme fırsatı olacak aynı zamanda.
ORİJİNAL ADI: Alien: Covenant
YÖNETMEN: Ridley Scott
OYUNCULAR: Michael Fassbender, Katherine Waterston, Billy Crudup, Danny McBride,
Demian Bichir, Carmen Ejogo
YAPIM: 2017 ABD
SÜRE: 124 dk.