Benim tanıdığım İrfan yaşamında hüzünperver biri değildi. Tarzdan çok töze önem veren, halk ozanı düsturunda yazan ve söyleyen, estetik kaygıları arka planda tutan, yüreğini bileğine takmış bir hikaye anlatıcısıydı. Çok samimi ve tavizsizce dürüsttü. İrfan, hakikatti çünkü. Sol gösterip sağ vurmazdı. Çünkü, vurmazdı İrfan. Sessiz bilgiydi. Sakin bilgeydi. Olduğu gibi bir adamdı. Yalın, müdanasız ve iddiasız, tam da bu nedenle çok kuvvetliydi.
Derdini sayıkla dur Ayıkla dur bu ne biçim iş Kendini avutma dur Savurma dur bul şu yerini Lan ben sana neyledim dünya Dur dedim dur dedim Bu bağrıma vurma — Derdini Bul - Peyk (2024)
Derdi olmayan derdin kendisidir diye düşünürüm sıkça. Derdi olmayanların yarattığı dünya kadar derdi de kendi derdi başından aşmışlar çeke dursun, dönüp duruyor dünya böyle. Sonra da duruveriyor ansızın, bazen. Ziyadesiyle özgün müzisyen ve şarkı yazarı İrfan Alış’ın ölüm haberini aldığımda böyle durdu dünya benim için. Gecenin körüydü. Her gece olduğu gibi zifirin ortasında uyanmış, bulanık bir zihinle elime telefonu aldığımda haberi görmüştüm. Derhal Serdal’a (Ersoy; Peyk’i İrfan’la birlikte kuran gitarist ve grup arkadaşı) mesaj attım ve maalesef doğruladı. Serdal’la en son İstanbul havalimanında karşılaşmış, en yakın zamanda bir araya gelmek üzere sözleşmiştik. Benzer şekilde, İrfan’la da henüz bir ay kadar önce yazışmıştım. Bana Hamiyet Müzikali’nin henüz yayınlanmamış albümünü göndermişti. "Bu bir konsept albüm… İlk konsept albümümüz" yazdı. Öylesine çocuksu, öyle masum. Kasım sonunda İstanbul’a döndüğümde görüşeceğimizden emindik. Bence çok da hevesliydik.
Sadece benim değil, çok ama çok fazla insanın hevesini kursağında bıraktı İrfan’ın gidişi. Onu ve diğer Peyk üyelerini ilk tanıdığımda 2010 veya 2011 senesiydi. Ben o zamanlar mor ve ötesi üyeleriyle birlikte kurduğumuz Rakun Müzik’in Genel Müdürü idim. Peyk de o dönemki menajerleri vesilesiyle bana ulaşıp bir görüşme yapmak istemişti. Toplantıya hep birlikte geldiklerini hatırlıyorum. Bunu hep önemsemişimdir. Grupları grup yapan en önemli anlayışlardan biridir. Çoğu zaman ön plandaki bir ya da iki kişinin grupları temsilen katıldığı müzik sektörü toplantılarında ekilen tohumlar başta meyve verse de er ya da geç kurur genelde.
Yirmi seneye yakındır aynı beş kişiden mürekkep Peyk, bir aradayken hissettirdiği sinerjiyle beşinin toplamından çok daha büyük bir şeydi. Derli toplu bir müzik grubuydu karşımda duran. Yanlarında son derece iyi kaydedilmiş, her şeyi bitmiş ve yayımlanmaya hazır yeni albümlerini getirmişlerdi. Kısa sürede ve hala en sevdiğim Türkçe albümlerden biri haline gelecek 'İçimdeki İz' adlı bu harika eseri o akşam art arda birkaç defa dinlemiştim. Grubun düşündüğünden farklı bir şarkı sıralamasını ısrarla önerdiğimde, o güne kadar her türlü ticari ve yaratıcı kararı kendisi vermiş bu adamlar önce şaşırmış, sonra direnmiş, sonra o şekilde dinlemişlerdi. Sanırım beğendiler, onları ve albümü anladığıma da güvendiler ki kabul ettiler. O gün bugündür bana bu şansı verdikleri için kıvanç duymuşumdur.
Birçoğunuz bu yazıyı okurken Tarihi Kulaksız Mezarlığı’nda toprağa verilecek İrfan. Yüksek katılımlı ve çok hüzünlü bir cenaze ve defin töreni olacağına eminim. Ama benim tanıdığım İrfan yaşamında hüzünperver biri değildi. Yine de kalbinde çok derin hüzün taşıdığını hissederdim. Kendinden çok dünyanın ve başkasının derdini dert edinecek kadar irfanı olduğunu gayet iyi bilsem de o bunları yazdığı ve söylediği şarkılara gömmeyi seçerdi. Tarzdan çok töze önem veren, halk ozanı düsturunda yazan ve söyleyen, estetik kaygıları arka planda tutan, yüreğini bileğine takmış bir hikaye anlatıcısıydı. Çok samimi ve tavizsizce dürüsttü. İrfan, hakikatti çünkü. Sol gösterip sağ vurmazdı. Çünkü, vurmazdı İrfan. Sessiz bilgiydi. Sakin bilgeydi. Olduğu gibi bir adamdı. Yalın, müdanasız ve iddiasız, tam da bu nedenle çok kuvvetliydi.
Tüm bu özellikleriyle kendini çok iyi anlatmış olsa gerek ki, şöhretinin bir dudağı yerde, bir dudağı gökte isimlerin ardından yazılıp söylenenlerin çok daha fazlasına şahit oldum son iki günde. Özellikle Twitter’da boşalan sevgi seli boşuna değil. Gerek sevginin gerekse selin niceliği olağanüstü. Hakikatle değmiş insanlara İrfan. Sadece suya sabuna değil, kemiğe dokunmuş. Oysa Peyk’in ne konserleri dolup taşar ne de şarkıları dilden dile söylenir. Rezilliklerini yaşaya yaza bir hâl olduğum müzik sektörünün ne olduğunu ve kendilerine göre olmadığını hızlıca sezen İrfan ve Peyk, gerçek ve her anlamda bağımsız müzisyenliği benimseyip, Twitter’da birisinin yazdığı gibi "piyasaya mal olmayı seçmektense insanlara mâl olmuştu".
İçime en çok işlemiş ve dijital mecralarda en fazla dinlenen Peyk şarkısı 'Don Kafa' (İçimdeki İz, 2011), güftesinin akışı nedeniyle pek çok kişi tarafından "Don Kafa Don" olarak bilinse de, duyduğum en iyi giriş satırlarında İrfan’ın varoluşsal duruşunu, eş-dost girişimiyle "kendin yap" düsturunun en güzel örneklerinden biri olan benzersiz video klibiyse (eğer bu yazıda sadece bir bağlantıya gideceksiniz bu olsun) Peyk’in ne olduğunu çok iyi yansıtır:
Don kafa, don / Öyle feci don ki / Atıp yaka paça / Bu hayatı taça Eni sonu andı / Zamandı / Yine de hadi yap
"Çünkü kaptanlar korkar isyandan, fırtınalardan bile fazla" diyordu İrfan, büyüleyici bir canlı kaydını buradan seyredebileceğiniz 'Köleler ve Kilitler' şarkısında. Gerçek bir faciaya tesadüfen şahit olması üzerine yazdığını anlatıyordu bir röportajında. Anlatanın görevi zordur, anlamanın zorluğundan ötürü. Hikayeyi anlatanı dinlemek de zor, hele bu çağda. Sadece dikkatimizin değil, umudumuzun, inancımızın, vicdanımızın kapkaca uğradığı bugünün dünyasında bazen yapayalnız bireyin bir öyküsü çığ gibi büyür müzikle eşleşince. Öyle bir şarkı bu; bence Peyk’in 'Derdini Bul' ve 'İçimdeki İz’in kapanışı olan 'Acının Şarkısı' ile birlikte en ihtişamlı baladı. Merhametten girip Galubela’dan çıkıyor, hayatlarımızı işbu gezegende cehenneme çevirenler gibi bir "alçak kaptanın sırra kadem" basışından dem vurup "keşke anlattıklarım yalan olsa, insanın insana ettiğine bak" diye bitiyor.
İsmiyle müsemma eserler gibi insanlar da ismiyle müsemma olabilir. Hiçbir insanın isminin tesadüfi olmadığını düşünürüm. Ne de olsa çoğu durumda onu doğuran annesi ve/veya soyismini alacağı babası koyar çocuğun ismini. Bazen de aile büyüğü geleneğinden ötürü çocuk doğmadan çoktan bellidir isminin ne olacağı. Ebeveyn çocuğunu ya ismini koyduğu vasıflara sahip biri olarak yetiştirmeyi başarır ya da kendini kandırdığı gibi herkesi kandıracağı şekilde, yapabileceğinin tam tersine isimler koyar. Birini tanıdıktan sonra iyice irdelerseniz ismiyle cisminin ne kadar örtüştüğünü veya zıt düştüğünü fark edersiniz. Zıtlıklara bir misal, Yücel veya Yüksel isimli birinin yukarıdaki kaptan gibi tanıdığınız en alçak ve aşağılık insan olmasıdır. Buna sonsuz örnek bulabilirsiniz kendi çevrenizden. Eğlenceli bir uğraştır, tavsiye ederim. Kıymetli arkadaşımız İrfan ise benim hayatımda tanıdığım en ismiyle müsemma sanatçılardan biridir.
Bilgi, bilgelik, bilme, anlama, sezgi gibi olguları ifade eden bu kelime tam da benim tanıdığım adamı anlatır. Tanımadığım kadarını da şarkılarından anlarım. Nitekim, ne kadar anlatmaya çalışsa da birileri bir şeyleri, anlaşılacak olan dinleyenin anlayabileceği kadardır.
İrfan sözünü sakınmayan, onu söylerken sofistike olmaya çalışıp sarihlikten uzaklaşmaktansa çay veya rakı masasındaki gibi filtresiz iletişim kurardı. Bu minvalde çok fazla paylaşımını kendisinin Twitter profilinde üşenmeden iyice aşağılarda bulabilirsiniz. Çocukluğunu, mahalleyi, kokuları, denizi, koşmayı, garibanı, yalnızlığı, perişanlığı, düşmeyi, kalkmayı anlatır İrfan, bir çırpıda hiç düzeltmeden akarak yazdığı çok belli olan kısa öykülerinde. Hepsi gerçektir. Gerçek olmasa da gerçektir. Çünkü onun hikayeleri senin, benim, bizim hikayelerimizdir. Bilirsin. Tanırsın. İlk görüşmemizde ne akla hizmetse gidip oturmayı seçtiğimiz floresan ışıklı o izbe çay evinde olduğu gibi, dobradır, harbidir sözü. Şanlı ve bence devrimci prodüktör Rick Rubin’in son kitabında söylediği ve bir bölüme adını verdiği gibi, herkes bir yaratıcıdır. Ama kendi hayatını ve yaşayış şeklini yaratıcı bir sanata çevirmek herkesin harcı değildir. İrfan bunu başarabilen yeteneğe sahipti. İlk paragrafta bahsettiğim görüşme hevesi, işte tam da bundan kaynaklanıyordu. Hayatlarımız ve çevremiz sıradan ve sıkıcı insanların sasılığıyla sarılıyken, İrfan gibilerin katkıları daha da kıymetleniyordu.
"İrfan’ımızı bu sabah kaybettik" diyordu Peyk’in son tweeti, vefat ettiği sabah. Peyk, İrfan’ını kaybetmişti belki, lakin biz toplumca kaybettiğimiz irfanımızı geri kazanmak zorundayız. Gözlerinizi kapayın, yüreğinizi açın, zalimin karanlığına asla ama direnişin en güçlü sütunları ilim ve irfana daima teslim olun. Bugüne kadar tanıdığım en iyi müzisyenlerden oldukları gibi, en saygıdeğer insanlardan bildiğim diğer Peykler; sevgili Serdal (Ersoy), sevgili Özgür (Ulusoy), sevgili Barış (Tokgöz), sevgili Ertan (Çalışkan) ve henüz tanışma fırsatı bulamadığım ama bugün İrfan’la evlilik yıldönümü olan Rena; sizlere sonsuz sabır ve metanet dilerim.