Allah’a inanmak yetiyor mu? – 1
Esas soru şu: Hükümetin toplumu dindarlaştırmak için verdiği mücadelenin sonuçları ne oldu? Hükümet yeni nesillerin dindarlığından mutlu mu? Gençlik, ebeveynlerinden daha dindar ya da muhafazakar mı?
Volkan Ertit*
“Modern dönemlerdeki bütün kendiliğinden sekülerleşme süreçlerine veya zoraki sekülerleştirme çabalarına rağmen Türkiye’de din bütün görünümleriyle, inanç ve pratikleriyle toplumsal hayatı etkilemeye devam ediyor” diye yazmış Yasin Aktay (2023, 1 Nisan).
“Dinin bütün görünümleri” ifadesi ne anlama geliyor bilmiyorum.
Ama yine de sekülerleşme tartışmaları açısından Aktay’ın bu ifadesinin hem teorik açıdan tartışmaya açık olduğunun hem de ampirik verilerle desteklenmediğinin belirtilmesi gerekiyor.
Sekülerleşen toplumlarda din halen hayatı etkilemeye devam edebilir.
Sekülerleşme, dinin yok olması demek değildir. Herhangi bir -klasik ya da çağdaş- sekülerleşme teorisyeni de böyle bir iddiayı savunmamaktadır. Hatta bir adım daha ileri gidelim. Sekülerleşen bir toplumda bir kişi dahi inancını kaybetmeyebilir. Yani, anketlerde Allah’a inanan ve oruç tutan kişi oranı yüzde 100 çıksa dahi sert bir sekülerleşme süreci deneyimleniyor olabilir. Bu yöntem, yani inanç ve ibadeti merkeze alma, Hıristiyanlık merkezli tartışmalara özgü aslında.
Batı’daki tartışmalar genellikle şu konuları kapsamaktadır:
- Tanrının varlığına, İsa peygambere ve İncil’e duyulan inanç,
- Kiliseye gitme oranları,
- Cennet, cehennem ve ölümden sonraki hayata inanma (Berger vd., 2008; Stark & Iannaccone, 1996: 267; Voas & Crockett, 2005: 15–6; Davie, 2002: 6-7; Zuckerman, 2009: 56).
Ancak kendi doktora sürecimde, danışman hocama böyle bir yöntemi kullanamayacağımı ifade ettim. Ona yaptığım açıklama kabaca şuydu: Hıristiyan çoğunluğun yaşadığı ülkelerde sekülerleşme tartışmaları için inançlı olup olmamaya ve ibadet etme sıklığına bu kadar önem verilmesinin iki temel sıkıntısı bulunmakta. Birincisi, araştırmacılar Hıristiyanlığı gündelik yaşama dokunmayan, sadece inanç ve ibadetten oluşan bir öğretiye indirgemiş oluyorlar. İkincisi, günün İslamı, günün Hıristiyanlığına kıyasla hayata daha fazla nüfuz etmek istiyor.
Bu sebeple, namazlarını aksatmayan ve Ramazan ayı boyunca oruç tutan bir Müslümanın, ibadete ayırdığı zamanlar dışında şu konularla ilgili tutumunun ne olduğu özellikle Türkiye’deki sekülerleşme tartışmaları için önem arz ediyor:
- Faiz ve kredi,
- Arkadaş/eş/iş/şehir seçimlerinde dini ne kadar önemsediği,
- Kıyafet kodu,
- Alkol alma, alkollü mekanda bulunma, alkol satılan yerden alışveriş yapıp yapmama,
- Nikahsız birliktelikler,
- Boşanma,
- Dini sembollere ve din insanlarına karşı tutumu,
- Kullandığı söylemin referans kaynakları,
- Takip ettiği medya kanalları / fenomenler,
- Yeme içme konuları,
- Evlilik öncesi flört ve cinsellik,
- Eşcinselliğe ya da eşcinsellere karşı tutum,
- Diğer mezheplere ve mezhep üyelerine karşı bakışı,
- Farklı dinlere ve o dinlerin mensuplarına bakış açısı,
- Tatil algısı,
- Bebek isimleri,
- ve benzeri…
Ancak, bu başlıkların araştırılması kendi başına anlamlı değil. Bir de kıyas yapılması gerekiyor. Ya kişileri kendi tarihi ile ya ebeveynleri ile ya da geniş kapsamlı çalışmalarda farklı yaş grupları ile kıyaslamak sekülerleşme tartışmalarının daha sağlıklı yapılmasına olanak sağlayacaktır.
Bu noktada iki soru öne çıkıyor.
Birinci soru: Bu kriterler neden sekülerleşme tartışmalarının başat kriteri?
Çünkü, İslam’ın Türkiye’de kendisini yeniden ürettiği ve bireylerin “din”i merkeze alarak en çok tartıştığı konular bunlar. Ama bunlar genel geçer konular. Örneğin, 10 sene sonra, eşcinselliğe bakış açısı değişirse ve eşcinsellere duyulan tepkiler ortadan kalkarsa, o zaman bu konunun ayırt edici özelliği kalmayacağı için bu kriterin kullanılmaması gerekecek. Zaman içinde bu kriterler artabilir, azalabilir. Örneğin 1980’lerdeki erkeklerin kot pantolon meselesi (dindarlar kot pantolona karşı çıktılar bir müddet) ayırt ediciliği kalmadığı için artık kriter olmaktan çıkmış durumda
İkinci soru: İnanç ve ibadetin hiç mi önemi yok?
Muhakkak inanç ve ibadet çok önemli kriterler. Ama sekülerleşme tartışmaları Batı kaynaklarında olduğu gibi inanç ve ibadete indirgenirse şu tarz bir örnekle karşılaşınca teorik olarak nasıl yanıt verileceği kolay olmayabilir:
Farazi örnek: Müslüman çoğunluğa sahip A toplumunun inançlı oranı 20 sene önce yüzde 90 iken günümüzde bu oran yüzde 100’e çıkmış olsun. Yani inançlı kişi sayısı sert bir şekilde yükselmiş olsun. Ancak aynı toplumda, şu tarzda bir dönüşümün de takip edilebildiğini varsayalım. Yeni kuşaklar, kendi anne-babalarına kıyasla daha önce dinin hayata dokunduğu birçok konuda farklı bir günlük yaşamı deneyimliyor olsunlar. Yani,
- Alkol alma oranlarının -vergiler sabit kalmak şartı ile- arttığını,
- Faizin yaygınlaştığını,
- Nikahsız birlikteliklerin ufak şehirlerde dahi arttığını,
- Bekarete verilen önemin azaldığını,
- Başı kapalı kadınların sayısının azaldığını,
- Bebek isimlerinin dizi oyuncularının isimleri ile paralel gittiğini,
- Kadın-erkek aynı havuza ve denize girilebilen tatil algısının yaygınlaştığını,
- Eşcinsellerin Hollanda’daki eşcinsellerle aynı itibar seviyesine ulaştıklarını,
- Camideki imamların sadece namaz kıldırma memuruna dönüştüğünü ve gençler için danışılacak kişiler olmaktan çıktıklarını,
- Ve benzeri…
Bu örnekler arttırılabilir. Peki, insanlar Allah’a inanıyor oldukları halde bu tarz şeyleri deneyimleyebilirler mi?
Pek tabii ki.
Böyle bir örnek toplum, Rodney Stark ya da Peter Berger’in önüne gelseydi, yani din geçmişe kıyasla toplumsal hayattan çekilmiş olsaydı ama aynı zamanda inançlı kişi sayısı artsaydı, sekülerleşme teorisi çöktü diyeceklerdi. İşte, bu sorunlu bakış açısının en azından Türkiye sosyal bilimler literatüründe yaygınlaşmaması gerektiğini düşünüyorum.
Son 20 yıldır kendisini muhafazakar olarak tanımlayan bir parti tek başına iktidar. Erdoğan’ın dindar nesil yetiştirmek istediği sır değil. Bunun için hem eğitim (Lüküslü, 2016) hem de aile (Kaya, 2015) konularında aktif bir politika izlendiği de malum. Esas soru şu: Hükümetin toplumu dindarlaştırmak için verdiği mücadelenin sonuçları ne oldu? Hükümet yeni nesillerin dindarlığından mutlu mu? Ebeveynlerinden daha dindar ya da muhafazakar bir gençlik ortaya çıktı mı? 30 senedir hapiste olan ve iletişim araçları ile hiçbir şekilde bağı olmamış biri, bugün hapisten çıksa, Türkiye’nin yeni gençliğini 30 sene öncesine kıyasla daha dindar bulabilir mi?
Aktay’ın ifade ettiklerinin ampirik olarak yanlışlandığı nokta da burası. Ama o da diğer yazıya.
*Doç. Dr. Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi
Not: Yazıyı yazarken “Sekülerleşme Teorisi” kitabımın teorik bölümünden yararlandım. Daha detaylı tartışmalar için kitabı ücretsiz olarak bu linkten indirebilirsiniz.
REFERANSLAR:
Aktay, Yasin. (2023, 1 Nisan). Ramazan Sosyolojisi
Berger, P., Davie, G. & Fokas, E. (2008). Religious America, Secular Europe? A Theme and Variations. Burlington, VT: Ashgate Publishing Company.
Davie, G. (2002). Europe: The Exceptional Case. London: Darton, Longman and Todd.
Kaya, A. (2015). “Islamisation of Turkey under the AKP Rule: Empowering Family, Faith and Charity.” South European Society and Politics 20 (1): 47–69.
Lüküslü, D. (2016). Creating a Pious Generation: Youth and Education Policies of the AKP in Turkey. Southeast European and Black Sea Studies 16 (4): 637–649
Stark, R. & Iannaccone, L. R. (1994). A Supply-Side Reinterpretation of the ‘Secularization’ of Europe. Journal for the Scientific Study of Religion, 33 (3), 230-252.
Voas, D. & Crockett, A. (2005). Religion in Britain: Neither Believing nor Belonging. Sociology, 39 (1), 11-28.
Zuckermann, P. (2009). Why are Danes and Swedes so Irreligious? Nordic Journal of Religion and Society, 22 (1), 55-69.