Almanya basınında geçen hafta: Kamu yayıncısında ‘küçük Türk’ gafı

Almanya’da faşist AfD’nin onursal başkanı Gauland’a ülkedeki göçmenlerin meziyet ve katkılarını anlatmaya çalışan ARD moderatörü, kullandığı ‘küçük Türk’üm’ ifadesiyle gündeme geldi.

Abone ol

DUVAR - Almanya’da ‘trafik ışığı’ federal koalisyon hükümetini oluşturan partilerden Yeşiller, geçtiğimiz hafta bir dizi üst düzey istifa ile sarsıldı. Önce parti eş başkanları Ricarda Lang ve Omid Nouripour’la birlikte tüm parti yönetimi görevlerinden istifa etti, sonrasında gençlik örgütü yönetimi hem görevlerini hem de partiyi bırakma kararı aldı. Partinin Brandenburg’da yapılan seçimlerde eyalet meclisinin dışında kalması bu istifalara giden yolda önemli bir etken olurken, koalisyonun diğer iki üyesi Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Hür Demokrat Parti’nin (FDP) de bundan feyz alması gerektiğine işaret eden yorumlar basına yansıdı. 

İsrail’in geçtiğimiz hafta Lübnan’a başlattığı ‘Hizbullah’a yönelik’ hava saldırılarında 1000’i aşkın kişi hayatını kaybetti. İsrail, 27 Eylül Cuma günü başkent Beyrut’a düzenlediği hava saldırılarında Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ı da öldürdü. Orta Doğu’da özellikle İsrail-Hizbullah hattında tırmanan gerilimin ele alındığı Almanya basınında, daha fazla savaşın barış getirmeyeceği yorumu yapıldı, İsrail’in bir yıla yakın zamandır saldırılarını sürdürdüğü Gazze’deki hatalarını şimdi de Lübnan’da yaptığına dikkat çekildi.

Brandenburg’daki seçim akşamı kamu yayıncısı ARD’ye bağlı Das Erste kanalında yayınlanan bir programda sunucunun yaptığı ‘küçük Türk’ gafının basına yansımalarından, kara sınırlarında uygulanmaya başlanan kontroller konusunda devam eden tartışmalara geçtiğimiz hafta Almanya basınına yansıyanlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…

‘YEŞİLLER BİR ZAMANIN RUHU PARTİSİ VE BU RUH DEĞİŞTİ’

Yeşiller, her ne kadar istifa kararlarıyla gündeme gelmiş olsa da partiye ilişkin tartışmalar öncesinde de devam ediyordu. Lang ve Nouripour’un istifa açıklamasından bir gün önce Welt TV canlı yayınına bağlanan partinin eski siyasetçilerinden Antje Hermenau, Yeşiller’in son anketlerde neden tek haneli oranlara gerilemiş olabileceğine ilişkin soruya, “Yeşiller bir ‘zamanın ruhu’ partisi ve zamanın ruhu değişti. Bu da elbette şu anlama geliyor: Zamanın ruhu baş aşağı gittiğinde Yeşiller de baş aşağı gidiyor” yanıtını verdi. Yeşiller’in bundan sonra neyi farklı yapması gerektiği sorusunu da cevaplayan Hermenau, partinin artık hiçbir şeyi farklı yapamayacağını çünkü yanlış istikamete gidip kendisini çıkmaza soktuğunu ve buradan çıkmasının mümkün görünmediğini anlattı. “Yeşiller, kendini 80’lerdeki eski hedeflere adamış durumda; aslında şu anda Almanya’daki en geri parti” diyen siyasetçi, Yeşiller içinde 180 derecelik bir değişimi kimin sağlayabileceği konusunda da şüphelerinin olduğuna işaret ederek bunun mümkün görünmediğini söyledi. (24 Eylül)

‘YEŞİLLER SEÇMENLERİN MESAJINI ANLADI, SIRA SPD VE FDP’DE’

Yeşiller’deki yönetim değişikliğinin sadece Brandenburg’da değil, diğer iki doğu eyaleti Saksonya ve Thüringen’de yapılan seçimlerde yaşanan hezimetin de bir sonucu olduğuna işaret eden gazeteci Ralf Neukirch ise Der Spiegel haftalık siyaset dergisinde kaleme aldığı başyazıda, “Yeşiller liderlerini değiştirerek seçmenlerin mesajını anladığını gösteriyor. SPD ve FDP de benzer bir şey yapmalı” değerlendirmesinde bulundu. Neukirch, federal koalisyon partilerine ilişkin şu gözlemleri paylaştı: “Yeşiller’in Thüringen, Saksonya ve Brandenburg’daki eyalet seçimlerinde feci bir performans göstermelerinin ardından tüm lider kadrosunu değiştiriyor olması iyiye işaret. Demokrasi, vatandaşlar kendilerine bir şey söylediğinde partilerin buna yanıt vermesine dayanır. Trafik ışığı koalisyonundaki partiler ise şu ana kadar seçmenlerin gönderdiği her mesajı görmezden gelmiş durumdaydı. Ancak bu, koalisyonun itibarını iyileştirmeye yetmeyecektir. Bunu sadece bir koalisyon ortağının yapması da yeterli olmayacaktır. SPD ve FDP, sinyalleri daha fazla göz ardı edemez. Ama her iki partinin stratejisi tam olarak böyle devam etmekmiş gibi görünüyor.” (26 Eylül)

‘AKŞAM SAAT 10’DA KÜÇÜK TÜRK’ÜMDEN YİYECEK BİR ŞEYLER ALABİLİYORUM’

22 Eylül Pazar akşamı, Türkiye’dekine benzer şekilde Almanya televizyonlarında da özel seçim yayınları vardı. Kamu yayıncısı ARD’ye bağlı Das Erste kanalındaki seçim yayınında ülkedeki Türkler hakkında sarf edilen bir söz - ya da yapılan bir gaf - ise dikkat çekti. ARD moderatörlerinden Sascha Hingst, Brandenburg’daki seçimi ufak bir farkla SPD’nin arkasında ikinci sırada tamamlayan faşist Almanya için Alternatif’in (AfD) onursal başkanı Alexander Gauland ile yaptığı röportajda, konuğunun göçmen ve yabancı karşıtı görüşlerine atıfla şöyle konuştu: “Sürekli ülkenin çok değiştiğinden ve bunun hoşunuza gitmediğinden bahsediyorsunuz. Evet; bıçaklı saldırılar ve toplu cinsel saldırılar gibi bazı şeylerin değiştiği, gözümüzün üzerinde olması gereken konular var. Ancak, diğer yandan, değişen başka şeyler de var. Örneğin, korona aşısıyla (Uğur) Şahin’i düşünün ya da harika fikirleri olan ve buraya göç etmiş bilimsel açıdan harika insanlarımız var.” Gauland, bu yorumları sessizce dinlerken, moderatör sözlerini şöyle sürdürdü: “Köşedeki küçük dükkanıma gidip alışveriş yapmak istediğimde akşam saat 10’da küçük Türk’ümden yiyecek bir şeyler satın alabiliyorum. Bu, benim için daha önce böyle değildi. Yani; demek istediğim şu: Masaya her düzeyde bir şeyler getiriyorlar. O zaman neden hep olumsuz olana bakılıyor?”

Hingst, Türklere ilişkin yorumunda Almancada hem ‘küçük’ hem ‘kısa’ anlamına gelebilecek ‘klein’ kelimesini kullanmıştı. Programa ilişkin izlenimlerini paylaşan gazeteci Sophie-Marie Schulz da “Sascha Hingst bir yandan büyük bilimsel başarılardan bahsederken diğer yandan atıştırmalık satın aldığı küçük Türklerden söz etti. Alexander Gauland ise sohbet sırasında moderatörün açıklamasıyla ilgili detaylara girmedi” diye yazdı. (Berliner Zeitung, 23 Eylül)

‘SORUN, HÜKÜMETİN GERÇEKÇİ OLMAYAN BEKLENTİLER YARATMASI’

Almanya’nın kara sınırlarında kontrollere başlaması iki haftayı geride bırakmış olsa da bu kararın beraberinde getirdiği tartışmalar sürüyor. Gazeteci Frederik Eikmanns, Die Tageszeitung (taz) gazetesi için kaleme aldığı “Sınır kontrolleri neredeyse hiç etkili olmadı: Demokrasi için iyi değil” başlıklı yazısında, konuyla ilgili olarak, “Sınır kontrolleri etkili olmuyor; bu, yeni bir durum değil. Esas sorun, hükümetin gerçekçi olmayan beklentiler yaratmış olması” yorumunda bulundu. Eikmanns, sözlerini şöyle sürdürdü: “Fakat bu beklentiler hayal kırıklığı ile sonuçlanmaya mahkum çünkü açıklanan önlemler ya hiç ya da daha önce işaret edildiği gibi uygulanabilir değil. Buradaki durum şu: Almanya’nın sınırları tamamen kapatılamaz. Federal polisin kaynakları kısıtlı. Almanya, Avrupa Birliği (AB) yasalarına tabi ve aslında başka bir devlet sorumlu olsa dahi sığınma başvurusu yapmak isteyen mültecilerin ülkeye girmesine izin vermek zorunda. Sağcı duyguları körükledikten sonra böyle bir politika hayal kırıklığına yol açmaya mahkum. Bunun demokrasi için iyiye işaret olmadığını görmek için ise siyaset bilimci olmaya gerek yok.” (26 Eylül)

‘DAHA FAZLA SAVAŞ BARIŞ GETİRMEZ’

İsrail’in Lübnan’a son bir haftadır devam eden hava saldırıları ve Hizbullah’la tırmanan gerilim, Almanya basınında da geniş yer buldu. Gazeteci Judith Poppe, “Daha fazla savaş barış getirmez” başlıklı yazısında, bölgedeki durum hakkında genel bir değerlendirme sunduktan sonra, “Ancak tüm bunları söyledikten sonra şu sorunun da sorulması gerekiyor: İsrail ordusunun Lübnan’daki bombardımanları ülkenin kuzeyinde yaşayan İsraillilere gerçekten barış getirir mi? Orası şüpheli. (İsrail Başbakanı Benjamin) Netanyahu’nun iktidarda kalmak ve İsrail toplumunun bazı kesimlerinden puan kazanabilmek için ülkesini büyüyen bir savaşa sürüklüyor olması ise daha olası görünüyor” gözlemini paylaştı. Netanyahu’nun Hizbullah’la karşılıklı saldırılar dolayısıyla Lübnan sınırından tahliye edilen İsraillilerin evlerine dönmesini mümkün kılmayı ‘savaşın amacı’ olarak açıkladığının hatırlatıldığı yazıda, “Peki, İsrail, düzenlediği bombardımanlarda aralarında pek çok Hizbullah savaşçısı olsa da aynı zamanda siviller ve çocuklar da dahil olmak üzere yüzlerce Lübnanlıyı öldürürken bu gerçekten mümkün mü? Lübnanlılar bu şekilde gerçekten Hizbullah’tan yüz çevirir mi?” diye soruldu. Poppe, yazısına şu sözlerle son verdi: “Lübnan’da bir savaş, İsrail’e barış getirmez. Diplomatik bir çözüm bulmak da zor olacaktır. Ama bunun alternatifi yok. Çünkü böyle bir çözümün olmaması halinde İsrail’in savaş sonrası güvenlik durumunun bugünkü gibi olacağından şüphe ediliyor. Tek fark ise İsrail ve Lübnan’ın binlerce ölümün daha yasını tutmak zorunda kalması olacak.” (taz, 24 Eylül)

‘İSRAİL, GAZZE’DEKİ HATASININ AYNISINI LÜBNAN’DA DA YAPIYOR’

Der Spiegel dergisinden Christoph Reuter de İsrail-Hizbullah çatışmasını ele aldığı “İsrail, Gazze’deki hatasının aynısını Lübnan’da da yapıyor” başlıklı yazısında, “İsrail’in Hizbullah milislerine saldırıları şu ana kadar askeri açıdan başarılı. Uzun vadede ise ülkenin güvenliğini artırmaktan çok tehlikeye atıyorlar” değerlendirmesinde bulundu. Lübnan’da art arda patlatılan çağrı cihazları ve telsizlerin de hatırlatıldığı yazıda, şu gözlemlere yer verildi: “Sanki öldürme konusundaki teknik mükemmellikleri, İsrailli liderleri sistemdeki kusura karşı kör ediyor: Komşularınızı bombalayıp onlardan ortaklar yaratamazsınız. Her bir lideri, savaşçıları öldürebilir, şehirleri bombalayabilir, köyleri yakabilirsiniz. Ama hayatta kalanları bu şekilde kazanamazsınız. Onlar düşmanlarınız olarak kalırlar. Evleri ne kadar yıkıcı bir şekilde yerle bir olur, tarlaları yakılır ve hayatları mahvedilirse o kadar kinlenirler.” Lübnan’da olduğu gibi Filistinliler arasında da İsrail saldırılarından kurtulup yıllar sonra mücadeleye katılanlar olduğuna dikkat çekilen yazıda, “Lübnan’ın güneyindeki insanlar, Gazze’nin tekerrüründen, biz ceza ve intikam olarak 2 milyonu aşkın insanın vatanının neredeyse tamamen yerle bir edilmesinden korkuyor. Şu da yeniden yaşanıyor: İsrail, Gazze’yi yerle bir etti ama bugüne kadar daha sonra ne olacağıyla ilgili bir plan ortaya koymadı. Savunma Bakanı Yoav Gallant, Lübnan’ı ‘bombalayarak taş devrine geri döndürme’ tehdidinde bulundu. Peki ya sonra?” sorusu da yöneltildi. Reuter, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hizbullah’ı sevmek için hiçbir sebep yok. Ancak önceki savaşların dehşetini hatırlayan pek çok Lübnanlı, savaş uçaklarına yıllardır Beyrut üzerinde alçak uçuş yaptırarak sürekli bir güç gösterisi halinde olan İsrail'i sevmek için de hiçbir sebep görmüyor.” (25 Eylül)