Geçen haftaki yazımda iklim değişikliği konusuna girmiş ve bunun
gizli olmayan basit çözümünü rakamlarla anlatmıştım: Endüstriyel
eti bırakmak yahut azaltmak.
Niyetim korkutmak değil. Korku ile iş görenin gördüğü işten
hayır gelmez. Doğru olanı yapmak en güzeli. Korkmayalım. Ama
durumun acayipliğine şaşırabiliriz.
Bakın Almanya gibi yerde selden 156 kişi öldü.
Neden insanlar bir şey olmamış gibi davranıyor? Almanya yahu
burası. Otobüslerin durağa saniyeyle geldiği, yollarında (Berlin’in
bir iki yeri hariç) yalınayak yürünebilen bir yer. İnsan hayatı çok
kıymetli. Kurallar, önlemler analitik, kapsamlı, insana dönük ve
net. Üstelik güven verici. Sağcısı Merkel bile seçimlere girse
Türkiye dahil kaç ülkede kazanır acaba?
Artık nasıl bir sel ise Almanya’da 156 kişiyi öldürdü.
Bu iklim değişikliği meselesi işi biraz mülteciler işi (yahut
hapisteki düşünce suçluları filan) gibi. Kendi başına gelmez
sanıyor herkes. Halbuki eski bir Mozaik şarkısının söylediği gibi:
“Çok alametler belirdi”.
Ölüyoruz. Dünyayı büyük yok oluşa sürüklüyoruz. Sağı solu
suçlayarak, çemkirerek vakit kaybedemeyiz. Değişmemiz
gerekiyor.
...
Drawdown Projesi’ne göre küresel ısınmayı dindirmek
için en etkili dört strateji şunlar:
- Yemek israfını azaltmak
- Kız çocuklarını eğitmek
- Aile planlaması ve üreme sağlığı hizmetleri sunmak
- Topluca bitkisel yönden zengin bir diyete geçmek.
Bu faaliyetlerin sera gazı musibetine çözüm olmaktan çok
fazlasını içerdiği, dünyayı bir çok zırvadan kurtaracağı
kesin.
Yapması da kolay. Formülü anlatıyorum: Siz uyguluyorsunuz.
Çevrenize de söylüyorsunuz. Onlar da çevresine söylüyor. Zaten 6
dereceden herkes tanış olduğuna göre takriben bir ay içerisinde
dünyayı kurtarıyoruz.
Keşke mekanizma böyle işleseydi.
İkna etmek için daha fazla kelam etmek gerekiyor.
…
Konu dünyayı kurtarmak bile olsa hayvan konuşmayı sevmediğinizi
biliyorum. Et yememek, veganlık, vejetaryenlik bambaşka saiklerle
yürüyen bir durum. Genellikle endüstriyle, sağlıkla, küresel
ısınmayla filan ilgili değil. Dolayısıyla bu yazının konusu
başka.
Cümle biraz Marvel çizgiromanı gibi farkındayım ama: Burada
dünyayı kurtarmaktan bahsediyoruz. Bunun en pratik ve ölçülebilir
yolu da endüstriyel hayvan ürünlerini terk etmek yahut
azaltmak.
Dünyada neden bu kadar insanın et yediğini anlamak hakikaten
zor. Ve bunun böyle sürmeyeceği de kesin. İnsanoğlu endüstriyel
etten nasıl uzaklaşacak bilmiyorum. Sen suyunu hayvan yemek için
harca. Tarlanı hayvan yemek için harca. Yaşadığın dünyanın
tepesindeki serayı hayvan yemek için büyüt. Kimsenin vicdanının
kaldırmayacağı yöntemlerle sağlıksız et üretimi için yırtın. Bunun
sürdürülebilir olmadığı kesin.
Hatta aksinin çılgınca olduğu kesin. Onlarca açıdan. Burada
sadece bir ikisine değinelim.
Sağlık: Dünya’yı kurtarırken kendinizi de
kurtarmış oluyorsunuz. Daha ne? Şeker hastalığı, hipertansiyon,
bilumum kalp hastalıkları, kanser… Bunlar et tüketimiyle ilgisi
kanıtlanmış hastalıklar. Zaten bir doktor kaç şey önerir? Uykunuza
dikkat edin. Hareket edin. Bir de diyetinizde sebzeyi meyveyi
arttırın.
Vicdan: Konunun vicdani yönünün de elbette
herkes için değişen oranlarda bir önemi vardır. Tarımın icadından
beri yabani memelilerin %83’ünü ve bütün bitkilerin yarısını yok
eden bir ırkın, insan ırkının ahvadıyız. Hayvan cinayetleri o kadar
gözden ırakta yapılıyor ki bugün ete ulaşım hayvanı bizzat
öldürmekten geçse et yiyen pek kimse kalmazdı. Endüstriyel et
markete ulaşana kadar çekilen zulümler bir süre sonra bugün
anlatılan kölelik yahut soykırım anıları gibi anlatılır olacak.
Örneğin tavuklar stresten birbirlerini yemesinler diye önce kontakt
lens takılmış. Bir müddet sonra bu zahmetli gelince tavukların
yüzünün ucunu yakan gaga kesme makinesi endüstride standart hale
gelmiş. Çünkü insanlar yılda 65 milyar tavuk yiyor. Yani bu işlem
yılda en az 65 milyar kere tekrarlanıyor. 10 yılda 650 milyar kere.
80 yıllık bir ömür boyunca 5.200.000.000.000 kere. Sizi ve dünyayı
hasta eden bu zulmün neden parçası olasınız?
Cüzdan: İşin cüzdan kısmı da ortada. Sağlıklı
bir bitkisel beslenmenin sağlıklı bir hepçil beslenmeden açık ara
daha ucuz olduğu su götürmez.
Nefaset: “Et yemeyince doyamıyorum” gibi
bütünüyle yanlış alışkanlıklara bağlı argümanlarınızla başa
çıkabilirseniz gerisi kolay. Çünkü et çok çeşit değil. Az sayıda
hayvanın eti yeniyor. Ama sebze çeşit çeşit. Boy boy. Yeter ki
yaratıcılığa açık olun. Seferihisar’a yakın bir enginarcı
lokanta/meyhane vardı, 20 çeşit menüsü hepsi birbirinden leziz
enginar meze, yemek ve tatlılarından ibaretti.
Peki ya doğamız: İnsanın doğası et yemeyi
gerektirir mi tartışmalı bir durum. Ama bunu tartışmak saçma. İnsan
“tabiatıyla” et yiyor olsa dahi insanın doğasına yakın davranmaya
çalışması delilik değil mi? Doğanızı bir gözden geçirsenize.
Doğamızla başa çıkabildiğimiz için yerlere sümkürüp sonra elimizi
saçımıza silmiyoruz veya her canımızın çektiğiyle sevişmeye
kalkışmıyoruz.
Hesap açık: İnsanların kullandığı tatlı suyun
tamamının üçte biri üretim hayvanlarına gidiyor. Evlerde bunun
otuzda biri kullanılıyor. Dünyada üretilen antibiyotiklerin %70’i
üretim hayvanları için üretiliyor. Ve bu da insanları tedavi
ederkenki etkisini azaltıyor. Dünyadaki tarıma elverişli
toprakların %59’u üretim hayvanlarına yem yetiştirmek için
kullanılıyor. Üstelik bir kalorilik et üretebilmek için 27
kalorilik bitki tüketiliyor.
Çelişkiler ortada: Ayrımcılık hayvanlar
aleminde daha barizdir. Bir köpeği Endonezya’da, Çin’de yerseniz
kimse ilgilenmez. Aynı köpeği Teşvikiye’de yiyin de görelim. Keza
bonfilesini çekiştiren birisi kurban bayramına laf edebilir. Bir
inek açık ara bir kediden daha zararsız ve akıllıdır. Ama ineklerin
kaderi memelerinin çekiştirilmesi yahut ölmek üzerinedir. Kedilere
şiir yazılır. Kutsal oldukları Hindistan’da bile sokakta yedikleri
naylon torbalar yüzünden bağıra bağıra can verirler.
...
Kölelik, insanat bahçeleri filan varken bunların kalkması kulağa
çok saçma geliyordu. Ben çocukken mahallede ayı oynatan abiye,
şehre gelen sirke hatta köye gittikçe eşşekli köpekli anılarını
anlatanlara kızan bir kişi bile hatırlamıyorum. Afrika’da bir
kabile yakın zamana kadar kadınları 30 yaşına gelince kesip
yiyormuş. O kabile için bu sizin tavuku şinitsel yemeniz kadar
normalmiş. Bugün bunları düşünebiliyor musunuz?
Sigara ilk yasaklandığında otobüste meyhanede barda sigara
içilmemesi mümkün değil gibi görünüyordu. Şimdi herkes razı.
Üstelik et, sigara gibi bir uyuşturucu değil. Eti bırakmak sigarayı
bırakmak gibi zulüm değil. Ama bunun et yiyen için bir önemi
olmadığını, yapmanın ne kadar zor göründüğünü biliyorum. Çok basit.
Bu kadar uzak görünüyorsa yavaş hareket edin. Bunu “ya herru ya
merru” gibi bir seçim noktasına getirmeyin. Eti bırakmayın.
Endüstriyel eti bırakın. Bırakamıyorsanız azaltın.
Hesabı ortada bir iş bu. Sonra dönüp hesaplarsınız. Siz kaç kilo
az et tüketirseniz o kadar kilo az et üretilir.
...
Not: Bu yazıdaki bilgiler tıpkı geçen yazıdaki
gibi Jonathan Safran Foer’in Bu Bizim Havamız, Gezegeni Kurtarmak
Kahvaltıyla Başlar isimli eşsiz kitabından alındı. Kitapta bu
yazının çok daha fazlası var. Bana sorarsanız bu kitabı okuyun.
Sonra da mevzuyu genişletmek için Bülent Şık’ın Bizi Yeryüzüne
Bağlayan Hikayeler’ini okuyun.