Almanya ve pembe kiremitli ev

AB’nin inandırıcılığı gerek birlik gerekse dünya çapında yaşanan değerler krizinde ağır yara alırken, savunduğu değerlerin yozlaştığına dair tartışmalar yaygınlaşırken, lokomotif ülke Almanya’daki yeni hükümet, dış ilişkilerinde izleyeceği ilkeli ve kararlı tutumla bu tartışmalara karşı bir anti-tez sunabilir.

Menekşe Tokyay meneksetokyay@gmail.com

Aşağı Saksonya’nın Osnabrück şehrinde altmış üç sene önce tekstil sektöründe çalışan, Lutheryan mezhebinden bir anne babanın oğlu olarak dünyaya geldi. İdealleri vardı. Ailenin üniversite okuyan ilk fertlerinden biri olacaktı.

Hukuk tahsili yaptı hemen. On yedi yaşında da Sosyal Demokrat Parti’ye katıldı, partinin gençlik örgütlenmelerinde yetişti. Zaman zaman Marksizm’e, NATO karşıtlığına meyletti, ardından da siyaset merdivenlerini üçer beşer tırmanarak Angela Merkel’in şansölye yardımcılığı ve maliye bakanlığına dek yükseldi.

Duygusuz, robot gibi konuştuğuna dair eleştiriler üzerine ismini deforme ederek onu “Scholzomat” diye tiye alanlar olsa da tüm bu eleştirilere gülerek tepki verdi. 

Olaf Scholz, 8 Aralık’tan bu yana Almanya’nın yeni Şansölyesi. Merkez solda Sosyal Demokrat Parti, sol eğilimli Yeşiller Partisi ve iş dünyasını temsil eden Hür Demokrat Parti’den oluşan bir koalisyona başkanlık ediyor.

Yeni hükümette Almanya’nın ilk kadın dışişleri bakanı ve Yeşiller eş başkanı Annalena Baerbock (41) ise Aşağı Saksonya’da bir çiftlikte doğup büyümüş, gençliğinde şampiyonalara katılarak tramplen jimnastikçisi olarak bronz madalyalar almış biri. Ardından onun da yolu siyaset bilimi ve kamu hukukuyla kesişmiş, 2005 yılında Yeşiller’in üyesi olduktan sonra kendini ve siyasi ideallerini bu alanda gerçekleştirmeye yönelmiş.

Baerbock, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada “değerler temelli bir dış politika” izleyeceğini söyledi. Birkaç kelimelik kısa bir hedef gibi görünebilir ama bu niyet aslında ardında çok derin bir hazırlık ve geleceğe dair iddialı bir eylem planı barındırıyordu. Yani Almanya’nın bir yandan dış ilişkilerinde ilkeler ve değerlere bağlı kalması, gerektiğinde sert yöntemlerin de uygulanması, diğer yandan da demokratik ilkeler açısından eleştirdiği ülkelerle yapıcı diyalog arayışını sürdürmesi bekleniyor artık.

Bu açıdan örneğin hem bir rakip hem bir ortak olarak nitelenen Çin’e yönelik yeni hükümetin izleyeceği politika kadar Türkiye ile olan ilişkilerde demokrasi, temel hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğü vurgusunun niteliği de merak konusu.

Şu ana dek gelen veriler doğrultusunda, yeni hükümetin Türkiye ile gençlik değişim programlarını artıracağı, sivil toplumu destekleyeceği ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulması vurgusunu yineleyeceği bekleniyor. Ancak bir yandan da Türkiye ile diyalog kanalları korunup, 2016 yılında AB ile Türkiye arasında varılan göç anlaşmasının sürdürülmesi sağlanacak.

Öte yandan, Yeşiller’in öncü isimlerinden olan Baerbock, daha önceki açıklamalarında demokrasi ve hukuk devletine dönüş olmadığı sürece Türkiye’ye mali yardımların yapılmaması ve gerektiğinde AB müzakerelerinin dondurulması gerektiğini savunmuştu.

Peki dış politikada değerler, yani çoğulculuk, demokrasi, özgürlük gibi uluslararası geçerliliği olan kavramlara bağlılık niçin önemli?

İki çok değerli emekli diplomat olan büyükelçi Özdem Sanberk ve Milli İstihbarat Teşkilatı eski müsteşarı Sönmez Köksal’la hukukçu Memduh Karakullukçu tarafından gerçekleştirilen “Değerler, Çıkarlar ve Dönüşüm” başlıklı nesiller-arası söyleşi kitabı, diplomaside çıkarlar ve değerler ikilemine dair derinlikli bir bakış açısı sunuyor ve belki tam da bu tartışmalar ışığında farklı bir gözle okunması gereken bir başucu kitabı…

Kitapta birbirinden önemli sorunsallar dostane, yapıcı ve zaman zaman da tezat argümanlarla işlenerek bu konularla meşgul olan zihinlere diplomasinin ve devlet yönetiminin farklı kulvarlarından farklı yaşanmışlıkları hem zarif hem de güçlü bir şekilde sunuyor.

Birbirinden güçlü ve değerli sorunsallar arasında “Değerler mi siyasete yön veriyor yoksa çıkarlar ve siyaset mi değerlere yön veriyor” sorusuna iki diplomatın yanıtları ise oldukça farklı, ama bir yandan da birbirini besliyor.

Yumuşak güç politikalarının önemini vurgulayan Sanberk’e göre, “bazı mücadeleleri kazanamayacağınızı bilseniz de vermenin değeri var. Mesela tıpta ölümsüzlüğü insanoğlu belki hiç getiremeyecek ama devamlı olarak daha sağlıklı, daha rahat yaşamak için savaş veriyor”. Sanberk, değerler mücadelesini yeni nesillere aktarmanın ve onları evrensel insan hakları gibi kavramlarda sürekli bilinçlendirmenin önemini vurguluyor.

Köksal ise, bu ikileme daha reel politik perspektiften bakıyor ve reel güce sahip olmanın devletler tarafından önceliklendirileceğini, küresel güç mücadelesinde değerlerin değil güç unsurlarının projeksiyonunun önemini sürdüreceğini düşünüyor.

Bu şekliyle de Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu eski Bakan Yardımcısı ve halen Harvard Üniversitesi öğretim üyesi olan Joseph S. Nye’ın “Bir başkanın dış politikasını değerlendirirken ahlaki olup olmadığı yerine işe yarayıp yaramadığı sorusu sorulmalı” şeklindeki tespitini anımsatıyor.

Ancak Nye dış politikada ahlaki değerlendirmeleri de dışlamıyordu. Buna göre; dış politikada niyetler, alınan kararların sonuçları ve bu kararlar alınırken kullanılan araçları dengeli şekilde göz önüne almanın ve ahlaki değerlere dair kurumsal bir düzeni sürdürmenin gerektiğini belirtir.

Hukuki ve siyasi bir birlik olan AB, hukukun üstünlüğü, toplumların refahı, özgürlük ve barış merkezli bir düzen arayışının ürünü. Bu haliyle de gerek kendisinin gerek üyelerinin gerekse de aday ülkelerin sert güç unsurlarının yanı sıra, onun temelini oluşturan norm ve değerleri de ön planda tutması bekleniyor.

Her ne kadar son dönemde AB-karşıtı, ırkçı hareketlerin yükselişi ve birçok AB ülkesindeki otoriterleşme eğilimleri neticesinde Birliğin bir “değerler krizi”nden geçmekte olduğuna dair eleştirilere konu olsa da AB’nin lokomotif ülkelerinden biri olan Almanya’nın önümüzdeki dönemde Türkiye’ye yönelik olarak değerler üzerinden bir yaklaşım benimseyeceği bir sır değil.

Birçok açıdan da Almanya’nın Türkiye’yle yapıcı bir diyalog içerisinde değerlerin üstünlüğü üzerinden kurgulanan yeni bir ilişki sistematiği geliştirmesi, gerek AB’nin Türkiye’ye salt göçmen pazarlığı üzerinden yaklaştığı ve iç gelişmeleri zerre kadar önemsemediği yönündeki eleştirilerin önünü kesecek, hem de Birlik içinde değerlere dair verilen önemdeki gerileyişin durdurulması için bir turnusol kağıdı işlevi görecek.

AB’nin inandırıcılığı gerek birlik gerekse dünya çapında yaşanan değerler krizinde ağır yara alırken, savunduğu değerlerin yozlaştığına dair tartışmalar yaygınlaşırken, lokomotif ülke Almanya’daki yeni hükümet, dış ilişkilerinde izleyeceği ilkeli ve kararlı tutumla bu tartışmalara karşı bir anti-tez sunabilir.

Öte yandan, Almanya’nın AB’nin değerler ve güç projeksiyonu yapısını belirleyen, tabir-i caizse AB ekosistemini düzenleyen ve denetleyen, kendi ekosistemi içerisinde de hegemon özellikler gösteren bir güç olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Dolayısıyla zaman zaman gücünü, kendi değerlerini diretmek veya üstün çıkarlarını savunmak için kullanması da mümkün.

Merkel’in şansölyelik dönemi bize Almanya’nın sadece kendi adına değil Birlik adına da dış politika yürüttüğü bir öykü sundu. Pandemi yönetiminden Brexit’e, göçmen krizine dek birçok sorunlu alanda AB’nin dış politikasını adeta sırtlayan da Almanya’nın öncü gücü idi.

Türkiye ile arasında böylesine bir güç asimetrisi varken, yeni dönemde değerleri önceliklendireceğini açıklayan bir yaklaşım, Türkiye’yi insan haklarına dair AB açısından hassas ve kritik görülen birçok alanda daha dikkatli yaklaşmaya zorlayacak. Almanya da değerler ile çıkarlar arasındaki terazinin dengesinde hangi kefeye ağırlık vereceğini bu süreçte gösterecek.

Tıpkı gül ile Küçük Prens’in arasında geçen o çok samimi ve etkileyici diyalogda olduğu gibi: “Büyükler sayılardan hoşlanır. Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: “Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?” diye sormazlar. Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?” diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere: “Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinden sardunyalar, damında güvercinler vardı” derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara: “Yüz bin franklık bir ev gördüm” demeniz gerek. O zaman: “Aman ne güzel!” diye bağırırlar.”

AB büyüklerinin sayılardansa, pembe kiremitli eve ve o evin içindeki değerlerin kurgulanma biçimine odaklanmalarının vakti geldi bile…

Tüm yazılarını göster