Almanya'da İslami örgütlülük II - Eğitim
Eğer demokratik ilkeleri benimseyen, eleştiriye açık, Müslüman gençlik amaçlanıyorsa bu eğitimin ailede başladığını unutmamak lazım. Laik bir toplumun önemini kavratabilmek birlikte yaşam için hayati değerde.
KÖLN- Avrupa siyasetini, güncel yaşamını son yıllarda göçler ve beraberinde oluşan sorunlar ciddi bir biçimde etkiliyor ve önümüzdeki on yılda da etkilemeye devam edecek. Problem konular ekonomi ve güvenlik gibi görünse de, asıl sorunlar yumağı kültür alanında. Müslüman ülkelerden gelen sığınmacılarla ve göçmenlerle ortak yaşamayı mümkün kılacak çözümlerin üretilmesi gereken ilk konu eğitim.
Hem Avrupa'daki hem Orta Doğu'daki savaşlar, siyasi krizler ve yoksulluk Almanya'daki Müslüman nüfusun hızlıca artmasının nedenleridir. Bu zamana kadar paralel yaşam sürdüren iki toplum için artık bu şekilde yaşamaya devam etmek mümkün değil. Bu durumdan dolayı iki kültürün ortak bir yaşam üretmesi zorunlu hale geldi. Bunu kolaylaştırmak ve bu ortaklığı sağlıklı kurmak birlikte yaşamak için hayati önem taşıyor. Her iki toplumun sorunları doğru saptaması, gerçek anlamda eleştiriye, yenilenmeye açık olması ve birlikte uyumlu yaşamayı dürüst şekilde ele alması gerekiyor.
2000'lerden bu yana politik İslamın yükselişe geçmesiyle Müslüman dünyasında radikallik, selefilik güçlendi. Bu da laik kesimi zayıflattı. Bunun Avrupa'daki Müslüman toplumunu etkilemesi de kaçınılmazdı.
Yıllardır Müslümaların çocuklarının din eğitimi Almanya'da camilere ve camilerin bağlı oldukları dini derneklerine terk edilmişti; fakat gençler arasında radikal İslami düşüncenin artması, toplumsal sorunlara neden olunca, eğitim üzerine kafa yormanın zamanı geldi. Bir yanda Suudi Arabistan'ın yüklü rakamlarla finanse ettiği orada saltanat ailesinin de benimsediği, selefiliğin alt kollarından biri olan vahabiliğin etkisi altındaki İslami derslerin verildiği cami ve dernekler, diğer tarafta Türkiye'nin, özellikle AKP iktidarı boyunca Türkiye ekonomisi üzerinden finanse edilen geleneksel Türk-Sünni hatta radikal İslamın etkisi altında yapılan din eğitiminin olduğu cami ve dernekler (bu dernekler hakkında detaylı bilgileri 02 Ocak yazısında okuyabilirsiniz). Bunların her ikisi de iki-üç yıldır basın ve kamuoyu tarafından eleştiriliyordu. Bu dernekler Almanca kurslarından, aile danışma merkezlerine, Kuran ve din eğitiminden, çocuklar için etüt derslerine kadar geniş bir yelpazede Müslümanlara ulaşıyor. Almanya başka ülkelerce finanse edilen dini kurumların fonksiyonlarını azaltmak zorundaydı. Bu bağlamda Almanya İslamı oluşturma tezi tartışıldı. Fakat din bir ülkenin içinde başlayıp o ülke sınırlarında kalabilecek bir olgu olamayacağından, bu konu çok uzatılmadı. 2011'de eğitimden başlamaya karar veren Kuzey Ren-Vestfalya eyaleti eğitim bakanlığı Almanca İslam dini eğitiminin ilk ve orta eğitim okullarında yapılması kararını aldı (2016 itibariyle 320.000 Müslüman öğrencinin 14.000'i bu eğitime katılmış). Münster ve Osnabrück Üniversitelerinde İslam Teolojisi bölümü ve de İslam Pedagojisi bölümleri açıldı. Almanya'da yasalar gereğince din eğitiminde görev alacak kişiler, devlet ve din organizasyonlarının ortak kararıyla göreve başlıyor. İslam derslerinin verilmesinde karar mekanizması devletin yanında Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin İslam kurulunun (Beirat für die İslamische Religion) yaptığı sertifika programı. Yedi kişiden oluşan kurul üyelerinden biri DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği)'den, biri Milli Görüş derneğinden. Bu derslerin amacı temel dini bilgilerin verilmesi, çocukların dinsel kimliklerini oluşturmalarına yardımcı olunması, İslamın diğer dinlerle arasındaki ortaklıkları ve farklılıkların anlatılması. Ancak Almanya'ya uyumu güçlendirmek amaçlanırken, bu derslere eğitimciler yetiştirmekte ve ders içeriğinin belirlenmesinde şaibe altındaki derneklerden temsilcilerin kurulda üye olarak yer almaları, söz sahibi olmaları oldukça sorunlu.
Üstelik Eyalet İçişleri Bakanlığı DİTİB'in Türkiye'deki Diyanet İşleri'nin yayınlarını kullanıyor olması, şehitliği yüceltmesi, gençlerde selefi etkileri güçlendirdiği gerekçeleri ile ortak çalışma yürüttükleri "Wegweiser" (Rehber) projesini iptal etmiş olduğunu duyurdu. Buna rağmen, Yeşiller Partisi'nden Eğitim Bakanı olan Sylvia Löhrmann aynı dernekle İslam kurulunda uyumlu çalışmalar yaptıklarını ifade edebiliyor. Bu durumda Almanya'nın gençleri ve çocukları gerçekten radikal İslam tehlikesinden korumak isteyip istemediği bu durumda maalesef soru işaretleri taşıyor. Oysa Eğitim Sendikası'nın (Gewerkschaft für Erziehung und Wissenschaft) ilkokul birinci sınıftan itibaren tüm okul formları için zorunlu ders olarak geliştirdiği "inançtan bağımsız değerler dersi" teklifi var. Sendika dersin içeriğini: "Çocuklara değerlerin felsefe ve argümanlarla desteklenmesinin anlatılacağı, toplumların yaşam tecrübelerinin modellenerek dinlerin ve dinlere ait dünya görüşlerinin anlatılması, ayrıca geçmişten günümüze tarihsel düşünce süreçlerinin değerlendirilerek felsefe tarihinin insan hakları ölçüt olarak kullanılıp anlatılması olarak" belirlemiş. Sendika ortak bir dersle farklı inançları olan çocukların ayrı sınıflara gidip ayrı konular öğrenmek zorunda bırakılmadan, aynı sınıfta birliktelikleri ve farklılıkları objektif öğrenecekleri ve tartışacakları bir avantaj sağlayacağını düşünüyor. Kapsayıcı ve bütünleştirici olan bu öneriyi devlet desteklemek yerine, radikal derneklerle neden ortak çalışıyor pek anlaşılır değil –galiba eyalet Eğitim Bakanlığı'nın kimsenin bilmediği başka sebepleri var! Ayrıca sadece okullarda çocuklarla yapılacak İslam din dersleriyle toplumsal uyumun sağlanacağına inanılması, nereden bakılırsa bakılsın naif bir yaklaşım olur.
Uyumdan ve göçmenlerden ne zaman bahsedilse basından ve politikacılardan duyulan çok sayıda eğitimli insanın geldiği yönündeki "en iyi göçmenleri biz aldık" türünde reklam kokan cümleler duyuluyor. Oysa eğitimli üniversite mezunu, mesleki tecrübesi olan insanların yanında bir o kadar da öğrenim şansı edinememiş insanların da geldiğinden, belki Merkel'in mültecilere sınırları açmış olması tepki almasın diye pek bahsedilmiyor. Bilhassa göçmen kadınların çoğunun arkalarında bıraktıkları ülkelerindeki geleneksel, muhafazakar, ataerkil toplum yapısı göz önünde bulundurulursa eğitimli olduklarını düşünmek fazlaca iyimserlik olur. Bu konunun ivedilikle konuşulmaya, tartışılmaya başlanması lazım. Okullarda verilen derslerin işe yaraması için ailelerin de (elbette onların gönüllü katılımlarının sağlanacağı koşullar yaratılarak) bu eğitim sürecine dahil edilmeleri gerekiyor. Eğer demokratik ilkeleri benimseyen, eleştiriye açık, Müslüman gençlik amaçlanıyorsa bu eğitimin ailede başladığını unutmamak, buradan başlamak ilk önemli adım olacaktır. Laik bir toplumun önemini kavratabilmek birlikte yaşam için hayati değerde. Ayrıca uyumun geçekten karşılık bulması için Alman toplumunun da uyum prolejelerinin içerisinde aktifleştirilmesi şart. Unutmamalı ki, kadınları değersiz gören, anti-semitizmin normal olduğunu düşünen, batı değer sistemine tepkili toplumlardan birçok insan Almanya'ya geldi; bu insanlarla tüm bu önyargı ve kemikleşmiş düşmanlıkları kırmayı sadece "okulda verilen din eğitimiyle yaptık, çözdük" sanmak zaman kaybından başka birşey olmaz.
İçinde bulunulan bu süreci iyi yönetebilmek için her iki toplumun sivil toplum örgütlülüklerinin, aydın ve entellektüellerinin, politikacıların birbirleriyle doğru iletişim kanalları açmaları, ortak yaşamı pozitif moralize edecek toplumsal projeler yapmaları, en önemlisi de Alman devletinin ciddi ve uzun vadeli çözümler üretmesi zaruri görünüyor.