Almanya’daki erken seçimler önümüzdeki ay yapılacak. O nedenle,
bu haftadan itibaren, geçtiğimiz aylarda birkaç kere yazdığım
(ilki ve ikincisi) Almanya’daki ekonomik
gelişmeleri ve onların arka planı hakkındaki tartışmaları
derinleştirmek, okuyucu açısından yararlı olabilir. Bu haftaki
yazıda Lucio Baccaro ve Chiara Benassi’nin 2016 tarihli bir
makalesinde ele alınan analizi size aktararak,
güncel kriz konjonktürünün gerisindeki temel dinamiklere, yani
Almanya’daki ekonomik dönüşüme değineceğim.
Baccaro ve Benassi, Almanya’daki ekonomik modelin yüksek
kaliteli ürünlerin ihracatına dayandığı mitini eleştiriyor.
Yazarlar, dikkat çekici bir şekilde, Almanya’nın büyüme modelinin,
yüksek kaliteli ürünlere dayanan ihracat yapısından, fiyat
rekabetçiliğine dayanan bir ihracat yapısına geçtiğini ileri
sürüyor. Bu analiz, Almanya’nın ekonomik başarısının ve de krizinin
arka planındaki temel dinamikleri anlamamız için önemli bir rehber
olarak görülebilir. Daha fazla uzatmadan detaylara girelim.
‘ALMAN MODELİ’NİN BAŞARISI: ÇEŞİTLENDİRİLMİŞ KALİTE ÜRETİMİ
MODELİ
Alman ekonomik sosyolog Wolfgang Streeck’e göre, 1970’ler ve
1980’lerde Almanya’nın ekonomik başarısının temeli,
Çeşitlendirilmiş Kalite Üretimi (Diversified Quality Production –
DQP) modeline dayanıyordu. Bu model, yüksek kaliteli ve
özelleştirilmiş üretimi destekleyen güçlü kurumsal mekanizmalarla
işliyordu. Mesleki eğitim sistemi, işgücünü yüksek vasıflı hale
getirirken, sektörel toplu iş sözleşmeleri ücretlerin adil
dağılımını sağlıyor ve iç talebin büyümeye katkısını
güçlendiriyordu.
Esasında DQP modelinin temelinde, emeğin kurumsal gücü yatıyor.
Bir başka ifadeyle, firmalar güçlü sendikalar karşısında ücretleri
baskılayamadıkları için, uluslararası piyasalarda rekabetçi
olabilmek amacıyla farklı yollar aramak zorunda kaldılar. Bu
yolların başında da daha fazla teknoloji yatırımı ve bu yeni
teknolojileri kullanabilmeleri için işçilere vasıf kazandırıcı
eğitim programlarının fonlanması geliyordu. Yani neoliberaller
tarafından ‘emek piyasasındaki katılıklar’ olarak görülen kurumsal
düzenlemeler, esasında ihracatın fiyat rekabetçiliğine değil, DQP
modeline dayanmasına yol açmıştı.
Ancak 1990’lardan itibaren uluslararası rekabetin sertleşmesi,
Almanya’yı maliyetleri düşürmeye ve fiyat rekabetine daha fazla
odaklanmaya zorladı. DQP’nin kurumsal yapısı giderek aşındı ve
Almanya, büyüme için neredeyse tamamen ihracata bağımlı bir modele
geçti.
AKADEMİK TARTIŞMA: KOORDİNASYONCULAR VE LİBERALLEŞMECİLER
Baccaro ve Benassi, bu geçiş sürecinin nasıl anlaşılması
gerektiğiyle ilgili akademik tartışmada iki temel pozisyon tespit
ediyor.
Koordinasyoncular, Almanya’nın ihracat
başarısının hâlâ koordineli piyasa ekonomisinin güçlü kurumsal
yapısına dayandığını savunuyor. Onlara göre, liberalleşme daha çok
düşük ücretli hizmet sektöründe yoğunlaştı ve imalat sektörü hâlâ
güçlü koordinasyon mekanizmalarına sahip. Bir başka ifadeyle
Koordinasyoncular’a göre hizmet sektörü neoliberalleşmiş olabilir
ancak imalat sektörü neoliberal dalgalara karşı ‘bağışık’
durumdadır.
Bu görüşe karşın, Liberalleşmeciler, tüm
sektörlerdeki kurumsal mekanizmaların aşındığını ve ihracat
başarısının artık maliyet düşürme ve fiyat rekabetine dayalı
olduğunu öne sürüyorlar. Dolayısıyla Liberalleşmeciler, neoliberal
reformların imalat sektöründe de görüldüğünü ve bunun
Almanya’nın büyüme modelinin ihracat çekişli merkantalist bir
modele doğru dönüşümüne eşlik ettiğini ileri sürüyorlar.
YENİ GERÇEKLİK: FİYAT REKABETİNE DAYANAN İHRACAT
Baccaro ve Benassi’ye göre bugün Almanya’nın büyüme modeli,
ihracat sektörünün fiyat rekabetine artan bağımlılığıyla
şekilleniyor. Geleneksel olarak, Almanya’nın ihracat başarısının
kalite ve yenilik odaklı olduğu düşünülüyordu. Ancak son yıllarda
yapılan araştırmalar, özellikle makine ve taşıma ekipmanları gibi
ihracatın ana sektörlerinin fiyat duyarlılığının önemli ölçüde
arttığını ortaya koyuyor.
Baccaro ve Benassi’nin bulgularına göre, 1990’lardan itibaren
Alman ihracatının fiyat duyarlılığı belirgin şekilde yükseldi.
Örneğin, makine ve taşıma ekipmanları sektöründe fiyatların yüzde 1
artması, ihracat büyümesini yüzde 1,3 oranında azaltabiliyor.
Dolayısıyla değişen ekonomik model, Almanya’yı maliyet rekabetine
daha fazla bağımlı hale getiriyor. Bu bağımlılık ise, emek
piyasalarının kurumsallaşma biçimindeki değişimin (yani
liberalleşme ve esnekleştirmenin) gerisindeki temek dinamik olarak
görülebilir.
EMEK PİYASASINDAKİ KUTUPLAŞMA
Büyüme modelindeki bu değişim, yani büyümeye iç talebin
katkısının sınırlanması ve büyümenin neredeyse tamamen net ihracat
sayesinde gerçekleşiyor olması, ihracatın sürekliliğini yaşamsal
bir konu haline getirmiştir. Bu ise, DQP modelinin giderek
çözülmesine ve ihracatın daha fazla fiyat rekabetine bağımlı hale
gelmesine neden olmuştur.
Fiyat rekabetine bağımlılık, Almanya’nın emek piyasasında
belirgin bir ayrışmaya yol açtı. İmalat sektörü, güçlü sendikalar
ve toplu iş sözleşmeleri sayesinde göreceli olarak daha iyi
koşullara sahip. Ancak, bu sektörde bile ücret artışları verimlilik
artışlarının gerisinde kalıyor ve atipik istihdam biçimleri giderek
yaygınlaşıyor. Hizmet sektörü ise düşük ücretler ve güvencesiz
çalışma koşullarıyla mücadele ediyor.
2000’lerin başındaki Hartz Reformları, bu sektördeki sorunları
daha da derinleştirerek düşük ücretli ve güvencesiz işlerin
yaygınlaşmasına yol açtı. ‘Mini-jobs’ düşük ücretli ve esnek
istihdam modelleri, hizmet sektörü çalışanlarını yoksulluğa mahkum
etti. Bu durum, yalnızca bireylerin yaşam standartlarını değil, iç
talebi de boğarak, büyüme modelinin ihracat bağımlı yapısını daha
da konsolide etti.
KRİZ
Almanya’nın ekonomik dönüşümü, iç talebe dayalı bir büyüme
modelinden neredeyse tamamen ihracata bağımlı bir yapıya geçişi
ifade etmektedir. Bu değişim, ihracat sektörlerinde fiyat
duyarlılığının artmasıyla belirginleşmiştir. Eskiden fiyatlara
karşı daha az hassas olan DQP modeli, yerini ihracatın maliyet
rekabetine dayandığı daha kırılgan bir yapıya bırakmıştır. Bu
kırılganlığın bir yanında, artan enerji fiyatları nedeniyle
ihracatta maliyet avantajının azalması dururken, diğer yanında Çin
gibi ülkelerin kritik sektörlerde Alman firmaları zorlaması
durmaktadır. Dahası, ihracatın maliyet rekabetine dayanması,
yurtiçi tüketim ve ihracat arasında bir karşıtlık yaratmıştır. İç
talebi artıran politikalar, rekabet gücünü zayıflatacak ve ihracatı
baltalayacak politikalar olarak görülmektedir. Bu ise, büyüme
modelinin dayandığı büyüme koalisyonunun toplumsal zeminini giderek
daha da aşındırmaktadır.
Baccaro ve Benassi’ye göre ihracat odaklı firmaların maliyet
azaltma baskısı, Almanya’daki endüstriyel ilişkilerin dönüşümünü
tetiklemiş, toplu iş sözleşmelerini zayıflatmış ve firma düzeyinde
esnekliği artırmıştır. Bu durum, yalnızca hizmet sektöründe değil,
imalat sektöründe de ücretlerin verimlilik artışından kopmasına yol
açmıştır. Hizmet sektöründeki ücret durgunluğu ve atipik istihdam
biçimlerinin yaygınlaşması, emek piyasasında eşitsizliği
derinleştirmiştir.
Tüm bu değişim, Covid-19 salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal
girişimi ve Çin’den gelen rekabet baskısının giderek artması gibi
etkenlerle birleşince Almanya’nın büyüme modeli tıkanmış ve iki
yıldır süren ekonomik kriz, sonunda bir siyasi krize dönüşerek
erken seçimleri getirmiştir. Önümüzdeki haftalara, bu sürece
‘iktidar bloku’ perspektifinden bakıldığında nasıl bir
değerlendirme yapılabileceğini ele alacağım.