Alper Taş: CHP-HDP anlaşmazlığı kırılma yarattı

Alper Taş'tan Beyoğlu değerlendirmesi: HDP ile CHP’nin meclis üyelikleri konusunda anlaşamaması bir kırılma yarattı. Çünkü belediye meclis üyeliği listesinde, HDP seçmeninin kendisini görememesi ve HDP’nin ayrı bir listeyle seçime girmesi, süreci etkiledi. Bu kırılma HDP seçmeninin, sağolsunlar büyük oranda bizi destekleseler de, sandığa daha güçlü gitmesini ve dolayısıyla daha güçlü destek vermesini engelledi.

Abone ol

DUVAR - 31 Mart Yerel Seçimleri'ne CHP'nin Beyoğlu adayı olarak katılan ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, seçimin kazanılamamasında HDP ve CHP'nin meclis üyelikleri konusunda anlaşamamasının etkenlerden biri olduğunu söyledi. Taş, 65 bin 156 oyla AK Parti adayı Haydar Ali Yıldız'ın kazandığı seçimde 57 bin 487 oy toplamıştı. İlçedeki belediye meclis üyeliklerinde ise CHP 49 bin 7, HDP 7 bin 382 oy almıştı. Birgün gazetesinden Berkant Gültekin'e bir söyleşi veren Alper Taş'ın ilgili açıklamaları şöyle:

“Neden kaybettik?” diye kendi kendinize düşündüğünüzde ne yanıt veriyorsunuz?

Birkaç faktör seçimi kazanmamıza engel oldu. Bunları mazeret olarak söylemiyorum. Dar zamana sıkıştırılmış bir seçim çalışması yapmak zorunda kaldık. Esasen bizim başarılı olduğumuz yön kendimizi birebir ilişkilere dayanarak anlatma yoluydu. İnsanların bizi görmesi ve tanımasıyla bir ivme yakaladık. Yani dışarıdan değil de, içeriden seslendik. 50 günlük süre, bizim için sınırlıydı. Aleyhimize de çok büyük kara propaganda vardı. Seçim sabahına kadar hem mahallelerde hem de sandık bölgelerinde aleyhimize bildiriler dağıtıldı. Devletle yarıştık. Devletin en çok uğraştığı ilçe belediye seçimi Beyoğlu oldu. Biz bu kara propagandayı, insanlara kendimizi tanıttıkça aşabildik. Dolayısıyla ulaşamadığımız kesimleri, bu kara propaganda bir düzeyde etkiledi.

Bunun dışında HDP ile CHP’nin meclis üyelikleri konusunda anlaşamaması bir kırılma yarattı. Çünkü belediye meclis üyeliği listesinde, HDP seçmeninin kendisini görememesi ve HDP’nin ayrı bir listeyle seçime girmesi, süreci etkiledi. Bu kırılma HDP seçmeninin, sağolsunlar büyük oranda bizi destekleseler de, sandığa daha güçlü gitmesini ve dolayısıyla daha güçlü destek vermesini engelledi. İkincisi, meclis üyeliği listesi bizim açımızdan Beyoğlu’nun yerel dinamiklerini ve demokrasi güçlerini kapsayabilen bir liste olmadı. Meclis üyeliği listesi tartışmalara yol açtı. Aslında bizim böyle bir yetkimiz vardı ama biz CHP içerisinde oluşan havadan kaynaklı kimi kesimleri küstürmemek adına bu yetkiyi kullanmadık, CHP’nin inisiyatifine bıraktık. Ama CHP kendi içinde bunu sağlıklı bir biçimde çözemedi, meclis üyelikleri krizi yaşandı. Eğer bu listeyi farklı kesimlere açabilseydik, sahada daha etkili bir çalışma yürütüp daha da güçlü destek yakalayabilirdik.

Bir de şöyle bir eksikliğimizin daha olduğunu düşünüyorum. Şimdi bu seçimi kazanmamız açısından 3 faktör belirlemiştik. Kimseyi suçlamak için değil, ki böyle bir hakkımız da yok. Bir durum tespiti yapmıştık. 3 faktörden birincisi, 1. bölge denilen, Cihangir’i de içeren tarihi Beyoğlu’ndaki seçmenin katılımının çok yüksek olmasını temenni ediyorduk. Buradaki katılımı yüzde 80’in üstüne, yüzde 90’lara kadar çıkarmak istiyorduk. Ama bu oran yüzde 73’lerde kaldı. Eskiye göre geriledi. Bu bizim için bir handikap oluşturdu. Çünkü buradaki seçmenin bize oy verme potansiyeli çok yüksekti. İkinci kategori, HDP seçmeninin tam ve güçlü desteğini yukarıda saydığım nedenlerle alamamamızdı. HDP bizi destekledi, ben o desteği hiçbir zaman gizlemedim. Açıkça da her platformda teşekkür ettim. Fakat az önce söylediğimiz meclis listelerindeki sıkıntı, tam ve güçlü desteği engelledi. Bizim esasen başarılı olduğumuz yer ise AKP’nin güçlü olduğu yerler oldu. Biz hep oralara yoğunlaştık. Burada oyları artırdık ve istediğimiz sonucu aldık. Bize oy vermeyen bile bizi takdir etti. Seçim sonrası yaptığımız gezilerde de bunu görüyoruz. İnsanlar bizi kucaklıyorlar. “Burada çalışamazsınız” denilen yerde, solun yıllardır yapamadığı bir şeyi yaparak büyük bir etki yarattık. Seçim irtibat büroları kuruldu, bizzat sahada birebir, ev ev, kapı kapı çalışma yapıldı ve önemli bir oy oranı da yakalandı. Bizim eksikliğimiz buradaki yoğunluğumuzun bir kısmını Cihangir ve HDP seçmeninin olduğu yerlere yöneltmememizdi. Buraları garanti görme ve gerekli yoğunluğu gösterememe istediğimiz sayısal sonuçları yakalayamamamıza yol açtı.

Beyoğlu pratiğinin Türkiye solu açısından özel bir laboratuvar olduğunu ifade edebiliriz sanırım. Sol, uzun bir aradan sonra ilk kez bu kadar kitlesel, iddialı ve coşkulu bir kampanya yürütme fırsatı buldu. İnsanlarla doğrudan temas edildi, daha önce solla tanışmamış yoksul kesimlerle organik ilişkiler geliştirildi. Bu iletişimin nasıl kurulduğu da önemli bir mesele. Oraya solun fikirlerini taşıdınız ama bugüne kadar kullandığınızı dili ve kavramları yeniden kurguladınız mı? Mesela “Piramidi terse çevireceğiz” dediğinizde, bunu ilçe halkına anlatmayı nasıl başardınız?

Şimdi tabii piramit kavramını kullandık ama biz esasen halkçı bir yerel yönetimin nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalıştık. Zaten halk bunu görüyor. Bir belediye var, halktan bütünüyle kopmuş, halka dokunmayan, halkın sorunlarından bütünüyle uzak… Bunun karşısında bir halkı söz ve karar sahibi kılan bir anlayışı hayata geçireceğimizi söyledik. Halkın nasıl yönetileceğini değil, halkın nasıl yöneteceğini anlattık. Şirketleştirilen yerel yönetimlerin, kamuya ait bir hizmet alanları olması gerektiğini savunduk. Vatandaşı müşteri olarak gören değil, vatandaşı hak sahibi olarak gören bir anlayışı anlattık. Bunlarla birlikte kendi ahlaki ilkelerimizin altını çizdik. Çünkü, Türkiye’de en çok yıpratılan kavram ahlak. Yani yalan söylemek, yapmayacağını şeyin sözünü vermek, kamu üzerinden mal-mülk biriktirmek, rant sağlamak, ayrımcılık yapmak, eşit ve adil davranmamaktan söz ediyorum. Bütün bu ahlaksızlığı teşhir ettik. Bunu yaparken de özümüzle sözümüzle bir olmaya çalıştık. Siyasal sürecimizden ne biriktirdiysek, onları hiç eğip bükmeden olduğu gibi anlattık.

Yani kendinizi iyi anlattığınızı söylüyorsunuz. Aslında sormak istediğim, solun kitabi kalan bazı kavramlarının gündelik dile nasıl tercüme edildiği, halkın anlam dünyası içinde nasıl somutlandığıydı. Örneğin “kamuculuk”, “katılımcı bütçe” gibi literatüre içkin kavramları nasıl aktardınız?

Tabii bazı kavramları doğrudan kullanmıyorsun. Kamu derken yani halkın çıkarını esas alan yönetim… Özel çıkarın değil de toplumsal çıkarın esas alınmasını söylüyoruz. Herhangi bir zümrenin, sınıfın ya da ayrıcalıklı kesimin değil, sizin temsilciniz olacağız diyoruz. Ama bence solun meselesi kavram meselesi değil, solun meselesi insanlarla iç içe ve onlarla hemhal olan bir siyaset tarzını yerine getirip getirmeme meselesi. Yoksa kavramlara bakarsak, mesela Türkiye devrimci hareketi 1980 öncesinde “oligarşi” gibi bir kavramı bütün Türkiye’ye yaygınlaştırdı. O dönem Türkiye’nin her tarafı “Katil oligarşi” sloganları ve yazılamalarıyla doldu. Yani mesele kavramın kendisinde değil, halkın dünyasının bir parçası olabilmekle ilgili. O dünyanın içerisinde olabildiğin müddetçe, kavramları anlatmakta hiçbir sorun yaşamazsın. Biz de böyle olduk ve söylemlerimizde bir karşılık buldu. İnsanlar bizi kendilerinin bir parçası olarak gördüler.

Aslında bunu tam tersi olarak Türkiye toplumu için, ahlaki ve kültürel olarak giderek soldan uzaklaştı deniliyor. Doğrusu 12 Eylül darbesinin yarattığı atmosfer, toplumun soldan, hatta genel olarak politikadan uzaklaşmasına neden oldu ve sosyalistler ile halkın bağı eskiye göre zayıfladı. Siz Beyoğlu tecrübesinden sonra bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Yeniden sol ile halk arasında kuvvetli bağlar kurmak için iddia edildiği gibi aşılmaz barajlar mı var?

Hayır, hayır. Kesinlikle böyle bir baraj yok. İnsanlar yalnız ve çaresiz. Sol vicdana ihtiyaçları var. Doğal olarak biz, içten bir şekilde bu eli uzattığımızda, halk buna olumlu yanıt veriyor. Biz Beyoğlu’nda bunu gördük. Belki bazıları sandığa gidip oy vermiyor ama onların gönlüne de girebiliyorsun ve kalıcı izler bırakabiliyorsun. Seçim sonrası gezilerimizde bunu görüyoruz. “Ben size oy vermedim ama sizleri çok takdir ediyorum. Çok güzel, çok iyi, çok adil insanlarsınız. Bu çalışmalarınıza devam edin” diyorlar. Halkla aramızda kültürel engeller olduğu iddiası da bir hikaye. Biz sanki halkın dışında insanlarmışız gibi bir algı oluşturuluyor. 12 Eylül öncesi solun toplumsallığı ve halkçılığı ortada. Şimdi bu toplumsallığı ve halkçılığı yeniden inşa etme zamanı. Şunu da söyleyeyim, dindar insanlarımız da bu dincilikten rahatsız. Milliyetçi, muhafazakar toplumsal kesimlerle çok önemli bağlar kurduk, azımsanmayacak bir kısmının oyunu da aldık. Seçim sonrası bize bu kesimlerden görüşme ve ilişkileri sürdürme önerileri geliyor. Tüm kara propagandalara rağmen halkla buluşmada hiçbir sıkıntı çekmedik. Kimse bize, “Sizin burada ne işiniz var, çekin gidin buradan” gibi bir şey söylemedi. Bize oy vermeyenler bile “Gerçekten gönülleri kazandınız” dediler. Bizim en büyük başarımız da bu.

Beyoğlu’nda kampanya süreci, hem size hem çalışmada bulunan diğer insanlarda fikri anlamda bir yenilenmeye neden oldu mu? “Bu işi böyle yapmak lazımmış demek ki” dediğiniz şeyler var mı mesela?

Şunu gördüm, biz buraları çok boş bırakmışız. Gerçekten bu insanların bizlere ihtiyacı var. Kendisini çıkarsız ve içten seven kişilere, yani devrimcilere bu halkın ihtiyacı var. Şimdi biz buralara döndük. En azından Beyoğlu ölçeğinde döndük. Hatta ilçede geçmişi de yaşamış bir imam şöyle dedi: “Mahallenin abileri, ablaları, çocukları geri döndü. Ne güzel.” Ben bir mitingde yaptığım konuşmada bunu dile getirmiş ve “Rahat olun artık, mahallenin abileri, ablaları geri döndü. Mahalleyi artık terk etmeyeceğiz” demiştim. Şimdi bizim sözümüzü tutmamız ve bu mahalleleri terk etmememiz gerekiyor. İnsanlar bize, “Bizi bırakmayın” diyor. Onları bırakmayacağız. Yakaladığımız ilişkileri daha büyütmemiz lazım

Siyaset seçimden seçime yapılamaz. Bu konuda halktan çok eleştiri var. Bizi görememekten şikayet ediyorlar. Seçimden seçime çalışma yürütürseniz, genel siyasi tabloya bağlı olarak belki bazı başarılar yakalayabilirsiniz. Ama toplumun içine nüfuz edebilme açısından, her gün, her yerde siyaset yapmak ve bu siyaseti de toplumsallaştırmak lazım. Halkın dertlerine derman olabilmek, çeşitli örgütlenme araçlarıyla onların gündelik hayatının içine girebilmek lazım. Mücadeleyi çok yönlü ele alacak, bire bir siyaset zeminleri kurabilecek örgütlenmeler gerekiyor.

SÖYLEŞİNİN TAMAMI