Geçtiğimiz hafta, kapitalizmin derin bir bunalımdan geçtiğini ve bunalımın sadece iktisadi krizden ibaret olmadığını, siyaseten de yaşandığını belirtmiştim. Bunalımı tarif eden pek çok özellik var ancak siyasi liberalizm ile ekonomik liberalizmin giderek ayrışması bunlar arasında en önemlilerinden biri. Bu koşullarda, mevcut bunalımın aşılması için olası alternatiflerden olan, 1950-1973 arasındakine benzer sosyal devlet uygulamalarının tekrarlanabilir bir model olmaktan çok, kapitalizmin tarihsel gelişimi içinde özgün bir dönem olarak değerlendirilmesinin daha isabetli olacağına işaret etmiştim. Yazı ile ilgili okurlardan gelen yorumlar üzerine bazı hususları biraz daha detaylandırmam gerektiğini fark ettim.
Bu yazıda James O’Connor’ın 1970’li yılların sonlarında çok ses getiren Devletin Mali Krizi kitabından esinlenerek, neoliberalizmin alternatifleri bahsinde, ekonomik model seçiminin yapısal sınırları üzerinde duracağım. O’Connor kapitalist toplumlarda devletin kimi zaman birbiriyle çelişebilen ya da örtüşebilen iki işlevi olduğunu ileri sürer: sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak ve birikimin toplumsal meşruiyetini sağlamak. Aşağıda, O’Connor’ın sözünü ettiği bu iki işlevin, aynı zamanda politika yapıcıların ekonomik model seçiminin de sınırlarını oluşturduğunu ileri süreceğim.
EKONOMİK MODEL SEÇİMİ
Belirli bir dönemde hangi ekonomi modelinin uygulanacağı, politika yapıcılarının serbest seçimlerine bağlı olarak şekillenmez. Örneğin, ülkelerin coğrafi konumu, ülke büyüklüğü, ülkenin sahip olduğu doğal kaynaklar ya da teknolojik donanımları gibi unsurlar, ekonomik model seçimini sınırlar.
Bu kısıtların dışında, sermaye birikiminin sürekliliğini sağlama, kapitalist toplumlarda politika yapıcılarının ekonomik model seçimindeki temel sınırını oluşturur. Zira ekonomik büyümenin sürdürülememesi durumunda, ülkedeki rejimin niteliğinden bağımsız olarak (demokratik ya da otokratik) siyasi iktidarların iktidarda kalması tehlikeye düşecektir. Ekonomik büyümenin sürdürülmesi ise, özel yatırımların sürmesine, özel yatırımların sürmesi ise sermayenin karlılığına bağlıdır. Kısacası, kapitalizm içi bir ekonomik model seçiminden bahsediyorsak, politika yapıcılar iktidarda kalmak için sermayenin karlı olduğu politikaları uygulamakla mükelleftir.
SERMAYENİN KARARLILIĞI
Sermayenin karlılığını sağlamak ve bunu sürekli kılmak için yapılması gerekenler ise konjonktürel olarak değişebilir. Örneğin karlılığı tehdit eden talep eksikliği ise devlet talebi destekleyerek müdahale edebilir. Geniş anlamda Keynescilik olarak özetlenen ekonomik model, buna dayanır.
Ya da karlılığı tehdit eden talep eksikliğinden ziyade sermaye üzerindeki yükler ise, politika yapıcılar bu yükleri ortadan kaldırmaya yönelebilir. 1970’ler sonrasında uygulanan kuralsızlaştırma (deregülasyon) uygulamaları, bir yandan sermaye üzerindeki vergilerin indirilmesine, diğer yandan da sendikaların emek piyasalarında yarattıkları “katılıkları” aşmaya yöneliktir.
Karlılığı tehdit eden durum, sermaye akımlarına bağımlılık ise, politika yapıcılar ülkeye sermaye girişini sağlayacak düzenlemeleri yapmayı, ülkeyi “yatırımcı dostu” ya da “cazibe merkezi” haline getirmeyi öncelik olarak belirleyebilir. Örnekler çoğaltılabilir, ancak vurgulamak istediğim şu: Kapitalist üretim yapısının verili olduğu durumda hükümetler iktidarda kalmak için sermayenin karlılığını sağlamak zorundadır. Bu ekonomik model seçimindeki en önemli yapısal kısıtı oluşturur.
TOPLUMSAL MEŞRUİYET
Sermayenin karlılığını sağlamak zorunluluğu nasıl ekonomik model seçimini kısıtlayan bir unsursa, birikimin toplumsal meşruiyetini sağlamak da aynı şekilde bir diğer sınırı oluşturur. Bunun anlamı, ekonomik büyümeden sadece ayrıcalıklı bir kesimin yararlanması karşısında geniş toplum kesimlerinin maddi hayat şartlarındaki sürekli kötüleşme durumunun, iktidarlar için siyaseten sürdürülebilir olmamasıdır. Burada kritik olan karlılığın sürekliliğini sağlama ve bunun meşruiyetini sağlama hedeflerinin uyuşup uyuşmadığıdır. Bir başka ifadeyle, sermayenin karlılığını sağlamak ve bunun sürekliliğini sağlamak hedefi ile siyasi iktidarların toplumsal meşruiyetlerini sağlama hedefi her zaman örtüşmeyebilir.
BİRİKİMİN MEŞRUİYETİ
Yine örnekler üzerinden gidersek, karlılığı tehdit eden talep eksikliği ise, bu sorunu çözmek için devletin ekonomiye müdahalesini içerek bir ekonomik model, hükümetlerin iki hedefe aynı anda ulaşmalarını mümkün kılabilir. Zira talebi destekleyici politikalar üzerine kurulu bir ekonomik model, kamu harcamalarının artmasını, çalışanların gelirlerinin farklı yollarla desteklenmesini, hatta reel ücret artışını beraberinde getirebilir.
Bu durumda hem sermayenin karlılık sorunu çözülmüş olur, hem de bu çalışanların gelir düzeyinin yükseltilmesi yoluyla yapıldığı için, hükümetlerin toplumsal meşruiyeti sağlanmış olur. Bu örnek, 1950-1973 arasında sermayenin karlılığını sağlayan Keynesyen politikalar ile yeniden dağıtımcı sosyal demokrat siyasetlerin bir arada var olma zemini hakkında bize bir fikir verebilir.
MEŞRUİYET AŞINMASI YARATAN BİRİKİM
Ancak hem sermayenin karlılığını sağlayacak hem de bu yapılırken iktidarların toplumsal meşruiyetini sağlayacak ekonomi politikalarını uygulamak her zaman mümkün olmayabilir. Yukarıdaki verdiğim örneği takip edersem, sermayenin karlılık koşullarının sağlanması, çalışanların gelirlerini artırmak yerine onların toplumsal güçlerinin sınırlanmasını gerektiriyorsa, ekonomik büyüme sağlansa dahi, geniş toplum kesimleri bundan faydalanmadığı için siyasi iktidarların toplumsal meşruiyetlerinde aşınmalar ortaya çıkabilir. Bu son durum, 1970’li yıllardan itibaren, sermayenin karlılığını yeniden sağlamak için geliştirilen ve neoliberalizm olarak adlandırılan ekonomik model için geçerlidir.
ARA SONUÇ
Karikatürize etme riskini alarak bu yazıda anlatmaya çalıştığım argümanı kısaca şöyle formüle edebilirim: Kapitalizm içinde hangi ekonomik modelin uygulanacağı, sadece politika yapıcıların tercihleri tarafından belirlenmez. Politika yapıcıların model seçiminin yapısal sınırları vardır. Bu sınırların bir ucunda sermayenin karlılığını sürdürme zorunluluğu varken diğer ucunda iktidarların toplumsal meşruiyetlerinin korunması yer alır.
Bu iki hedef, kimi zaman birbiriyle uyumlu olabileceği gibi kimi zaman da birbiriyle çelişebilir. Sermayenin karlılığın sağlanmasının koşulları ile iktidarların meşruiyetlerinin sağlanmasının koşullarının uyuşması, kapitalizmin “altın çağı” olarak nitelenen, Keynesyen ekonomi politikalarının uygulandığı dönemde mümkün olmuştur. 1970’lerden itibaren hakim ekonomik model olan neoliberalizmde ise sermayenin karlılığını sağlamak ile iktidarların meşruiyetini korumaları hedefleri birbiriyle çelişmektedir. Bu 2008 krizi sonrası daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Özellikle sağ-popülist dalganın yükselişi ve ekonomik liberalizm ile siyasi liberalizmin ayrışması gibi gelişmeleri, bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Tartışmaya buradan devam etmek için önümüzde duran soru şu: neoliberal ekonomik modelin uygulanması durumunda karlılık ile meşruiyet arasındaki çelişkiler nasıl yönetilmektedir? Bir başka ifadeyle, nasıl oluyor da, katı neoliberal ekonomik model uygulayan hükümetler, geniş toplum kesimlerinin bu modelden olumsuz etkilenmelerine rağmen toplumsal meşruiyetlerini koruyarak uzun süre iktidarda kalabilmektedir?