Beş yıldan uzun süre önce şöyle yazmışız: “Toz Ruhu”, Nesimi
Yetik’in yeni filmlerini merakla beklememiz için yeterince veriye
sahip.”
İşte beklediğimiz o yeni film “Dirlik Düzenlik”, Antalya Altın
Portakal Film Festivali’nde çıktı seyircinin karşısına. Şimdiye
kadar izlediklerimiz içinde en dişe dokunur olanıydı kuşkusuz ama
beklentilerimizi karşıladığını söylemek çok güç.
“Dirlik Düzenlik”, ‘evin babası’ öldükten sonra bir arada
yaşamaya devam eden üç kadının hikayesini anlatıyor. Bir ayağı
aksayan engelli öğretmen Hicran, emlak acentesinde çalışan Vildan
ve anneleri Dudu… Açılışta bu üç karakteri seyirciye kısaca
tanıtıyor yönetmen. Ardından hikaye başlıyor. Dudu, günde altı kez
beslenmek zorunda kalan, iğne ile sağlığını koruyabilen bir şeker
hastasıdır. Hicran, bedensel engelini bir varlık sorunu haline
getirmiş, kardeşinin güzelliğini kıskanmaktadır. Vildan, okuyamamış
olmanın ezikliğini, içinde doğduğu sınıfın yoksulluğuna yönelik
öfkesini güzelliğiyle beslediği kibre dönüştürmüştür.
Filmin ilk yarım saati bu ailede ‘dirlik düzenlik’in nasıl da
pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteriyor ustalıkla… Bir kör kuyu
olarak kardeşliğin nefretten sevgiye hızlı geçişlerini, iki
kardeşin bir yanda birbirlerini boğazlamak, diğer yanda dayanışmak
gibi garip gelgitlerini anlatıyor ve bunda gayet de başarılı. İlk
bölümün sonuna doğru yaşanan kırılma filmin de karakterlerin de
ayarını bozuyor kanımca. Evde iki tane genç kadın varken Dudu’ya
evlenme teklifi geliyor. Ki bu muhteşem bir buluş açıkçası ve
filmin en iyi akslarından birisi. Vildan, bu durumu daha makul
karşılarken, Hicran sorun çıkaran taraf olur. Dudu ise yıllardır
eziyet gördüğü kocasından sonra düzgün bir adamla yaşlanmak için mi
yoksa kızlardan kurtulmak için mi evlenmektedir belirsizdir.
Dudu’nun evlenme niyetinden sonra Hicran’ın zaten dengesiz olan
davranışlarının artışı, yalnız kalma korkusunun yükselişini
görüyoruz. Bu biraz Asiye Dinçsoy’un karakterine katmayı başardığı
derinlikle de ilgili. Çünkü diğer iki karakterin bu kırılma anından
sonraki seyri çok ağır ve derinliksiz işliyor. Hal böyle olunca da
ilk yarım saatin ardından finale kadar aynı yerde dönüp duran,
birbirinin benzeri krizleri tekrar ederek ilerlemeye çalışan ama
hikayeyi hiç ilerletemeyen bir yapı çıkıyor ortaya. Hicran’ın
yalnız kalma korkusuna mı, Dudu’nun evden gitme hevesine mi,
Vildan’ın üst üste gelen hayal kırıklıklarına mı odaklanacağını,
filmin merkezine hangisini oturtacağını, finalin yükünü kimin
boynuna yıkacağını bilemiyor gibi sanki film. Ailedeki ‘dirlik
düzenlik’in hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmadığını gösterirken,
içeride olup bitene fazlaca giremiyoruz.
Nesimi Yetik, kamerasını hep yakın planda tutuyor. Yüzlere,
ellere, ayaklara odaklanıyor… Karakterlerimizin içinde bulunduğu
boğulma hissini seyirciye de geçirmeye çalışıyor. O kapatılmış
hissinin, bir yere gidememe, bir şey yapamama duygusunun nasıl bir
şey olduğunu karakterlerle birlikte seyirci de hissetsin istiyor.
Bu tercihin işlevli olduğu bölümler olduğu gibi, duygusal değil
görsel olarak rahatsız edici olduğu anların varlığı da söz konusu.
Ancak bunun benim deneyimim olduğunu eklemeliyim, çünkü bu tercihin
yarattığı sıkışmışlık hissini film boyunca hissedenler de hiç
azınlıkta değil. Filmin tekniğinden söz açılmışken, kurgu
sıkıntılarına da dikkat çekmekte yarar var. Satın alındığını
gördüğümüz arabayla ilgili yarım saat sonra “ben bir araba
alacağım, kredi çekeceğim” cümlesinin geçtiği sahne koymak biraz
amatörlük kokuyor açıkçası. Ki bu araba meselesi, filmin gözden
kaçan kusurlarının sembolü olarak da okunabilir. Zira bir ara
Hicran’ın bütün gündemi bu iken arabayı aldıktan sonra gündem
olmaktan çıkıyor, işin tuhafı araba da ortadan kayboluyor ve bir
daha görülmüyor. Gerçekte nasıldır bilinmez tabii ama izlerken,
sanki senaryoda önce olan bölümlerin kurguda daha arkalara atıldığı
hissi uyandırıyor. Bu da kimi devamlılık sorunlarına neden oluyor.
Aynı şeyi karakterlerin seyri için de söyleyebiliriz.
KOKU
İşiniz yılda en az 300 film izlemek olunca bazı mesleki
kavramlar geliştiriyorsunuz ister istemez. Örneğin “hissedilen
süre”. Film eleştirmenleri arasında bir filmin gerçek süresi
dışında ne kadar hissedildiğine dair bir espridir. “90 dakika ama
hissedileni 150” gibi örneğin. Bir de bu kadar filmin yüzde 80’nin
kötü olduğunu düşünün. İşte bu durumda “eğlenceli kötü” tanımlaması
yetişiyor imdadımıza.
İşte Yasin Çetin, Barış Gördağ ikilisinin yönettiği “Koku”nun
“eğlenceli kötü” olması iyi bir şey bizim için. Çünkü üzerine
konuşulabilecek malzemesi de bol. Bu malzemelere geçmeden önce
filmin hiçbir anında seyirciyi ikna edememek gibi bir sorunu
olduğunu belirterek başlayalım. Yaşadığı evden ve altındaki
arabadan anladığımız kadarıyla varlıklı bir profesör olan İlhan,
terk edildikten sonra erken menopoza girdiğini öğreniyor. Bunun
üzerine çocuk yapmaya karar veriyor. Ama ne hikmetse bir sperm
bankası yerine, kendisine kanlı canlı bir erkek buluyor. Okulda
yüksek lisans yapan Mustafa ile yolları kesişiyor. Kahve içerken
iki dakikada parada anlaşıyorlar ama bir türlü anlamadığımız bir
şekilde evlenmek zorunda da kalıyorlar. Ve heyhat ilk sevişmede de
hamile kalıyor İlhan. Sonra yine anlayamadığımız bir şekilde yaz
tatili için Mustafa’nın Malatya’daki köyüne gidiyorlar. Orada
yaşayan öksüz ve yetim Zel ile İlhan arasında duygu dolu bir ilişki
gelişiyor.
“Koku” için yapılacak benzetmelerden birisi “Bağlılık: İlhan”
olabilir. Çünkü Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Aslı” filminde
olduğu gibi burada da mesafeli kadınımız anne olmanın erdemlerini
öğreniyor. Hakkını yemeyelim, diğerindeki kadar analık vurgusu yok
burada. İkinci olarak İlhan’ın anne travmaları var, çünkü
sevilmemiş, hep erkek kardeşlerini sevmişler… Haliyle Mustafa’nın
annesi ona analığın ne olacağını gösterecek gibi oluyor ama bizim
şehir kızı profesörümüz bu insanlara “ilkel” muamelesi çekiyor.
Evet, bu kelimeyi de kullanıyor gerçekten. Mustafa ise bir erdem
timsali olarak ortalıkta dolaşıyor tabii. İlhan’ın burnu büyüklüğü,
kibri karşısında onun mütevazı halleri, olgun tavırları ‘Anadolu
erdemi’nin güzel bir örneği olarak çıkıyor karşımıza. Ve fakat bu
arkadaşın daha filmin başında para karşılığı ilişkiyi kabul
ettiğini, yoksulluk edebiyatı yaparken İlhan’ın son model
arabasıyla oradan oraya fink attığını görünce o meşhur erdemin de
bir yere kadar olduğunu yeniden hatırlıyoruz.
Bütün bunları izlerken eğleniyoruz eğlenmesine de, Nergis Öztürk
gibi bir oyuncunun düştüğü/ düşürüldüğü hallere de üzülmüyor
değiliz haliyle…