Altın Portakal Günlükleri 4: 'Bembeyaz' ve 'Birlikte Öleceğiz'
Dördüncü günde izlediğimiz "Bembeyaz", muhafazakâr erkeğin 'suç ve ceza' ile olan imtihanının Türkiye sinemasında öne çıkan bir tema olduğunu iyice belirginleştiriyor. "Birlikte Öleceğiz" ise ikna edici olamayan hikâyesi ve nedenini bir türlü anlamadığımız uzunluğuyla ancak 'deneyim' olarak anılabilir.
Ulusal yarışmanın dördüncü gününde Necip Çağhan Özdemir’in
"Bembeyaz" ve Hakkı Kurtuluş ile Melik Saraçoğlu’nun birlikte yazıp
yönettiği "Birlikte Öleceğiz" çıktı seyircinin karşısına…
Bu festival, bir temayı giderek görünür kılmaya başladı.
"Muhafazakâr" erkeklerin suçluluk duygusu ve vicdan muhasebesi.
Kuşkusuz muhafazakâr dünyadan insanlar Türkiye sinemasına defalarca
konu oldu. Ama bu yeni durumun yaklaşık 20 yıllık Ak Parti
iktidarının yarattığı tahribat ve atmosferle de ilgisi olduğu
söylenebilir. Hem o dünyanın içinden çıkıp gelen hem de oraya bakan
yönetmenlerin 'suç', 'suça ortak olma', 'göz yumma' biçiminde
özetleyebileceğimiz ortak temalarının tuhaf biçimde iktidar
iklimiyle de alakalı olduğunu görmezden gelemeyiz. Bu noktada mevzu
yalnızca film eleştirmenliğinin konusu olmaktan çıkıyor ve
sosyoloji/siyaset biliminin de alanına giriyor. Dört gün içinde
"İki Şafak Arasında", "Bağlılık Hasan" ve son olarak izlediğimiz
"Bembeyaz"ı farklı konuları işlemelerine rağmen birleştiren ortak
tema 'suç', 'suç ortaklığı' vb. Bu üç film arasında sineması en
zayıf ama karakterine merhametsizce yaklaşanı "Bembeyaz".
Vural ve sonradan tövbe edip dine yönelen babası Amerikan
konsolosluğunun karşısında fotoğraf stüdyosu işletirler. Evli ve
bir erkek çocuğu olan Vural’ın hayatında dini vecibeler de hatırı
sayılır bir yer tutmaktadır. İbadetlerini aksatmamaya çalışırken,
namuslu davranmaya, kul hakkı yememeye özen gösterir, "kimse
görmezse Allah görür" desturunu kendisine kılavuz edinir. Ancak bu
imajı kazıdığımızda altından günahlarını örtmek için ibadeti ve
imanı bir kabuk gibi üzerine giyen bir adamla karşılaşıyoruz. Ki,
daha açılış sahnesinde oğluyla ilişki kurma biçiminden karşımızdaki
karaktere dair fikrimiz de oluşuyor.
Vural, fotoğraf stüdyosunda tanıştığı Sonay adlı bir kadınla
ilişki yaşamaktadır. Sonay, evlere temizliğe giden, ABD’ye yerleşme
hayalleri kuran genç bir kadın. Belalı bir sevgilisi var ama
arandığı için ortalıkta pek görünmüyor anladığımız kadarıyla.
Nihayetinde bu günah, kaygılar ve yalanlarla bezenerek başka
günahların kapısını açıyor ve Vural vicdanıyla baş başa kalıyor.
Sıcağı sıcağına filmin sürprizlerini ele vermemek için biraz
yuvarlak ifadeler kullanmak zorundayız ama özetle bir 'suç ve ceza'
hikâyesi olmaya çalışıyor "Bembeyaz".
Necip Çağhan Özdemir, sorunlu ve giderek babasına benzeyen
bir adamın portresini çizerken karakterin karanlığını ortaya
koymakta ve yukarıda da belirttiğim gibi iman/ibadetin bir tül gibi
bütün suçları örtmek için kullanılışını göstermekte cesur açıkçası.
Bunda Mert Fırat’ın Vural karakterinde ortaya koyduğu performansın
etkili olduğunu da ekleyelim.
Ancak bu cesaretin güçlü bir görsel atmosferle desteklendiğini
söylemek ise çok zor. Daha ilk dakikasından itibaren özenilmiş bir
iş olduğu anlaşılsa da, film boyunca sinema hissi yakalamak oldukça
zor. İyi tasarlanmış, iyi çekilmiş bir televizyon filmi gibi
işliyor birçok şey. Karakterin karanlığına kamera eşlik edemiyor.
Kimi mizansenler çok amatör görünüyor; işin polisiye kısmında
açıklar vererek ikna edicilikten uzaklaşıyor ve en önemlisi ilk
perdenin sonunda hikâyenin az çok nereye varacağını kestirmek
kolaylaşıyor.
.
BİRLİKTE ÖLECEĞİZ
Hikâyenin nereye varacağını kestirmek demişken, daha yirminci
dakikasında "bu böyle gidemez bir noktada başka bir şey olmalı"
dediğimiz "Birlikte Öleceğiz"e bağlayabiliriz sözü. Çünkü yirminci
dakikada gelen bu hissin 140 dakika daha sürmeyeceğini ummak
oldukça insani bir his. Ama öyle olamıyor maalesef. Bir aşk
hikâyesi anlatmaya niyetlenmiş Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu.
Birkaç hafta önce benim de jüri üyesi olduğum Adana Altın Koza Film
Festivali’nde "Dermansız" adlı belgeselleriyle "Jüri Özel Ödülü"
kazanan ikilinin yeni kurmacası hayli zamandır da bekleniyordu
üstelik.
Özetle ana akım bir aşk hikâyesi izleğini takip ediyor yapım.
Tanışma, birlikte olma, kriz, ayrılık ve yeniden birleşme. Aralara
kimi felsefi cümleler, şiirlerden, filmlerden alıntılar, İstanbul
görüntüleri, varoluşsal sancılar giriyor ve film bir türlü
bitemiyor. Diyeceklerimizi demeden önce şu notu düşmekte yarar var.
Bu filmin 161 dakika olmasını açıklayacak hiçbir gerekçe yok
kanımca. Öte yandan kendi adıma filmdeki aşk hikâyesinin tek bir
anına bile ikna olmadığımı belirteyim. Hatta kimi yerli dizilerin
ilk bölümlerinin hem hikâye inandırıcılığı hem oyunculuk hem de
mizansen açısından çok daha olduğunu söylesem abartmış olmam bence.
Şöyle düşünelim. İyi bir yerli dizi senaristine politika
yapabildiği, sevişme sahnesi yazabildiği bir özgürlük alanı
tanısak, daha ikna edici bir aşk hikâyesi çıkarabilir ortaya.
Öte yandan, filmin aralarına serpiştirilmiş metaforlar da
cabası. Beyaz bereler, sağlık emekçilerine yönelik saldırılar,
anne-baba travmaları, azınlıklar vb. gibi metafor yağmurundan
korunmaya çalışırken, erkek karakterimiz Mazhar’ın bir çıldırma
anında memleketin bütün ahval ve şeraitini üzerimize boca ediliyor
iki dakika içinde. Bir rakı muhabbetinde söylesen "abi sakin" diye
insanların seni kendine getirmeye çalışacağı, arkadaş grubunda buna
yeltensen "yeter vır vır aynı şeyler" diye dışlanacağın onlarca
Sözcü Gazetesi manşetinin iki dakikada boca edildiğini düşünün. Tam
olarak böyle…
Hal böyle olunca, bütün bu yoğunluğun nasıl
görselleştirildiğinin de bir anlamı kalmıyor açıkçası. İstanbul ve
aşk arasındaki sarsılmaz bağı böyle vasat bir dil ile anlatmaya
kalktığınızda kentin kadim tarihi de, şirin sokakları da, eşsiz
boğazı da anlatıya meze olmaktan kurtulamıyor maalesef…