Altın Portakal’da ulusal yarışmanın beşinci ve son günü
üzerimizdeki rehaveti söküp attı denilebilir. Ali Tansu Turhan’ın
ilk uzun metrajı "Diyalog" tam bir festival sürprizi olarak
gönülleri kazanmayı başardı. Festivalin en fazla merak edilen
yapımlarından Tayfun Pirselimoğlu’nun "Kerr"i ise her saniyesiyle
sinema duygusu yaşatan bir yapım bana göre.
İkinciden başlayalım. Önce Tayfun Pirselimoğlu sinemasının
herkesi içine alan bir yapısı olmadığını, bağlantı kurmakta
zorlanılabileceğini ama bir kez kurulduktan sonra da büyük haz
alınabileceğini belirterek başlayayım. Ben bu bağlantıyı
kuranlardanım. Kanımca "Kerr", yönetmenin özel filmlerinden birisi
olarak geçecek kayıtlara. Pirselimoğlu, 2014 yılında yayımlanan
aynı adlı romanından uyarlamış hikâyeyi. Babasının ölümü üzerine
doğup büyüdüğü kasabaya geri dönen Can, geri dönmek için tren
garında beklerken bir cinayete tanık oluyor. Polis, ifadesinin
alınmasını ardından kasabadan ayrılmamasını tembihliyor Can’a.
Üstüne bir de kuduz köpekler yüzünden kasabada karantina, ardından
tüm ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Babasının garip
arkadaşlarıyla muhabbet etmek zorunda kalan Can, bir yandan da
kasabadan kaçma planları yapar.
Tayfun Pirselimoğlu "Kerr"in atmosferini bir kâbus gibi inşa
ediyor. İstemediğiniz insanlarla muhatap olmak zorunda kaldığınız,
etrafınızda olan bitene bir türlü anlam veremediğiniz, gerçekliğin
durmadan yıkılıp inşa edildiği, dönüp dönüp aynı yere geldiğiniz
bir kâbus bu. Can, içine düştüğü bu kâbustan kurtulmaya çalıştıkça
daha da yüzüne gözüne bulaştırıyor, daha da derine, 'çukura' doğru
çekiliyor. Bir tür balığın takıldığı ağda çırpındıkça daha da ağa
dolanması gibi. Öte yandan 'kara film' hissi oldukça güçlü filmde.
David Lynch ve Coen Biraderler başta olmak üzere hayli referans da
var. Pirselimoğlu’nun 'kadrolu' oyuncusu Rıza Akın tarafından
canlandırılan katil, bir Coen filminden çıkıp gelmiş gibi örneğin.
Filmin estetiği kara filme meyledince görsel atmosfer de öyle inşa
ediliyor. Yönetmenin uzun süredir birlikte çalıştığı görüntü
yönetmeni Andreas Sinanos ve sanat yönetmeni Natali Yeres’in
zanaatı bu atmosferi ustalıkla kuruyor. Ali Aga’nın kurgusu da bu
yapıyı tamamlıyor.
"Kerr"de dikkat çekici bir diğer detay da mekân kullanımı. İlk
filmi "Hiçbiryerde"den bugüne mekân kullanımıyla Türkiye’nin öne
çıkan yönetmenlerinden birisi Pirselimoğlu. Metruk binalar, otel
odaları, kahvehaneler, terzihaneler, pavyonlar, lunaparklar ve daha
birçok mekânı işlevli hale getiriyor ve kâbus hissini
güçlendiriyor. Tam da bu noktada film, bu ülke özelinde çok başka
bir anlama, bugünün Türkiye’sinin alegorisine dönüşüyor. Her şeyin
bir kâbus gibi üzerimize çöktüğü, bırakıp gidemediğimiz, gitmeye
kalktığımızda dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimiz,
evlerin/sokakların çukurlarla dolu olduğu ve bir türlü
uyanamadığımız kâbusun görsel hali gibi yapım. Buna pandemiyi
eklediğimizde daha da anlam kazanıyor her şey.
Öte yandan Pirselimoğlu’nun en eğlenceli filmi bana kalırsa
"Kerr". Bunda yönetmenin başrolü emanet ettiği Erdem Şenocak’ın da
büyük payı olduğunu düşünüyorum. Şenocak bir kâbusun içine düşme
şaşkınlığını, çaresizliğini hissettirmeyi başarıyor. Filmde bir
noktadan sonra tekrara düşülüyormuş hissi yaratan "bu nasıl bir
kasaba", "neler oluyor burada" vb. gibi Can karakterinin
repliklerinin ise tekrardan çok kabusa vurgu yapmak için bilinçli
tercih olduğunu düşünenlerdenim. Bir kâbusu anlamlandıramazsınız
çünkü. Ancak cevap alamayacağız saçma sorular sorarsınız.
Bitirirken, Jale Arıkan’a da bir parantez açalım: Perdede göründüğü
her ana ve kareye bu kadar anlam katan çok az oyuncu var!
DİYALOG
Ali Tansu Turhan’ın "Diyalog"u ise tam bir festival sürprizi
olarak düştü önümüze. Bir film festivalinde sinemaya içeriden bir
bakış atan, film evreni ile 'gerçek' evren arasındaki geçişleri
ustaca kıvıran bir film görmek ayrıca iyi geliyor. Filmde Ushan
Çakır ve Hare Sürel oyuncu kimlikleriyle varlar. Bir film için
oyuncu seçme görüşmesiyle açılıyor “Diyalog”. Ekranın bir yanında
Hare, diğer yanında Ushan sorulara cevap verirken ortada film için
set kuruluşunun görüntüleri akıyor. Ardından okuma provalarına
geçiliyor. Genç bir çiftin hikâyesi olacak çekilecek film. Çift
âşık oluyor, evleniyor ve bir süre sonra kriz başlıyor. Ama biz de
oyuncular gibi parça parça öğreniyoruz bunu. Çünkü film boyunca
yüzünü hiç görmeyip sadece sesini duyduğumuz yönetmen (Funda
Eryiğit) böyle istiyor. Haliyle filmin hikâyesi de bizim için parça
parça kuruluyor.
Ali Tansu Turhan, dünyada çokça örneğini gördüğümüz ama bizim
sinemamızda pek olmayan film içinde film inşa etmeye çalışıyor. Biz
seyirci olarak bir film izlediğimizi biliyoruz. Filmdeki
karakterler ise kendi gerçeklerinde yaşıyorlar ama bir filmin içine
girecekler. İşte bu üç katman arasındaki ilişkiyi dikey olarak
ustaca inşa ediyor yönetmen. Seyircinin gözü izlediği filmin içine
de, film içindeki filme de rahatça girip çıkabiliyor yönetmenin
kamerası gibi. Aynı şekilde film içindeki karakterler bunu
rahatlıkla yapıyor.
Hare Sürel ve Ushan Çakır’ın uyumu da filmi yükselten
etmenlerden. İkili her iki dünyaya dair karakterlerini de kurmakta
oldukça mahir. "Diyalog", hayat ile filmler arasında bir
devamlılık, geçişlilik olup olmadığına dair sorular da sorduruyor
bir yandan. Ali Tansu Turhan’ı not düşüyoruz yeni filmleri
için…