S-400 alımı Türkiye Cumhuriyeti’ne zoraki eksen değiştirtecek. Bu ülkeyi iki yüzyıllık Batı’ya yönelen hattından ayıracak. Buna karşılık S-400 hangi ülkeden, nereden kaynaklanan hangi tehdide karşı bizi savunacak ve alımı neden zorunlu bilemiyoruz.
Prof. Dr. Serhat Güvenç, konuğum olarak katıldığı çarşamba günü
ArtıTV’de yayınlanan Dünya ve Biz programımda S-400 alımının Türkiye’nin
ABD ve NATO nezdinde “mavi kuvvetten kırmızıya olmasa da, sarıya
geçtiği” anlamına geldiğini belirtti. Yine Serhat Hoca programın
sonunda “siz olsanız nereden başlamayı önerirdiniz?” yollu
varsayımsal soruma “Suriye siyasetini değiştirmekten” yanıtını verdi. Yalnızca İstanbul değil ülkemiz için
önemli bir siyasal dönemeç olacağı anlaşılan 23 Haziran seçimlerine
odaklanmışken bana öyle geliyor ki sanki perde açılacak ve
korkarım, biz kendimizi bambaşka bir sahnede bulacağız. Bu bakımdan
ben de, saygıdeğer Serhat Hoca’ya koşut biçimde, S-400 alımı ve
Suriye konularının ülkemiz tarihi için merkezi önemi haiz
olduklarını düşünüyorum.
Luis Bunuel - Burjuvazinin Gizemli
Çekiciliği (1972)
Teknik açıdan S-400 alırsak neler olacak? Hava kuvvetlerimizin
belkemiği olan F-16’lar yavaş yavaş uçamaz duruma düşecek. NATO’ya
entegre hava savunma ve erken uyarı sistemimiz işlemez hale
gelecek. CAATSA yaptırımları zaten had safhada kırılganlaşmış
ulusal ekonomimizi doğrudan yıkım aşamasına hızla yaklaştıracak.
Özellikle hava ve deniz kuvvetlerimizde peyderpey ama mutlaka ve
artan ivmeyle ortaya çıkacak zafiyetin önünü almak için Rusya’dan
SU-57 uçakları ve daha fazla sayıda S-400 sipariş etmemiz
gerekecek. Bunların bakımı, mühimmatı, eğitimi için de Rusya’ya
bağımlı hale geleceğiz.
Siyasal açıdan, tüm bunlar, aslen profesyonel istihbaratçı
Putin’in tek bir hamleyle, NATO üyesi, NATO’nun kanat ülkesi
Türkiye’ye iki S-400 bataryası iteleyerek belki 2007’den bu yana
Rusya’nın Batı’ya karşı başlattığı yeni sürüm “melez savaşın” ilk
zaferini getirmiş olacak. İslâmcılar, solcular, milliyetçiler,
ulusalcılar aynı cephede saf tutmuş, Türkiye’nin onlara göre
nihayet işin özünde “bağlantısızlığa” adım attığını sanarlar ve
kamuoyuna S-400 alımını o yönde pazarlarken, Ankara hamaset
şırıngasına abanıp “altın vuruşu” yapmış olacak.
Tiziano – Avrupa’nın Kaçırılması
(1560-62)
S-400 alımı Türkiye Cumhuriyeti’ne zoraki eksen değiştirtecek.
Bu ülkeyi iki yüzyıllık Batı’ya yönelen hattından ayıracak. Buna
karşılık S-400 hangi ülkeden, nereden kaynaklanan hangi tehdide
karşı bizi savunacak ve alımı neden zorunlu bilemiyoruz.
Bataryaların nereye konuşlanacağı sorulduğunda, bizzat Milli
Savunma Bakanı “İstanbul olur, belki Ankara olur, belki bir sanayi
bölgesi olabilir” gibi muğlak yanıtlar veriyor. Kimileri “Mersin’e
kuralım, Kıbrıs’a hakimiyet tesis edelim” gibi ilkokul çocuklarını
güldürecek akla zarar önerilerde bulunurken, başkaları Fırat’ın
doğusunun tarassut altına alınacağından söz ediyor.
Beni boş verin, hadi ben Kürtçü, hain vs. aklınıza ne küfür
geliyorsa oyum. Önerim, Arda Mevlütoğlu, Can Kasapoğlu, Sıtkı
Egeli, Serhat Güvenç, Aydın Sezer, Mitat Çelikpala gibi ilk batında
akla gelen uzmanlardan bazıları, hepsi veya herhangi biriyle ister
kapalı oturum, ister kamuya açık panel düzenleyip tartışsın MSB,
Genelkurmay, Beştepe, havuz medyası temsilcileri S-400 alımını.
Bakalım ikna edebilecekler mi, yahut ikna olmayacaklar mı, bu
adımın zorunlu olmayışı ve sakıncaları hakkında.
Pekiyi 31 Temmuz’a kadarki şu son düzlükte dahi, S-400 alımından
vazgeçmenin bedeli ne olabilir? Askeri açıdan bakarsak ilk başlık
Idlip. Nitekim alım süreci işlerken dahi bir TSK gözlem noktası 35
adet havan mermisiyle hedef alındı, Suriye ordusunun harekatı da
sürüyor. İki milyona yakın sivil Suriyelinin sınırımıza doğru
süpürülmesi gündemde. Başka? Moskova için, liman imtiyazıyla
birlikte Akkuyu, Türk Akımı doğal gaz petrol hattı zaten cepte.
İlave bedel, ikili ticaret ilişkilerinde gelebilir. Öyleyse,
vazgeçmeme ısrarı Rusya’nın ödettireceği bedelden değil, ABD’nin
istenilenleri yapmamasından kaynaklanıyor. Nerede? Doğu Akdeniz ve
Fırat’ın doğusu ilk akla gelenler.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin – Ekim 2017
Ekonomik açıdan çöküş anına yaklaşıyoruz. Tedavi yerine teselli,
dönüp müdahale yerine öne kaçış, nedenlerle ilgilenme, tanı koymak
yerine algı yönetimi, semptomları saklama yöntemiyle gidilecek
yolun sonuna geldik. Ulusal ekonomiye ABD’nin bindireceği yük mü
daha ağır olur, Rusya’nınki mi? “Kırk katır mı, kırk satır mı”
demeyin, doğru yanıt ABD’ninki. Zira, batınca gideceğimiz kapı da
IMF, IMF Vaşington’da. F-35 tedarik zincirinden dışlanacak, hatta
aralarından bazıları belki iflasa dahi sürüklenebilecek savunma
sanayi şirketlerimizin toplam kaybı on beş milyar ABD Doları
düzeyinde. Süreç içinde edineceğimiz potansiyel teknik birikim
kaybını saymıyorum dahi.
Diplomatik açıdan, sahi diplomasi diye bir şey vardı ya, olması
gereken bu seçeneklerde bulunmaktan kurtulmak, kendimizi köşeye
doğru boyamamaktı. ABD ile Rusya arasında, F-35 ile S-400 arasında
seçim yapmaya zorlanmamış olmamız gerekirdi. Bu içine
sürüklendiğimiz anın çevresinden şimdiye dolaşabilmiş olmalıydık.
Hiç Moskova yahut Vaşington Büyükelçilerimizden, Dışişleri Siyasi
Bakan Yardımcısından, girişimlerden, temaslardan, perde gerisinde
yürüyen görüşme trafiğinden söz edildiğini duyuyor muyuz?
Hayır.
Adını koyalım, S-400 alımı, örtülü bir Rusya darbesidir.
Kremlin’de Rus Devlet Başkanı Putin’in kıs kıs güldüğüne emin olun.
Putin için (de) 15 Temmuz askeri darbe girişimi adeta “Tanrı’nın
bir lütfu” oldu. Rus uçağını düşürmek ve paraşütle atlamış pilotun
havada katledilmesi, Rus Büyükelçi Karlov’un başkentimizin
göbeğinde hem de bir polis memuru tarafından vahşice öldürülmesi
nasıl ahiren hayallere dahi sığdırılamayacak karanlık olaylarsa,
S-400 alımının da mantıkla, stratejiyle, teknolojiyle, diplomasiyle
açıklaması yok. S-400 almak, içinde bulunduğumuz güç durumun
koşullarını daha da zorlaştıracak. S-400 bataryalarının ülkemiz
savunmasına dişe dokunur bir katkısı da olmayacak.
Buraya kadar üşenmeyip okuduysanız, maalesef boşa zaman
harcadınız. Zira, bu yazının da S-400 alımı konusunda hiç bir
etkisi olmayacak. Sayın Cumhurbaşkanı “alınacak demiyorum, alındı”
dedi bile. Öyleyse, NATO ittifak üyeliğimizin sorgulanması TSK’nın
yapısının köklerinden sarsılması demek olacak. Batı’yla olan mutsuz
evliliğimiz de karşılıklı şiddetli geçimsizlik nedeniyle böylece
sona erecek. Eh memlekette elhamdülillah herkes Amerikan düşmanı
olduğuna göre, artık mitili arzu edildiği gibi Avrasya bozkırlarına
atar, ebedi huzur ve mutluluğa kavuşuruz.
Nicedir iki sözde müttefik ABD ile Türkiye arasında bir ortak
tehdit aranıyor, bulunamıyordu. Onun yerine süper ağır sıklet
küresel güç ile orta sıklet bölgesel güç birbirlerinden tehdit
algılamayı önceledi. Şimdi açık denizlere çıpasız sürüklenecek dış
siyasetin maliyeti ne olacak, yaşayarak göreceğiz. Deneyimimiz, her
daim mağdur tek adamın bu defa madurolaşarak kendini sağlama alma
girişimi midir esasen, onu da yaşayarak belki anlayacağız.