Televizyon hayatımıza gireli çok uzun zaman oldu. Ve hayatımıza girdiğinden beri de çok önemli bir yere sahip. Sadece bizler için değil spor için de televizyon çok önemli bir yere sahip. Çünkü televizyon sayesinde insanlar hayallerinde kurdukları spor organizasyonlarını gözleriyle görmeye başladılar. Kahramanlarıyla ‘yüzleştiler.’ Ve işte o andan itibaren sporun kendine atfettiği anlam da değişti.
1960’ta Roma’da Olimpiyat Oyunları canlı yayınladığında 'olimpiyat efsanesi' tabana yayıldı. Sporcuların 4 yıl boyunca hevesle beklediği oyunların tek sevgilisi artık onlar değildi. Amatörlerin buluşma anı, artık profesyonel ellerin hazırladığı açılış ve kapanış seremonilerine sahip, kendi ekonomisini oluşturmuş, kendi endüstriyelleşmesini sağlamış bir organizasyona dönüştü. Bunun ardında yatan ‘görünmez el’ tabii ki televizyondu.
Benzer bir süreci Türkiye 1. Futbol Ligi de yaşadı. 1996 yılında ilk kez televizyon ihalesine girdi '1. Lig'imiz. Daha öncesinde tabii ki yayınlanıyordu yayınlanmasına da henüz endüstriyelin 'e'sinden haberi yoktu. Her kulüp kendi yağında kavruluyordu. Şehir-belediye adına ne derseniz deyin takımların kendi taraftar kitlesi vardı. Sonra ihale oldu, ihaleler oldu, paralar geldi, gelirler arttı. Hatta kulüplerin ana gelir kalemi hep televizyonlardan gelmeye başladı. Futbol büyüdü, takipçisi arttı, endüstriyelleşti ve kirlendi dünya.
Spordan bağımsız olarak televizyon, izleyicisine ve kendisine bağımlı kalınan süreyi hep geliştirdi. Ta ki 2010’lara gelene kadar. Çünkü artık televizyon yarattığı algının ekmeğini yemiş, kendisini geliştirmekten vazgeçip ‘Nasılsa ne verirsek izleriz’ demeye başlamıştı. Alternatif çıkana kadar da yapılan pilav papaza hep uydu. Ama sonra internet yaygınlaştı. 2009’da Türkiye’deki günlük televizyon izleme süresi 4 saat 23 dakikaya kadar düştü. RTÜK verilerine göre 2012’de bu süre 3 saat 54 dakikalara kadar geriledi. 2018’de ise 20 dakika daha kan kaybetti televizyon kanalları.
Televizyon izlemeyenlerin yüzde 42.8’i yayınlanan içerikleri beğenmedikleri için televizyon izlemediklerini söylediler araştırmacılara. Araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek daha vardı: Yaş arttıkça televizyon izleme oranı da artıyordu. Eğitim düzeyi arttıkça televizyon izleme süresi ise düşüyordu.
Yani gençler ve beyaz yakalılar kendilerine kalan kısa sürede kaliteli bir ekran deneyimi yaşamak istediklerini bas bas bağırıyordu. Bu sebeple abonelik üzerinden işleyen alternatif dizi platformları kısa sürede abone sayısını katladı. Geleneksel yöntemler ise 'bütünleme' sınavına bile çalışmaya gerek duymadı. 'Ürünler' kendilerini geliştirmenin derine düşmediler. Mesela Türkiye 1. Futbol Ligi... Artan ekonominin giderlere yansıması iki kat olunca, onlar ancak 'borsada tahtamız nasıl kapanmaz', 'UEFA’dan nasıl ceza almayız'a döndüler. İşte o noktadan sonra kalite düştü. Gençler Türkiye liglerinden uzaklaştı, tribünler zaten dolmuyordu, Passolig de sağ olsun artık iyice dolmuyor, televizyon izleyicisi azalıyor.
İşte bu noktada acaba neden alternatif bir spor platformu yaratmak mümkün olamıyor? Madem zaman değişiyor, madem sporun ana hedef kitlesi olan gençler ve beyaz yakalılar kendilerine az kalan zamanı kaliteli içeriklerle doldurmak istiyor ve mevcut yöntemler beklentileri karşılayamıyorsa neden yeni düzene ayak uydurulmuyor? Belki bunu büyük büyük kulüplerimizin önderliğinde yapmak lazım. Şu an, ana gelirlerinden olmak gibi bir korku yaşayan kulüplerimiz geleceğin burada olduğunu nasıl göremiyor?
Amerika’yı da yeniden keşfetmiyorum. Koca koca kuruluşlar benzer platformlar açarken böyle bir girişim spor izleyicilerinin de kulüplerin de kurtarıcısıdır demek geleceği çok iyi görmek falan değildir. Sadece malumun ilamıdır. Bakalım bu verilerden oluşan notların. Dersini kim en iyi çalışıp karşımıza sporun Netflix’i olarak çıkacak?