Geçtiğimiz hafta erkek arkadaşı tarafından yüzüne asit atılmış olan ve kadın mücadelesinin simgesel odaklarından biri olan Berfin Özek’i konuştuk. Berfin şikayetinden vazgeçince, bir kısım kadın örgütleri ve kişilerce yargılandı.
Ülkede her şey çok hızlı belirip kayboluyor biliyorsunuz. Bu konu da öyle, hızlıca konuştuk bitti. Fakat aynı şey büyük ihtimalle ilerde bir gün yine olacak. Yine bir kadın, “aslında böyle böyle biriymiş” denilerek yargılanacak ve şeytanlaştırılacak, dolaylı yoldan kadın mücadelesine zarar verilecek. Bu sebeple, bu konu üzerine genel olarak yazmakta fayda var diye düşündüm.
Yıllardır verdiğimiz hukuk ve kadının örgütlü hak mücadelesi içerisinde, defalarca geri alınan şikayetlere şahit oldum. Bu geri çekmeler, içerisinde şiddet barındıran -ki çoğunlukla barındırır- boşanmalar için de geçerli bu arada. Hiçbirinde müvekkili yargılamaya kalkmadım. O kişiler sonradan dava yoluna devam etmek istediğinde sorgulamadan devam ettim.
Yargılamaya kalkamayız; çünkü bize düşmez. Bizi ilgilendiren kısım, karşımızdaki kişinin destek talebidir ve bizler bu talepten öte onun hayatına müdahale sınırını geçemeyiz. Görünmez kırmızı bir çizgi var orada. Biz bize düşen sorumluluk alanı ile sorumluyuz, karşımızdakinin kararlarını -üstelik de ulu orta tüm ülkenin gözü önünde- sorgulamakla değil. Elbette kendimizce fikirlerimiz, doğrularımız-yanlışlarımız olabilir. Fakat bunları kimseye sopa olarak gösteremeyiz.
Böyle durumlarda bir sürü “ama”lar çıkıyor karşımıza. Koca koca insanların o “ama”ların içine düşüp debelendiğini görüyorsunuz. Hatırlıyor musunuz Kadir Şeker vakasında şiddet gören kadını nasıl yargılamışlardı?
“Ama o da çocuklarını bırakıp adama kaçmış”
Olabilir. Bize ne? Kadın o sırada şiddet görüyordu ve biri müdahale etti. Etmelidir; bu, insan haklarından kaynaklı yurttaşlık görevidir. Yasa dışı bir şeye anında müdahale etmelisinizdir. Hukuk, polis yetişene kadar, elinizden geleni yapmalısınızdır. Suçüstüdür, yakalama hakkınız bile vardır yasadan kaynaklı olarak.
Ne yani, önce kadının soyunu sopunu, hayatını, nasıl bir insan olduğunu, biziM doğrularımızla uyuşup uyuşmadığını değerlendirip sonra mı müdahale edelim? Bu mümkün mü?
Değil.
Peki bu yargılama, ilerde insanlarda “Yahu ben şimdi bu şiddete müdahale edeceğim ama ya kadın ‘ahlaksızsa’?” gibi bir duraksama oluşturur mu?
Oluşturur.
Peki ya bir insan, koşullar ne olursa olsun, ne kadar haklı olursa olsun, bir kadın ne kadar “ahlaksız(!)” olursa olsun, birine şiddet uygulanabilir mi? Bu suç mudur?
Uygulanamaz, evet suçtur.
İşte o zaman böyle yargılamalar yapamayız. Çünkü bu yargılamalar, yalnızca insan haklarına ve kadın mücadelesine zarar verir.
“Ama o da zaten çocuğunu bırakıp adama kaçmış”
“Ama o da evli adamla birlikteymiş”
“Ama o da zaten adamı hâlâ koruyor”
“Ama o da o kadar emeği hiç hak etmiyor”
“Ama o da bu zamana kadar neden susmuş”
Kadın mücadelesi “ama”sız, “fakat”sız, kayıtsız şartsız bir mücadeledir. Büyük amaca hizmet eder. “Ama” derseniz verdiğiniz emeğin hükmü kalmaz ve hatta “Ama o da dekolte giymiş, o da zaten gece adamın evine gitmiş” gibi karşı çıktığımız malum “ama”larla el sıkışmış olursunuz.
Berfin konusu da buna benzer. Kimse sizinle aynı düzlemde düşünmek zorunda değil. Sizin için prensipler daha önemlidir, duygularınızı bastırabilir ve bu prensiplere uygun davranabilirsiniz. Bazıları bunu yapamaz. Belki de iradesi etkilenmiştir, ortamı, yetiştirilme biçimi ve daha bir sürü etken farklıdır. Belki sizin gibi düşünecektir de zamana ihtiyaç vardır. Belki hesap edemediğimiz bambaşka şeyler vardır. İşte bu kısımlar bizi hiç mi hiç ilgilendirmez.
Eğer kadının insan haklarını savunan biriyseniz ve bu alanda emek veriyorsanız, zaten bu gönüllü bir iştir. Karşılık beklemeden yapılır yani. Büyük hedefe varabilmek için. Cinsiyet eşitliği ve özgürlük için. Bu doğrultuda kimin size ihtiyacı varsa, olabildiğiniz kadar, orada olursunuz. Gerisini düşünmezsiniz. Şiddete maruz bırakılan kişi “bir sebepten” gider, sonra yine gelir, yine yanında olursunuz. Yani o kişiler sizin sorumluluk alanınıza girip ihtiyaç duyduğu sürece yanında olursunuz. O alandan çıktıktan sonra sebebi, ne yapacağı, sonuçları, şusu busu sizi hiç ilgilendirmez. İlgilendirmemelidir. Yargılarsanız, bunun kadın mücadelesine hiçbir faydası olmadığı gibi, zarar vermiş olursunuz. Karşı çıktığımız, o eril ahkam kesicilerin yaptığını yapmış olursunuz.
Örneğin, -adını vermeyeceğim- bir erkek avukat var; bu beyefendi de bir süredir kadın hakları üzerinden ses duyurmaya çalışan taifeden. Geçenlerde bir vakada yine önlere atılmıştı ve bir tuhaf tweet atmıştı da öyle varlığından haberdar olmuştum. Velhasıl ekşi sözlükte falan da hakkında pek hoş olmayan bir dizi söylemler var. Twitter’daki profil fotoğrafını görünce ürkmüştüm biraz; öylesine eril bir oturuş. Son derece Kurtlar Vadisi atmosferli ofiste bir kolu deri koltuğunun kolunda havada, öne eğilmiş birilerine bir şeyler anlatıyor. Belli ki birilerine bir şeyler öğretmeyi çok seviyor. Bunu kadınlara gereksiz ve kendini bilmezce yaptığınızda genel bir adı var biliyorsunuz: “Mansplaining”. Yani, kendini yücelten erkek sendromu. İşte öyle bir yüceltiş var oturuşta. Neyse… Berfin konusunda da akıl vermekten beri durmamış beyimiz. “Evlen kızım evlen! Canınla ödediğinde anlarsın!” diyor. Bu arkadaşın böyle demesine şaşırmadım da, binlerce kişinin bu postu beğenmesi canımı yaktı. İçimizden cezalandırma hevesi fışkırıyor. Sizin gibi düşünmeyeni cezalandırma öfkesi… Kadın mücadelesi nedir bilmez, adı duyulsun diye hiç de naif olmayan ama bir o kadar tek başına dimdik duran mücadelemizi kullanır önlere atılır, bu alanda bir gram emek vermemiştir. Emek konusunda tweet atmaktan öteye geçmediği gibi bir de böyle yargılama hakkı görür kendinde, oturduğu yerden zarar verir, üstüne bir de takipçi kazanır. Yahu, sen önce eril oturuşunu düzelt! Senin eril aklına ihtiyacımız yok bizim. Berfin’i yargılamak kimseye kalmadığı gibi, sana hiç kalmadı, kalmaz, bırakmayız.
Her neyse, kıssadan hisseyi sevgili hocamız Fatmagül Berktay’ın bir sözüyle yapmak isterim. Her ne kadar kelimelerini tamı tamına hatırlamasam da özetle şunu diyordu “Kadınların eşitlik mücadelesinde kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. Ortak bir amaç doğrultusunda, yan yana, dayanışmayla yürüyebilmektir esas olan”. Lütfen, bu hak ve eşitlik mücadelesine inanan herkes, kendi doğrularını, duygularını, beklentilerini bir kenara bıraksın ve ortak hedefe kilitlensin. Ötesi yalnızca teferruattır ve bizi zayıflatır.