Amerikan demokrasisi kan kaybediyor!
Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasındaki siyasi kutuplaşma had safhada. O kadar ki birbirlerini düşman olarak görüyor, işler vatan hainliğiyle suçlamaya kadar gidiyor. En son çok sayıda eski Başkanlar dahil tanınmış kişilere – ki bunlar Demokratlar veya Trump muhalifleri- gönderilen bombalı paketler siyasi şiddetin hangi boyutlara vardığını gösteriyor.
Faruk Loğoğlu*
Donald Trump’ın 2016 Başkanlık seçimini kazanmasında, Avrupa’da esen popülist rüzgarların okyanusu aşıp Amerika’ya ulaşması önemli bir rol oynadı. Başkan Trump, popülizmin yükselen dalgalarında uygun söylemler ve kişilik özelliklerini ekleyerek sörf yapmaya başlayınca Amerikan tarihinde benzeri görülmemiş bir dönem başladı. Hem Amerikan demokrasisini hem dünya istikrarını olumsuz etkileyen tek taraflı adımlar art arda geldi. Kimseye aldırmayan ve hukuk dinlemeyen Trump, her gün yeni hamleler yapmaya ve dünyayı şaşkına çevirmeye devam ediyor; “önce Amerika, sadece Amerika” zihniyetiyle vahşi Batı'da kanun benim diyen kovboy edasında silahını durmadan ateşleyerek koşuyor, koşuyor.
Önce Trump’ın siyasi, ticari, sosyal ve diğer alanları kapsayan dış dünyayla bağlantılı icraatları:
İlk işlerinden biri, mali ve ekonomik yükünün ağır olduğu gerekçesiyle Paris İklim Anlaşması'ndan çekiliyor. İklim değişikliği ve küresel ısınma konularında büyük felaketleri önlemek için küresel çapta alınması şart olan önlemlere büyük darbe vuruyor.
Komşuları Kanada ve Meksika’yla imzalan NAFTA ticaret anlaşmasını yeniden müzakereye açıyor. Komşularının ABD’yi istismar ettiğini ileri sürüyor.
Trans-Pasifik Ortaklığı Trump’ın bir başka kurbanı oluyor: Pasifik Okyanusu'na sahildar olan 12 ülkenin taraf olduğu bu anlaşmadan, üretim faaliyetlerini Amerika’ya geri getirmek ve istihdam yaratmak gerekçesiyle çekiliyor.
Yetmiyor. Eğer “ABD’nin istismarına son verilmezse” Dünya Ticaret Örgütü’nden (WTO) bile çekileceği tehdidini savuruyor.
Uluslararası kuruluş planında da adımlar arka arkaya geliyor. İsrail’e karşı önyargılı bir kuruluş olduğu gerekçesiyle BM eğitim, bilim ve kültür işlerinden sorumlu kuruluşu UNESCO’dan çekilme kararı alıyor. (İsrail’in çekilme kararıyla birlikte ABD kararı da 2018 sonunda yürürlüğe girecek.)
Trump hız kesmiyor ve kendince “sadece belli çıkarlara hizmet eden ve inandırıcı olmayan” BM İnsan Hakları Konseyi’nden ABD’nin ayrılacağını açıklıyor.
Dış politika alanında Başkan Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ediyor, Büyükelçiliği'ni oraya taşıyor, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Washington ofisini kapatıyor, ABD’nin BM Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNRWA bütçesine katkısını keserek ülkesini tamamen İsrail yanlısı şahin bir çizgiye oturtuyor. Başkan olduğunda söz verdiği, “asrın (Ortadoğu) anlaşmasını (deal)” hâlâ ortaya çıkarabilmiş değil. Bazen “tek”, bazen “iki” devlet, bazen de “taraflar ne isterse o olsun” diyor. Neticede, Trump’ın Filistin-İsrail sorunun ortak çözümü arayışında olmadığını, çözümü İsrail’i koşulsuz desteklemek olarak gördüğünü anlıyoruz.
Trump’ın katıksız İsrail yanlılığı İran’ı da vuruyor. 2015 tarihinde İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan “Amerikan tarihinin en kötü anlaşması” söylemiyle tek taraflı olarak çekiliyor ve İran’a ikinci kısmı da 5 Kasım’da yürürlüğe girecek petrol ve doğal gaz alımlarını yasaklayan sert yaptırımlar uygulamaya başlıyor. İsrail ve Suudi Arabistan dışında tüm dünya ABD’nin bu hukuka ve gerçeklere aykırı davranışını eleştiriyor, kınıyor. Bir zamanlar Saddam Hüseyin’in Irak’ı ABD için nasıl bir saplantı idiyse, bugün de İran Trump için benzer bir konumda. İran’a silahlı bir saldırı ihtimalini Trump dışlamıyor.
İran nükleer anlaşmasından çekilmesinin nükleer silahların yayılması üzerindeki olası etkileri henüz belirsizliğini korurken, bu sefer SSCB’yle -ABD Başkanı Reagan ve SSBC Başkanı Gorbaçov arasında- 1987 yılında imzalanan Orta-menzilli Nükleer Kuvvetler (INF) anlaşmasından, anlaşmanın Rusya tarafından ihlal edildiğini ileri sürerek çekileceğini açıklıyor. Bu anlaşma sayesinde orta menzilli nükleer kuvvetlerin/füzelerin karada konuşlanması yasaklanıyor ve Avrupa Soğuk Savaş döneminde SSCB’den gelecek nükleer tehdide karşı rahat bir nefes alıyordu. Konuya yakın kişilerin “uluslararası güvenliğin köşe taşlarından” biri olarak tanımladığı INF’den çekilme kararının, şimdi zaten gergin olan Batı-Rusya ilişkilerine olumsuz yansıyacağı ve özellikle Avrupa’nın güvenliğini sarsacağı tartışılıyor. Kararın Çin ve Kuzey Kore başta olmak üzere nükleer silahlar ve füzeler yarışını alevlendirebileceği tehlikesine işaret ediliyor. Nükleer kaostan söz ediliyor.
Trump hız kesmiyor. Özellikle göçmenler ve kimi Müslüman ülkelerden gelenlere karşı getirdiği kısıtlamalara karşı çıkan kendi yargıçlarını kınıyor ve adalet sistemine sosyal medyada meydan okuyucu söylemlerle çatıyor. Dışarıda ise BM’nin yargı organı Uluslararası Adalet Divanı'nın en son İran’ın başvurusu üzerine ABD aleyhine aldığı kararı tanımayacağını açıklıyor. Bir başka cephede, yine İsrail aleyhine takındığı tutum nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi – ki ABD taraf değildir – yargıçlarına yaptırım, evet, yargıçlara yaptırım uygulayacağını açıklıyor.
Özetle, Trump demokrasinin ve uluslararası düzenin temelini oluşturan hukukun üstünlüğü ve ahde vefa ilkelerini hem ABD içerisinde hem uluslararası planda hiçe sayan icraatlarıyla Amerikan demokrasisine ve küresel güvenliğe zarar veriyor.
İç kanama artıyor, toplumsal hastalık belirtileri çoğalıyor. Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasındaki siyasi kutuplaşma had safhada. O kadar ki birbirlerini düşman olarak görüyor, işler vatan hainliğiyle suçlamaya kadar gidiyor. En son çok sayıda eski Başkanlar dahil tanınmış kişilere – ki bunlar Demokratlar veya Trump muhalifleri- gönderilen bombalı paketler siyasi şiddetin hangi boyutlara vardığını gösteriyor. Toplu katliamlar, ırkçılık, göçmen karşıtlığı, Müslüman ve Yahudi düşmanlığı görülmemiş hızla artıyor. Kadınlar aşağılanıyor. Trump medyayı “halkın düşmanı” ilan ediyor. Erkler ayrılığı bulandırılıyor, tartışmaya açılıyor.
Diğer bir deyişle, içerideki çalkantılar ve dış ilişkilerdeki hukuk dışı tek taraflı davranışlar nedeniyle ABD demokrasisi ciddi bir sınamanın eşiğinde. Bu nedenle 6 Kasım’da yapılacak seçimler (435 Temsilciler Meclisi üyelerinin tamamı, 35 Senatör, eyalet valileri ve eyalet meclisleri) belki de yakın tarihin en önemli Amerikan seçimleri. Tabii bu seçimler sadece ABD için değil, küresel sonuçları itibariyle de çok önemli. Amerika bu olumsuz gidişata frene basıp dur mu diyecek, yoksa Kongre’nin çoğunluğu yine Cumhuriyetçilere ve Trump’a açık bir çek mi verecek? Bekleyip göreceğiz.
*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili