Geçen yazıda ABD’de yükselişe geçen
sol akımın daha çok tarihsel arka planına bakıp, bu yazı için bir
zemin hazırlamaya çalışmıştım. ABD’de solun yükselmesi, bu ülkenin
küresel sistem içindeki yeri göz önüne alındığında, küresel bir
dönüşümün tetikleyicisi olabileceğinden daha farklı bir anlam
taşıyor. Bu yazıda ABD’de, Amerikan Demokratik Sosyalistleri (DSA)
hareketi etrafında ve başını Bernie Sanders ve Alexandria
Ocasio-Cortez çektiği, daha çok genç kuşakta karşılık bulan
“sosyalizmin yükselişi” olgusunun içeriğini ve bunun ABD ve sol
açısından ne anlama geldiğini tartışacağım.
BİRİKEN GERİLİM VE ÇIKIŞ ARAYIŞI
ABD kurulu düzeni 1930’lar ve en son 1950’lerin başındaki
hamleleriyle solu bir daha gün yüzüne çıkmayacak şekilde gömdü ve
sosyalizm kirli bir kelime haline getirildi. Ne var ki, Amerikan
halkının yaşam koşullarında 1970’lerin sonundan itibaren belirgin
bir iyileşme görülemezken, buna başka sıkıntılar da eklenmeye
başlandı. Sermayenin toplum üzerindeki gücünden, hayatın her
alanını kuşatan baskıcı, bireye siyasal olarak özgürmüş hissi veren
ama iş kaybetme, daha zor çalışma koşullarına zorlama, borcunu
ödeyememe endişesi ve tedirginliği içinde bırakan bu sistem sonuçta
çalışan kesimleri ve gençleri bunalttı, sınıf gerilimlerini
tırmandırmaya başladı.
Bazı hesaplamalara göre şu anda Amerikan işçi sınıfının alım
gücü 1973’tekinin altına indi. 2008 krizi özellikle orta sınıfları
vurdu ve onların da gelirlerinde son 10 yıldır bir düzelme
yaşanmadı. Bu sorunların farkında olan Obama’nın “değişim” sloganı
kitlelere cazip geldiyse de iki dönemlik başkanlık süresince kendi
adıyla anılan yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti dışında, refah
artışı, gelir dağılımı gibi alanlarda bir dönüşüm yaşanmadı ve
hayal kırıklığı yarattı. ABD halkının bir kısmı, bu kez farklı bir
değişim arayışıyla, sağa savrularak Trump’ı denemek istedi.
Bütün bunlara gelir dağılımının giderek bozulması, zenginliğin
çok sınırlı ellerde toplandığı bilgisinin sosyal medya yoluyla daha
geniş kitlelere ulaşması gibi etkenler eklendi ve yüzde 1 hareketi,
Wall Street’i işgal et gibi toplumsal eylemlerin ortaya çıkmasına
neden oldu. Ayrıca, son birkaç yıldır ABD tarihinde neredeyse 50
yıldır görülmediği kadar çok grev yaşanmaya başladı. Trump bu
gerilimi, dikkatleri göçmen sorununa ve Müslüman karşıtlığına
çekerek kullanmaya çalıştı. Fakat bir yandan alttan alta, uzun
süredir unutulmuş, adı anılmayan sosyalizm fikri 2010’lar yani
krizden itibaren yayılmaya başladı.
SOSYALİZMİ BİLMEYEN MİLLENİUM GENÇLİĞİ
Bütün kamuoyu yoklamaları 2000’lerde doğan kuşak arasında
sosyalizm fikrinin giderek daha fazla talep gördüğünü gösteriyor.
Örneğin, 2014’te yapılan bir yoklamada 18-24 arasında sosyalizme
olumlu bakanların oranı yüzde 58 çıkarken, 2016’daki Gallup
araştırmasında da 18-29 yaş aralığında sosyalizmi olumlu bulduğunu
söyleyenlerin oranı yüzde 55 çıktı. Genelde de Demokrat Parti
seçmeni arasında sosyalizme olumlu yaklaşanların oranı yüzde
40’larda çıkıyor. Genç kuşaklar için neoliberal ekonomik model
giderek daha ağır sonuçlar yaratıyor ve onların hayatlarını daha
çok vuruyor. Üniversite eğitiminin maliyetinin giderek yükselmesi,
toplamda mezunların 1.5 trilyon dolara ulaşmış borç yığını bu
hoşnutsuzluğun başlıca nedenleri arasında. Genç kuşak” dedelerinin
sosyalizmini” istemediklerini söyleyip 2020 başkanlık yarışında
aday olabilirse yine dedeleri yaşındaki (77) Bernie Sanders’a oy
vermek durumunda kalacaklar ama bunu söylerken bile sosyalizmin ne
olduğu hakkında tam bir bilgiye sahip değiller. Sosyalizme olumlu
bakan bu genç yaş diliminin yüzde 78’i serbest girişimi
desteklediğini söylüyor. Yine bu grubun yalnızca yüzde 33’ü
sosyalizmin doğru bir tanımını yapabiliyor. Bu durum anlaşılabilir
çünkü ABD’de solun çeşitli versiyonlarına dair bir tartışma,
siyasal bir söylem çok uzun bir süredir bulunmadığı ve Sovyet, Çin
ve diğer modellerin çöküşünün üzerinden çok uzun zaman geçtiği için
bu kuşakların sosyalizm algısı şimdilik bulanık.
NASIL BİR SOSYALİZM?
ABD’de günümüzde sosyalizm kendisini “Demokratik Sosyalizm”
olarak sunuyor ve en güçlü temsilcisi de geniş bir platform
oluşturmuş olan Amerikan Demokratik Sosyalistleri grubu. ABD
siyasal sistemi üçüncü bir partiye alan açmadığından bu grup daha
çok Demokrat Parti içinde örgütleniyor ve aslında parti içinde de
bu yüzden bir yarılma baş göstermiş durumda.
Hemen belirtmek gerekir ki, ABD tipi sosyalizm kamulaştırma ya
da üretim araçlarının kamusal mülkiyeti anlamına gelmiyor. Gerek
DSA’nın çalışmaları, gerekse Bernie Sanders ve Ocasia-Cortez’in
söylemleri, sosyalizmden kastettikleri şeyin aslında Avrupa’da
yıllardır yürürlükte olan bazı sosyal devlet uygulamalarıyla
sınırlı olduğunu gösteriyor. Bu noktada genelde üç konuya
yoğunlaşmış bir talep listesi dikkat çekiyor: Herkese ücretsiz
sağlık hizmeti, ücretsiz üniversite eğitimi ve saat başına 15 dolar
asgari ücret. (ABD’de asgari ücret eyaletlere göre değişiyor,
örneğin Alaska’da sekiz dolar iken New York’ta 13 dolar). Herhangi
bir ülkede son derece makul sayılabilecek ve sosyalizm içinde
tanımlanamayacak bu talepler, ABD söz konusu olunca sosyalizm
kategorisi altına giriyor ve çok radikal bulunuyor. Yoksa,
Demokratik Sosyalizm fikrini savunanlar genelde Kanada ve
İskandinav ülkelerinde uygulanan sosyal devlet modelini örnek
aldıklarını söylüyorlar. Demokratikleşmeyi yalnızca siyasal alanla
sınırlamayıp ekonomik alana da yaymak gerektiğini savunuyorlar.
Sovyet ve diğer modelleri bürokratik ve baskıcı olarak görüp araya
dikkatlice bir mesafe de çekiyorlar. Kendi içlerindeki
tartışmalarda da Marx, Lenin ya da daha sonraki önde gelen isimlere
atıf yapmayıp, işçi sınıfı, emperyalizm gibi kavramları
kullanmaktan ve Marksist jargona başvurmaktan kaçınıyorlar. Bernie
Sanders’ın çıkışını da daha çok “siyasal devrim” kavramıyla sunmaya
çalışıyorlar.
Sendikaların güçlendirilmesini isterken, doğrudan işçi sınıfına
grev vs. gibi mücadele teknikleri açısından bir rol biçmiyorlar.
Amerikan yapımı Demokratik Sosyalizm bu haliyle sosyalizmi revize
etmekten çok, kapitalizmi revize edip aslında sermayenin en sonunda
kendisine zarar verme potansiyeli taşıyan körlemesine siyasetini
revize ederek kapitalizmin ömrünü uzatmaya dayalı bir stratejiye
dönüşüyor.
NASIL BİR SOSYALİST DIŞ POLİTİKA
ABD küresel sistem içindeki rolü itibariyle sıradan bir ülke
değil. Dış politika söz konusu olduğunda bu durum Bernie Sanders’i
özellikle zorlayacak gibi. 1988’de belediye başkanı olduğu sırada,
balayını Sovyetler Birliği’ndeki kardeş şehre yapacağı ziyarete
denk getiren Sanders dış politika konusunda son derece temkinli
davranıyor. Tabii ki Irak’ın işgaline karşı oy kullanan, ABD’nin
Latin Amerika ülkelerinin içişlerine karışmaması gerektiğini
savunan Sanders iş NATO, dünyaya yayılmış ABD üsleri, Çin’in
yükselişi gibi konulara gelince, bunlara değinmemeyi tercih edip,
dünyada şu andaki temel sorunun demokratik güçlerle otoriter güçler
arasındaki mücadele olduğunu vurgulamayı tercih ediyor ve “küresel
demokratik hareket” adını verdiği bir girişimi başlatıp küresel
eşitsizliği gidermekten söz ediyor. Bu tutumun daha radikal sol
çevrelerden çok tepki aldığını ve kendisini Amerikan emperyalizmin
elemanı suçlamasıyla karşı karşıya bıraktığını belirtmek gerek.
SOSYALİZMİN ŞANSI VAR MI?
ABD’de sağ çevreler, bazı düşünce kuruluşları şimdiden yükselen
sol tehlikeye karşı alarm vermek gerektiğini seslendirmeye
başladılar. Özellikle Trump konuşmalarında sosyalizm tehlikesine
dikkat çekmeye başladı. Eğer Sanders Demokratların başkan adayı
olursa, Trump şimdiden Venezuela deneyimini sosyalizme eşitleyip
böyle bir ülkede mi yaşamak istiyorsunuz temalı bir kampanya
yürüteceğinin işaretlerini verdi.
Ama büyük bir olasılıkla ABD kurulu düzeni Sanders’in aday
olmasının önünü kesecek. Eğer bu mümkün olmazsa, sağdan güçlü bir
aday çıkarıp ve büyük bir karalama kampanyasına girip yenilmesini
sağlayacak. Sanders’ın aday olması durumunda, ABD’de ancak Coca
Cola ile Pepsi Cola kadar farklı hale gelen iki partinin yürüteceği
seçim süreci içeriğe yönelik ciddi tartışmaların yaşanacağı
hareketli ve ideolojik bir yarışa dönüşebilir.
Eğer Sanders bir şekilde başkan seçilirse bu Amerikan toplumunun
beklentileri ve eğilimlerinin bir sonucu olarak değil, ABD hakim
sınıflarının tıpkı 1930’larda yaptığı gibi bilinçli bir tercihinin
sonucu olarak mümkün olacaktır. Böyle bir tercih yalnızca ABD ile
sınırlı olmayıp, küresel kapitalizmin gelişimindeki önemli bir
kırılmayı da temsil eder. Ne var ki, şu anda ne ABD, ne de diğer
kapitalist merkezlerde sosyal devlet anlayışına dönme konusunda bir
irade, bir belirti yok. Dolayısıyla, Sanders’in aday olması
durumunda kazanamaması ve sosyalizm daha uzun bir süre bir hayalet
olarak kalması daha yüksek bir olasılık olarak görünüyor.
Yine de Demokratik Sosyalizm hareketi, en azından Demokrat Parti
içindeki siyaseti sola çekerek, diğer olası adayları mecburen bu
söyleme dahil etti. En önemlisi de sosyalizm kavramı Amerikan
toplumu ve siyasetinde 100 yıl sonra normalleşmeye başladı.