Rojava Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin 5-8 Temmuz’da düzenlediği Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) konferansı için seçilen mekân da Amude’nin birkaç kilometre güneyinde düğün-eğlence merkezi olarak tasarlanmış özel şahsa ait bir tesisti. Konferans doğrudan hedef olabileceği için özel timlerin konuşlandırılmadığı nokta yok gibiydi.
Kamışlı’dan sonra Amude’ye doğru yer yer yol yapım çalışmaları sürüyor. Daha önemlisi yol boyunca kazı çalışmaları var. Belli aralıklarla kazılan kuyular savunma amaçlı tünel inşa planının bir parçası. Bu çalışmalar ta Menbic’e kadar geniş bir alana yayılıyor. Askeri ve sivil kanatlardan yönetim temsilcileri detayları paylaşmıyorlar. Ancak söylenen şu; Afrin’deki cephe savaşı Kürtlere kaybettirdi, buradan çıkartılan dersler ışığında dümdüz araziler üzerine kurulmuş Cezire hattında olası bir askeri müdahaleye karşı koymak için şehir savaşına hazırlık yapılıyor. Amude, yeni idari düzende adı Cezire Kantonu’ndan Cezire Bölgesi’ne çevrilen özerk hükümetin yani yürütme heyetinin merkezi. Kamışlı’ya göre daha güvenli olması hasebiyle yabancı konukların ağırlandığı misafirhane de burada. Kamışlı’ya arabayla yaklaşık 30 dakika mesafede. Uluslararası koalisyonun üslerine giden kamyonlar da bu güzergâhı kullanıyor. Koalisyon Fırat’ın doğusunda çıkan petrolü iyi rafine edilemediği için kullanmıyor, tankerlerle Irak ya da Körfez’den getiriyor.
Rojava Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin 5-8 Temmuz’da düzenlediği Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) konferansı için seçilen mekân da Amude’nin birkaç kilometre güneyinde düğün-eğlence merkezi olarak tasarlanmış özel şahsa ait bir tesisti. Konferans doğrudan hedef olabileceği için özel timlerin konuşlandırılmadığı nokta yok gibiydi. Türkiye’de iktidar medyasının konferansa katılan Türkiyeli gazetecilerle birlikte HDP Milletvekili Hüda Kaya’yı hedef göstermesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da ‘hain’ ilan etmesi gündeme damgasını vurdu. Konferansta IŞİD’in Türkiye sınırlarını nasıl kullandığına dair tanıklıklar, ifadeler ve ele geçirilmiş belgeler üzerine konuşmalar yapılırken Kobani ve Tel Ebyad (Girê Sipî) taraflarına Türk askeri sevkiyatı yeniden başlıyordu. “IŞİD’i yenilgiye uğratanlara karşı Türkiye” karşıtlığı kaçınılmaz olarak kuruluyordu. Konferansın bitiminde Kamışlı ve Haseke’de Hıristiyan semtlerindeki bombalı saldırılar da farklı spekülasyonlara yol açtı. Kimileri, “Saldırılar, Esad yönetiminin konferansa katılan Süryanilere çizgiyi aşmaması yönündeki mesajıydı” derken Türkiye’yi suçlayanlar da vardı. Gariptir ki bu spekülasyonlarda IŞİD ihtimali üçüncü sıradaydı.
Konferansın ana gündem maddelerinden biri yakalanan IŞİD üyelerinin uluslararası mahkemede yargılanmasıydı. Olası bir yargılama sürecinde ortaya saçılacak ifadeler en fazla Türkiye’yi ilgilendiriyor. Haliyle Öcalan çizgisinin lokomotifi olduğu özerk yapılanmanın uluslararası meşruiyet kazanmasına sunduğu katkının yanı sıra konferans bu boyutuyla da Ankara’da öfke nedeniydi.
Uluslararası mahkeme önerisi bir süredir Avrupa'nın gündeminde. Bu önerinin öne çıkmasının birincil sebebi Avrupa ülkelerinin kendi vatandaşı olan IŞİD üyelerini almaktan kaçınması. Batı bu insanların Irak ya da Suriye'de kurulacak uluslararası mahkemede yargılanıp cezalarını çekmelerini ve Avrupa topraklarından uzak tutulmalarını önceliyor. İsveç bu yöndeki öneriye açık destek vererek inisiyatif aldı. İsveç’in davetiyle Fransa, İngiltere, Hollanda ve Almanya 3 Haziran'da Stockholm'de bu meseleyi tartıştı. Bunun etrafında çok sayıda hukuki ve siyasi belirsizlik var. Mahkemenin kurulacağı ülkenin onayı her şeyin başında geliyor. Irak anayasası özel mahkeme kurulmasına izin vermiyor. Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) kontrol ettiği bölgede mahkeme kurulmasına egemenlik hakları bakımından Suriye devletinin izin vermesi de mümkün gözükmüyor. İkinci önemli mesele; BM Güvenlik Konseyi'nin bir tasarıyla uluslararası meşruiyet zeminini yaratması gerekiyor. Rusya ve ABD'nin öneriye yeşil ışık yakacağına dair hiçbir işaret yok. Üçüncüsü mahkemenin nasıl tanımlanacağıyla ilgili. Suriye ve Irak'ta insanlığa karşı işlenen suçlar diye tanımlandığında IŞİD dışındaki aktörlerin de yargılanması gerekiyor. Öneriyi tartışanların bir kısmı Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’ı da sanık sandalyesine oturtmak istiyor. Bölgede insanlığa karşı suç işlemiş o kadar örgüt ve devlet var ki... Yani buna yanaşmayacak bir sürü taraf mevcut. Dördüncü mesele, hangi hukuka göre yargılamanın olacağı ile ilgili. Irak'taki idam cezası AB içinde tartışmalara yol açıyor. Ki Irak'ta iki Fransız vatandaşına verilen idam cezası iç kamuoyunda Paris'in başını ağrıttı. Beşinci mesele; şeffaf ve adil bir yargılamada zanlılar yabancı istihbarat servisleri ve devletlerle gizli bağlarını ve işbirliğini ifşa edecektir. Bölgedeki kirli savaş ve kaosta parmağı bulunan hiçbir aktör bunu istemez. Altıncı mesele Rojava'da kurulacak bir mahkeme özerk yönetimin meşruiyetini tanıma anlamına gelecektir ki buna taş koyacak devletler de az değil.
Beri taraftan IŞİD üyelerini sonsuza kadar da tutamayacaklarını biliyorlar. Kendi aralarında tartışsalar da bunu biraz daha zamana bırakma eğilimi baskın çıkıyor. ‘Masrafı neyse biz karşılayalım Kürtler bunlarla ilgilensin’ der gibiler. En azından 'Suriye'de siyasi bir çözüm olur da bu mesele Avrupa'ya taşınmadan o topraklarda çözülür' gibi naif bir beklenti içindeler.
KOBANİ: YARALARINI İYİLEŞTİREN AMA ACILARINI YAŞATAN ŞEHİR
Amude’den sonra istikamet Fırat’ın hemen doğu yakasındaki Kobani. Yol üzerinde Tel Ebyad (Grê Sipî) Arap nüfusun Kürtlerden fazla olması ve önde gelen aşiretlerden ikisinin Türkiye’nin olası müdahalesini açıkça desteklemesi burayı ‘demokratik özerklik’ projesinin yumuşak karnı yapıyor. Kürtler nüfusa oranla yerel yönetimi paylaştırdı fakat müdahaleyle güç dengesinin değişmesi halinde kazanımların toprağa karışması muhtemel. 2013’de ÖSO ve İslamcı örgütler, 2014’te IŞİD, YPG ile işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Kürtleri sürüp evlerini yıkmıştı. 2015’te YPG, Rakka Devrimcileri Tugayı ile birlikte Tel Ebyad’ı IŞİD’den temizlerken IŞİD’le işbirliği yapanlar Türkiye’ye kaçmış, geride bıraktıkları birkaç köy de yıkılmıştı. Bazı Arap aşiretlerinin Kürtlerle husumeti daha eskilere dayanıyor.
Kobani ise nüfusunun yüzde 95’inin Kürt ve Apocu hareketin de eskiden beri güçlü olması nedeniyle ‘demokratik özerklik’ projesinin en kolay hayata geçirildiği yer. Kürtler kontrolü ele almaya 19 Temmuz 2012’de Kobani’den başlamıştı. Daha sonra Haseke’de görüştüğümüz Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Kobani o günle ilgili şu anekdotu paylaştı:
“Ben bir toplantı için Kobani’ye gitmiştim. Çok gizli hareket ediyordum. Kobani’de rejim vardı, merkeze giremiyorduk. Sadece köylerine giriyorduk. 18 Temmuz akşamı Kobani’ye gittim. Arkadaşlarla planlama için toplantı yaptık. O dönem askeri ve siyasi gücümüz birdi. Ben ikisinin sorumluluğunu yapıyordum. Şam ve Dera’da gerginlik vardı. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ilerliyordu. Cerablus’a, hatta Kobani’nin bir nahiyesine kadar ilerlemişti. Baktık ki durumlar hızla değişiyor. ÖSO ile rejimin bize karşı bakış açısı aynıydı. Kendi yolumuzu seçmemiz gerekiyordu. 18 Temmuz’da Şam’daki kriz masasında patlama oldu. Şam pusulasını kaybetmişti. Kobani’deki rejim güçleri de panik içindeydi. Ekim Devrimi için bir kavram kullanırlar. ‘16 erkendir, 18 geçtir’ diye. Bizim için de öyleydi. 15 gün önce yapacaktık uçak bombardımanıyla tehdit edildik. Yapamadık ve ele geçirilen karakolları bırakmıştık. Ben de arkadaşlara ‘15 gün önce erkendi. 15 gün sonra geç olur. Şimdi zamanıdır’ dedim. Karar verdik ve yaptık. Kobani’de 2011’de gizli örgütlediğimiz 20 takımımız vardı. Toplantıda 20 arkadaş hazırdı. Her biri bir takımın başına geçti. Biz de yönetim olarak o köyde kaldık. Arkadaşlar başladı ve sabaha kadar işi bitirdiler. Sabah Kobani halkı baktı ki her tarafta bizim TEV-DEM (Demokratik Toplum Hareketi) ve YPG’nin (Halk Koruma Birlikleri) bayrakları dalgalanıyor, halk da bize katıldı. Devrim böyle oldu. 19 Temmuz’da çizgimizi belirledik. Kobani’de bütün askerleri, Derik’te 200 askeri; toplamda 5 bin devlet görevlisini esir aldık. Silahlarını alıp araçlara bindirerek rejimin denetiminde olan Rakka’ya gönderdik. Hatta kaymakam ‘Evdeki mobilyalar benimdir, devletin değil. Onları almadan gitmem’ diye tutturdu. ‘Boş ver mobilyaları, kendini kurtar git’ dedik. 'Yok. Gitmem. Kendi maaşımla almışım' dedi. Baktık olmuyor. Arkadaşlar gitti bir kamyon getirdi. Eşyalarını yüklediler kamyona. Kaymakam, eşi ve çocuklarını da kamyonun önüne bindirip Rakka’ya götürdüler. Bizim yaklaşımımız buydu. Bu nedenle aramızda bir düşmanlık olmadı. Kimseyi ne kestik ne yüksek binalardan attık ne de öldürdük. Rejim güçleri baktı ki Kürtler kimseyi öldürmüyor. Hepsi teslim oldu. Afrin’de 400 asker vardı hepsi teslim oldu.”
Son olarak Ocak 2017’de geçtiğim Kobani yaralarını hızla sarmış. Kentin farklı yerlerinde çok sayıda inşaat yükselmiş ve yükselmeye devam ediyor. Çatışmalar sırasında Türkiye’ye geçenlerin önemli bir kısmı geri dönmüş. Ayrıca Afrin’den kaçan binlerce kişi de Kobani’ye yerleşmiş.
Sınır ticareti ve kaçakçılıkla geçimini bulmuş Kobanililer varını yoğunu koyup hayatlarını yeniden kurmaya çalışıyor. Türkiye sınırlarının artık hiçbir koşulda geçit vermemesi ekonomik olarak en büyük darbe. Yine de dışarıdan fazla yardım almadan ayağa kalkmayı başarmışlar. Kentin Türkiye sınırına bakan tarafında bombardıman ve çatışmalarda tamamen yıkılmış olan bölge savaş müzesi olarak olduğu gibi bırakılmış. Merkezde bir kavşakta IŞİD’in bıraktığı iki tankın da yer aldığı anıtın etrafı duvarla örülmüş. Artık hatıra fotoğrafı çektirenlerin vazgeçemediği bir köşe. Kobani’nin IŞİD’e karşı direnişinde 1500 civarında savaşçı can verdi. Bunlar için kentin dışında Ayn İsa yolunda bir ‘şehitler mezarlığı’ yapılmıştı. Fakat mezar Menbic, Tabka, Rakka ve Deyr el Zor cephelerinden gelenlerle büyüdükçe büyüdü. Mezar taşlarında Türkiye’den çok sayıda isim var. Biz gittiğimizde YPG farklı zamanlarda yitirdiği altı savaşçısı için tören düzenleniyordu. 2012’den beri savaşın ateş düşürmediği ocak neredeyse kalmadı. Bu mezarlık ödenen bedellerin timsali.
Kentin sokaklarını Kobani Askeri Meclisi Başkanı Halo İsmet ile birlikte gezdik. Halo İsmet, Kobani Savunma Bakanı olarak ön cephede yer aldı. Akşam saatleriydi. Dükkânların çoğu kepenklerini indirmişti. Kentin parkı cıvıl cıvıldı. Diğer bölgelerde olduğu gibi kentin güvenliğinden Asayiş sorumlu. YPG, Kobani’nin dışındaki karargâhlarda. Bunların biri 684 metre yüksekliğindeki Kara Burğul (Berkel) Tepesi’nde kurulmuş. Amerikalıların konuşlandığı Miştenur Tepesi de az ötede. Amerikalılar buraya Türkiye’nin müdahale hamlelerine karşı biraz da “Bakın biz buradayız” demek için konuşlandı. Kara Burğul’dan geceleri Türkiye sınırları, Kobani, Tel Ebyad, Carablus, Menbic, Ayn İsa, epey uzaktan Rakka’nın ışıklarını görmek mümkün.
Sabahın köründe yol alırken bir tepeden aşağıya sıra halinde eğitim koşusuna çıkmış askerlerle karşılaştık. Günün sonunda Halo İsmet’le yeniden buluştuğumuzda bu askerlerin durumunu sordum. Bu konu zaman zaman sosyal medyada “Zorba yöntemlerle gençler zorla askere alınıyor”, “Kaçaklara işkence yapılıyor, hatta infaz ediliyor” şeklinde suçlamalarla işleniyor. Halo İsmet’in verdiği bilgilere göre 12 aylık zorunlu askerlik iki yıldır uygulanıyor. Bunun 45 günü temel eğitim devresi. Buna ‘Öz Savunma Görevi’ deniliyor. 18-38 yaş arasında olan herkes için zorunlu. Askere alınanların sayısı 7 bin civarında. Asker kaçaklarının cezası bir ay hapis. Cezasını çekene beş gün kendiliğinden kışlaya gitmesi için süre tanınıyor. Yine kaçarsa bir ay daha hapis cezası kesiliyor. “Kobani’de şimdiye kadar hapsedilen olmadı. Kaçağa düşüp de kendiliğinden askere gidenlere zaten ceza yok. Genelde hapsetmek yerine konuşarak ikna etme yoluna gidiyoruz” diyor Halo İsmet. Askere alınanların ailelerine de durumlarına göre yardım yapılıyor. Suriye ordusunda askerden kaçmanın cezası ise dokuz ay hapis.
Abdullah Öcalan’ın Suriyeli Kürtlere ‘üçüncü yol stratejisi’ne sadık kalmalarını, Suriye yönetimiyle müzakere ederek sorunu çözmelerini ve Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat etmelerini tavsiye ettiği mektubunun üzerinden çok geçmeden Türkiye, Kobani’nin karşısında sınır hatlarına asker yığmaya başladı. Öcalan’ın mektubu konusunda Halo İsmet’i, görüştüğüm diğer YPG yetkililerinden daha açık sözlü buldum. Bir üst düzey komutan, Amude’de sohbetimiz sırasında “Öcalan tutulduğu koşullar nedeniyle talimat vermez. Tavsiyede bulunur, bunu müzakere etmemizi ister. Bizim de izlediğimiz siyaset Öcalan’ın çizdiği çerçevenin dışında değildir” deyip eklemişti:
“Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat edilmesinden ‘Türkiye’ye karşı bir şey yapmayın’ tavsiyesini anlıyoruz. Çok fazla baskı ve saldırı altında olduğumuz halde Türkiye’ye karşı bir şey yapmıyoruz. Saldırı bahanesi yaratmak için sürekli kışkırtma var ama biz kendimizi tutuyoruz. Coğrafyanın durumu, siyasal koşullar Suriye’nin toprak bütünlüğü dışında bir şey yapmamıza imkân vermiyor. Güney Kürdistan’da bağımsızlık referandumunda neler olduğunu gördük. Aynı hatayı burada tekrarlamanın anlamı yok. Ama Türkiye ordusunun da Rojava’ya girmesine izin vermeyeceğiz. Bu bizim kırmızı çizgimizdir.”
Halo İsmet ise önce “Suriye’nin ekonomisi Fırat’tır. Türkiye buraya gelirse Suriye’yi kurutur. Bunu sadece Kürtler değil Araplar ve başkaları da kabul etmez” dedi. Ardından Öcalan’ın mesajlarına dair şu değerlendirmeyi yaptı:
“Öcalan’ın görüşleri bizim için talimattır. Önderlik (Öcalan) bu ailenin (Esad) dostuydu. Onlar ne kadar kulak asar bilmiyorum ama biz uyarız. Onların da buna uymasını umut ederiz. Biz başından beri üçüncü yol stratejisiyle hareket ettik. Paramiliter güçlerle (ÖSO) birlikte olmadık, onlarla birlikte Suriye devletine savaş açmadık ve kendi öz savunmamızı örgütledik. Uluslararası güçlerle ortaklığa dair mesajı da ‘Bölgesel ve uluslararası güçlerle siyasi-ideolojik olarak angaje olmadan taktiksel ilişkiler geliştirin. Kendi öz örgütlenmenizi koruyun’ diye anlıyoruz. Türkiye’nin hassasiyetlerine yapılan vurguyu da ‘Komşularla iyi ilişkiler geliştirin, tehdit oluşturmayın, barışçıl çözümün önünü açacak pozisyonda olun’ diye okuyoruz.”
Bu tür sohbet ortamlarında üçüncü yol stratejisinden biraz sapıldığını kabul eden ve Öcalan’ın mesajını yerinde bir uyarı olarak görenler de çıkıyor. Kobani’deki yeni ortam kentin temelinde harcı olan Hıristiyanların, hatta çok az sayıda Yahudi’nin kendi kimlikleriyle ortaya çıkmasına imkân verdi. 31 yıl önce son ibadethaneyi kaybeden Hıristiyanlar, 2018’de yeni dönemin ilk kilisesini açtı.