Anadolu'dan görünüm: Çimento, demir ve tuhaf heykeller
Furkan Temir'in ülkenin farklı şehirlerinde çektiği fotoğraflardan oluşan "Yüzey Yığını ya da Maden Dağı" sergisi "Yeni Türkiye"den manzaralar sunuyor.
Geçen haftadan bu yana sosyal medyada bir heykel tartışması dönüyor. Aslında tartışmadan çok ifşa etme ve dalga geçme. 15 Temmuz heykelleri üzerinden başlayan paylaşımlar Anadolu kentlerindeki tuhaf şehir heykellerine dair gündemi tekrar alevlendirdi. Bu heykeller kendilerinden menkul çirkinlikleri bir tarafa, aslında Türkiye'nin geçirdiği kültürel dönüşümün anıtlarına dönüştüler. Fotoğrafçı Furkan Temir'in Amerikan Hastanesi Operation Room Sanat Galerisi'nde yer alan "Yüzey Yığını ya da Maden Dağı" sergisi bu dönüşüme dair sert bir eleştirel tutum takınıyor.
Furkan Temir genç yaşına rağmen kabarık bir portfolyoya sahip. Geçen yıl 21 yaşındayken önemli fotoğraf ajanslarından VII’ın genç fotoğrafçıları kabul ettiği mentor programına seçildi. Yurt dışındaki prestijli yayınların hangisini saysak haber fotoğrafları yayımlanmış. The New York Times, CNN International, The Guardian, Zeit Online, Vice News bunlardan sadece birkaçı. Geçen yıl Rojava - Türkiye sınırında çektiği Louder than Bombs ve Güneydoğu'daki operasyonlar sırasında çektiği What Makes a War serileri haber fotoğrafçılığındaki kendine özgü tarzı görmemize olanak sağladı. İşlerini düzenli olarak 140 Journos'tan da takip ediyoruz. Temir, haber yayınları dışında sanat alanında da işlerini sergiliyor. Louder than Boms serisinin ön çalışması geçen yıl Mamut'ta görmüştük. "Yüzey Yığını ya da Maden Dağı" sergisi de Temir'in belge fotoğrafçılığı çalışmalarının yanında kendi bakış açısını da görmemize olanak sağlıyor.
"Yüzey Yığını ya da Maden Dağı" sergisini kısaca tanımlamak gerekirse Yeni Türkiye'nin "Anadolu'dan Görünüm"ü diyebiliriz. İki yıllık süre zarfında Türkiye'nin birçok şehrini dolaşan Temir inşaat halinde, çimentoyla kaplı, tuhaf heykellerin ortalıkta durduğu bir ülke çıkarıyor karşımıza. Sanatçı bir yandan da post-truth çağına referans veriyor bu noktada. Gerçeğin yıkılıp yerine simülasyonunun konulduğu bir taşranın görünümü bu. Skandal restorasyonların, eskidi diye sökülüp atılan tarihi çeşmelerin, yemek gibi en temel kültürünü bile kaybetmiş Anadolu'nun görünümü.
Sergi dört ayak üzerine kuruluyor. Kapıdan girdiğimizde bizi daha küçük boyutlu, siyah beyaz çekilmiş ve "ruhu olan" fotoğraflar karşılıyor. Sergi ana mekanına döndüğümüzde ise karşımızda bir fotoğrafçıdan alınmış vesikalıklardan oluşan aile kombinasyonları karşılıyor. Bir tarafında Google 3D projesinden alınmış Türkiye görüntülerinden oluşan kartpostallar, öbür tarafta da Temir'in çekim yaptığı yerlerden alınmış beton parçaları yer alıyor. Serginin temel parçasını oluşturan fotoğraf serisi de büyük boyutlu olarak bunun karşısına konumlandırılmış.
Temir girişteki siyah beyaz fotoğrafları koymasının temel motivasyonunu mekansal bir girizgah yaratmak olarak açıklıyor. Gece çekilen bu siyah beyaz fotoğrafları sergiye eklemesinin nedenini Anadolu'da mistik, karanlık ve heyecan verici bir tarafın halen var olduğunu göstermek olarak açıklıyor. İç kısımdaki gündüz çekilen fotoğraflar bize Anadolu'nun plastik ve çirkin taraflarını göstererek karşıtlığını kuruyor. "Kendimi belgeselci olarak gördüğüm için tek taraflı vermek istemedim." diyor Temir ve ekliyor, "sadece gündüzdeki plastik, çirkin binaları verseydim gece yaşanan hikâyeleri kaçıracak gibiydim."
Serginin ana eksenini oluşturan fotoğraflar soğuk ve sert. Belki de günümüz Türkiye'sini yansıtacak ruh da budur. Çirkin bir Taksim Meydanı, absürt bir keçi heykeli, yarım yamalak inşa edilmiş "modern" binalar, tarihsellik atfettirilmeye çalışılmış yeni yapılar ve alabildiğine boşluk... Aslında ilk bakışta sanatçının tavrı elitist görünebilir, ancak tam tersi bu bir özeleştiri. Bu noktada sözü Temir'e bırakıyorum:
"Ben de taşralıyım, çocukluğumu ve gençliğimi Sivas'ın küçük bir ilçesinde geçirdim. Tam olarak Anadolu dediğimiz, sürekli AKP'nin veya MHP'nin seçimleri kazandığı bir yer. Ben bu sert dili bir özeleştiri olarak görüyorum. 7 göbek İstanbullu, beyaz Türk olsaydım tabii ki kurduğum dilde ya da ilişkide sıkıntılar aranabilirdi. Ama eleştirdiğim kişiler benim ailem, eleştirdiğim yerler çocukluğumu geçirdiğim sokak. Bu yüzden dilimi sert buluyorum, belki daha da sertleşebilirim. Çünkü oranın da artık kendine çeki düzen vermesi gerek. Ben anneannemle, dedemle birlikte yaptıkları 60 yıllık evlerini bırakıp TOKİ'ye geçmek istemeleriyle kavga ediyorum. İçinde olduğum bir süreç olduğu için sinirli olabilirim. Anneannemin evini değiştirmesi belki bizim ailemiz açısından bir kayıp ama bütün Türkiye'de bu kayıp yaşanıyor."
Türkiye'nin içinde bulunduğu kültürel dönüşümü genelde orta sınıfların kayıpları üzerinden tanımlıyoruz. Alkol yasakları, orta sınıf mekanlarının yok olması ya da kaybedilmesi, laik yaşam pratiklerinin tırpanlanması... Ancak bu sergi vesilesiyle baktığımızda belki de asıl kaybeden "öbür taraf".
Amerikan Hastanesi, Operation Room Sanat Galerisindeki "Yüzey Yığını ya da Maden Dağı" sergisi 19 Ağustos'a kadar görülebilir.