Anarşistler 'oy kullanmama sorumluluğu'nu anlatıyor
Kaos Yayınları’ndan Gazi Bertal, “Kendilerine uygun bir sistem kurmuşlar. Vatandaşı ise istedikleri zaman sandığın başına götürüyorlar” diyor. Meydan Gazetesi yazarlarından Merve Arkun, “oy kullanmama sorumluluğu” diye tariflediği seçimler aracılığıyla yalnızca bir güne sıkıştırılan değil her güne yayılacak bir politikleşmeyi savunduklarını anlatıyor. Beyoğlu Yurttaş Meclisi’nden Deniz Özgür ise seçimden beklenen umudu “Çaresizlik” olarak yorumluyor fakat, “Mücadele içinde kalmak lazım. Seçim süreçleri insanlarla temas kurabileceğin bir alan açıyor” diyor. İşte anarşistlere göre 'seçim' ve alternatifleri...
DUVAR - “Seçimle düzen değişseydi, yasal olmazdı.” Anarşist yazar Emma Goldman'ın bu sözü şimdilerde daha bir kabul görüyor! Nedeni ise seçime bağlanan umutların -en azından bir kesim için- tamamen yitirilmesi.
“Anarşistler seçime karşıdır” şeklinde bir şart elbette yok fakat herhangi bir yönetim şekli, bürokrasi ve kurulu düzenin dizaynı olan hiyerarşiye itiraz etmeleri sebebiyle akla bu sözün esas sahibi olarak anarşistler geliyor.
Demokrasinin bir unsuru kabul edilen seçme ve seçilme hakkını anarşizm ideolojisi/fikri nasıl yorumluyor? Demokrasi anlatıldığı gibi 'iyi bir şey' mi? “Halkın iradesi” denilen tanımlama görece bir mutluluk mu vaat ediyor? Seçim çözüm değilse yerine alternatifleri ne? Kaos Yayınları’ndan Gazi Bertal, Meydan Gazetesi yazarlarından Merve Arkun ve Beyoğlu Kent Meclisi’nden Deniz Özgür’le konuştuk.
Kaos Yayınları’ndan Gazi Bertal, “anarşistler seçime karşıdır” ezberine şerh düşerek anlatıyor:
“Bugüne kadar propagandasına maruz kaldığımız şey aslında yanıltıcı. Temsili demokrasi denilen şey aynı zamanda bir yönetim şekli. Biz yönetilmeye ve yönetmeye karşıyız. ‘Anarşistler oy vermez, seçime karşıdırlar’ gibi bir şey var ama tam olarak böyle değil. Çünkü anarşistler de kendi içinde türlü türlü. Hemen hemen her seçimde sandık başında bekleyen anarşistler de var, hiçbir koşulda oy vermeyen anarşistler de var. Yapılan seçimin niteliğine bakarak ve bulundukları yerleşim yerinin koşullarına bakarak tavırlar değişebilir.”
'VATANDAŞI İSTEDİKLERİ ZAMAN SANDIĞIN BAŞINA GÖTÜRÜYORLAR'
Bertal, seçim sisteminin bilhassa Türkiye’de iktidarın istediği zamanlarda öne çıkardığı bir şey olduğunu söylüyor: “Oylarımızla birilerini seçiyoruz ve bizi temsil ettiklerini düşünüyoruz. Bunun yanılsama olduğunu artık anarşistler dışında da söyleyenler, kabul edenler var. Genel iradeden söz ediliyor. Bu yanılgıdır. Oyların toplamı eşittir, halk iradesi olamıyor. Hele hele Türkiye’deki seçim sisteminde. Birileri kendilerine uygun bir sistem kurmuşlar. Vatandaşı ise istedikleri zaman sandığın başına götürüyorlar. Bunun anarşistlere hitap eder bir yanı yok elbette.”
“Ancak, kimi adaylar nezdinde bu işe farklı bir gözle bakabiliriz” diyor Bertal. Nasıl? “İstanbul, Fatih’te yaşıyorum. Peki Fatih’te seçime girecek olan adaylar alternatif olarak ne yapabilirler? Bu memleketin âlimi diyebileceğimiz, ahlâk ve değerler olarak melaike diyebileceğimiz bir aday olsaydı oy verecek miydim? Hayır, vermezdim. Çünkü Fatih’te yapabileceği bir değişiklik yok. İstanbul’da bir çok ilçe için geçerli bu. Bana göre Fatih’te 1800’den sonra yapılan bütün binaların yıkılması lazım. Hiçbir motorlu aracın girmemesi lazım. Bunu kimse yapamaz. Beyoğlu’na bir aday önerildi. İsim önemli değil. Kim olursa olsun ister sosyalist, ister farklı çizgiden biri olsun. Devlet her yerde olduğu gibi, İstanbul’daki her belediye başkanının ensesinde olacak. Adayımız kazansa dahi kazanmış olmuyoruz yani.”
'BİRBİRİNDEN FARKLI, ORTAK ÇIKARLARI OLAN ACAYİP BİR GÜRUH BİR SANDIĞA ÜŞÜŞÜYOR'
Bertal, daha küçük yaşam birimlerinde, nüfusun az olduğu yerlerde, yüz yüze ilişkilerin mümkün olduğu yerlerde ise birçok şeyin başarılabileceğini söylüyor:
“Mesela Tunceli Ovacık’ta değerli şeyler yapıldı ve örnek alınmaya başlandı. Böyle küçük yerlerde anarşistler oy kullanabilirler. Hayata etkide bulunabileceğimiz, karşılık bulabileceğimiz bir yer.”
“Halkın kandırıldığı düşünülür, Halka umut bağlanır fakat halkın seçimlerde çıkarı var. Birbirinden farklı ama ortak çıkarları olan acayip bir güruh bir sandığa üşüşüyor ve bundan mucize çıkarılmaya çalışılıyor. Küçük bir muhtarlık seçiminde bile bu böyledir. Şu aday bize ne verecek, öteki parti ne verecek diye hesap kitap yapar halk.”
'OY KULLANMAMA SORUMLULUĞUNA ÇAĞIRIYORUZ'
Meydan Gazetesi yazarlarından Merve Arkun öncelikle, "Bizler ilkesel olarak seçimlere karşıyız. Seçimlere katılmayı reddetmemiz siyasi bir tavır" diyor ve şöyle açıklıyor:
“Anarşistler, Marksist Leninist bilimsel sosyalistler gibi seçimler süresince seçim kampanyalarına katılarak, toplumun örgütlenmesini bir stratejiye dönüştürmezler. Çünkü seçimlere katılan taraflar, halkın adalet ve özgürlük taleplerinin tümünün seçim söylevlerinde kapsandığı ve seçimi kazanmaları sonrasında bunun karşılanacağı yanılgısını yaratırlar” diyor.
Arkun, her seçim döneminde insanları, “oy kullanmama sorumluluğuna” çağırdıklarını anlatıyor. Tarihteki anarşist isimlerden biri olan Elisee Reclus’un "Oy vermek, kendi gücümüzden vazgeçmektir" sözüyle anlattığı bu sorumluluğu şöyle açıklıyor:
“Adil ve özgür bir dünya isteğini bir partinin ya da başkanın iradesine bırakmama sorumluğu demek. Böylesi bir sorumluluk, seçimler aracılığıyla yalnızca bir güne sıkıştırılan değil her güne yayılacak bir politikleşmenin başlangıcı demektir.”
24 HAZİRAN'DA 'BU SEÇİM BAŞKA, BUNDA OY KULLANILIR' DENİLDİ
Merve Arkun Türkiye’deki seçim süreçlerine ise ayrı bir parantez açıyor:
“Plakasız araçların dolaştığı; fazla fazla oy pusulalarının ve zarfların ‘bir şekilde’ okullara sokulduğu; silahlı korumaların ve korucuların beğenmediği oy kullanma işleyişini değiştirdiği; muhalif seçmenlerin dövüldüğü, öldürüldüğü; oy sayımını izlemek isteyenlerin engellendiği; oy sayılarının oynandığı bir seçim geride kaldı. Aslında son birkaç yıldır yapılan seçimlerde benzer şeyler yaşandı.”
24 Haziran seçimlerinden sonra ise toplumsal muhalefette şöyle bir değişiklik olduğundan bahsediyor:
“Özellikle 24 Haziran seçimleri süresince ‘bu seçim başka, bunda oy kullanılır’ diyerek siyasi sorumluluk gösterdiklerini iddia edenler daha seçimleri kaybetmenin üzerinden bir iki gün geçmeden ‘seçimler bir sanıdır’ gibi biz anarşistlere paralel söylemlerde bulunmaya başlamışlardı. Seçimlerin ve sandığın toplumsal muhalefet için en olumsuz etkisi, toplumsal mücadelenin değiştirebilme ve devirebilme gerçekliğine inanmayan bir anlayışın örgütlemesi oldu ne yazık ki.”
Arkun son olarak anarşistlerin bu tutumuna yöneltilen eleştirilere değiniyor:
“Her seçim döneminde oy kullanmadığımızda ve ‘oy kullanmayın’ dediğimizde, bizi siyasal etkisizlikle eleştirebilirler. Daha da ötesinde seçim sürecinin başından itibaren başlayan, medya çalışmalarıyla sürdürülen kandırmaca kampanyalarını, klonlanan seçmenlerden zombi seçmenlere, çalınan-yakılan oyları, tüm entrikaları anlattığımızda bizi ‘siyasetsizliğin aşırı şüpheciliğiyle’ suçlayabilirler. Oysa, oy verip/vermemeyi siyaset karşıtlığına indirgemek, devletin kendi adaletsizliklerini saklamak için yarattığı seçimler yalanını sürdürme çabası.”
'DEMOKRASİ KAPİTALİZMLE ÇOK UYUMLU BİR YÖNETİM MODELİ'
Beyoğlu Yurttaş Meclisi’nden Deniz Özgür, 2008 krizinden bu yana temsili demokrasiye alternatif olabilecek arayışların had safhada olduğunu söylüyor:
“Demokrasi kapitalizmle çok uyumlu bir yönetim modeli. Dolayısıyla demokratik bir sistem içinde sizin kendinizi ifade etmeniz için çok ciddi bir sermaye, bürokrasi ve siyaset ağının içinde olmanız gerekiyor. Alt sınıfların, yoksulların kendini ifade etmesi söz konusu değil.”
Buna rağmen seçimden beklenen umut niye? “Çaresizlik” diyor Özgür ve şöyle açıklıyor:
“Başka ne yapacağını bilememe hali yaşıyor Türkiye solu, muhalefeti. Tamamen kendimizi var olan parlamenter sisteme entegre ettik ve esir alındık. Seçimler yoluyla nefes alabileceğimizi, imkânlar yaratabileceğimizi düşündük. 7 Haziran 2015 seçimlerinin tanınmamasından bu yana bir iktidar gaspı ile karşı karşıyayız. 16 Nisan’da oylar çalındı. 24 Haziran’a gidişin kendisi gayrimeşruydu. Bütün araçları eline geçirmiş bir yapı seçimleri belirledi. Seçimlerle hiç bir şeyin değişmediğini hep beraber gördük. Şimdi yerel seçimlere giderken bu tıkanmanın farkına varıldığını düşünüyorum. Ama hâlâ seçim merkezli hareket fikri çok kuvvetli. Bunu kıracak bir örgütlenmenin yaratılması elzem.”
'SEÇİMLERLE İLGİLENME, KÖYDE, İLÇEDE, MEZRADA ÇALIŞ'
Seçim değilse alternatif ne? Şöyle yanıtlıyor Özgür:
“Tüm medya kanalları iktidarın elinde. Dolayısıyla sen iyi bir şey yapsan da bunun lafzı, duyması gereken insanlara geçmiyor. Parlamentonun durumu ortada. Soru önergelerinin bile bir karşılığı yok. Adalet yürüyüşünün etkisi hatırlansın. İnsanlarla birebir iletişim kurabileceğin bir sürecin örgütlenmesi mümkün. Seçimlerle ilgilenme, sahaya in, sahada çalış. Parlamentoyu terk et. Her bir vekil bir köyde, ilçede, mezrada çalışsın. Evet, bu iş sabır işi. Herhangi bir diyaloga 1-0 yenik başlıyorsun. Bunun uzun vadeli bir süreç işi olacağının bilinmesi gerek. AK Parti tam da böyle çalıştı. Ev ev, sokak sokak örgütlendiler. Bu doğruydu. Beyoğlu Belediyesi’nin açtığı Semt Konakları var. Oraya gittik. Her gün yoksullara yemek veriliyor. Bir belediye meclis üyesi oturuyor. Bir yardımcı kadın var. Notlar alınıyor. Orada yanlış olan yukarıdan aşağıya doğru kurulan partizanlık örgütlenmesi. Korkutarak yardım götürülüyor insanlara. Yardımın kesilmemesi için ikametgâhını değiştirmiyor. Bu kadar vizyonsuzluğun ve etkisiz muhalefetin daha derinlerde yatan bir anlamı olmalı. Onun da ranta ortak olma motivasyonu olduğunu düşünüyorum açıkçası.
'SEÇİM SÜREÇLERİ İNSANLARLA TEMAS KURABİLECEĞİN BİR ALAN AÇIYOR'
Özgür, “Anarşistler seçime karşıdır diye kategorik bir karşıtlık yok bence ama temsili demokrasinin kandırmacasının farkındalar” diyor ve yine de bunun mücadele sürecinin dışında kalınacağı anlamına gelmediğini anlatıyor:
“Gerçeği ifade edebilirsin ama bunun bir kıymeti yok. Mücadele içinde kalmak lazım. Seçim süreçleri insanlarla temas kurabileceğin bir alan açıyor. Öbür taraftan seçimle bir şeyler başarıldığı da oldu. Şili’de Pinochet’i deviren 'No' kampanyasını hatırlayalım. 2015’te Müşterek Barcelona Platformu, Barcelona Belediyesi'ni kazandı, tamamen sosyal hareketlerin başarısıydı. Bolivya’da su ve gıda için verilen mücadeleler sonucunda Evo Morales seçilmişti. Bu deneyimleri görmek gerekiyor.”