“Medeni Yasa; kişilik haklarından soyadına, dernek kurmadan evlenme yaşına, mal rejiminden evlat edinmeye, babalıktan miras hakkına kişilerin doğumdan ölüme tüm ilişkilerini düzenlemektedir. Bakan’ın sözünü ettiği 'aile hukuku' da Medeni Yasa’nın bir bölümüdür ve içerisinde nişanlanma, evlenme, boşanma, nafaka, velayet ve mal rejimi gibi konular yer alır.”
Başlarken alıntıladığım minik paragraf EŞİK- Eşitlik için Kadın Platformu’nun basın açıklamasından. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “aile hukukunu sil baştan ele alacağız” sözü, ‘ne hakla?’ sorusunu gerektirdiği gibi cevaplanmasını da zorunlu kılıyor. Çalıştığı söylenen bilim kurulu kimlerden oluşmakta, ne zaman kuruldu, şimdiye kadar çalışmaların tamamlanan bir aşaması var mı? Bu sorular cevap bekliyor. Ayrıca bir sempozyum planlandığından söz etti Bakan Tunç. Zamanı, mekanı, katılımcıları belirtilmedi. Toplumdan saklanıyor bu soruların cevapları. Neden toplumdan saklanır? Tüm toplumu ilgilendiren, doğumdan ölüme yaşamımızı belirleyen Medeni Yasa değişikliği yapacaksınız, bu yasanın içindeki bir bölüm olan aile hukukunu sil baştan ele alıp, toptan yeniden yazmayı planlıyorsunuz ama kimlerle ve nasıl yapacağınızı toplumdan saklıyorsunuz. Hayırdır siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Padişah falan mı? Zat-ı şahanelerine ferman mı yazıyorsunuz? Kendinizi nerede görüyorsunuz, ol dediğiniz olacak mı, sanıyorsunuz?
Bir devlet düzeninde yaşayan toplumların istisnasız her bir ferdi hayatı boyunca iki yasa çerçevesinde yaşar. Birisi anayasa diğeri medeni yasa. Anayasalar devlet, toplum birey ilişkisini düzenler. Medeni yasa özel alanımızı da düzenler. Ömrümüz bu iki çerçevede geçer. Bir insanın, hayatı boyunca borçlar kanunu, ticaret kanunu ceza kanunu vd. ile bağ kurması gerekmeyebilir, zorunlu değildir. Fakat Anayasa ve Medeni Kanun’dan uzak durmak gibi bir ihtimal söz konusu olamaz. Ana rahmine tutundun artık bu çerçevedesin. Peki öldün çıktın mı çerçeveden? Hayır. Mezarın, mezar yerin, defin törenin ve sonrasında mezar yerindeki kemiklerin yasal çerçevenin konusu, hukukun öznesi olmaya devam ediyor. Hele bu devlet bir cumhuriyetse ki, 100 yıldır öyle biliyoruz ve ikinci 100 yılı da öyle yaşamak istiyoruz. O halde Cumhuriyet yurttaşlarının tüm yaşamını belirleyen bu iki yasayı kafanıza göre yazamazsınız. Ancak tüm toplumsal kesimlerin ortaklaşmasıyla yazılır, uzun hazırlık ve tartışma süreci gerektirir. 31 Ağustos'ta duyurup ‘Ekim'de getireceğiz’ sözü batan geminin mallarının yağmalandığını düşündürüyor. Arkadaşlar yönetici misiniz, yağmacı mı, hele bir karar verin, konuşmadan önce. Sadece belirli bir süre için yönetim yetkisi aldığınızın farkındaysanız bilmelisiniz ki 85 milyonluk ülkede 18 milyon oy aldığınız için her istediğinizi, toplumun bugününü ve geleceğini öyle bir ayda çalakalem yazamazsınız. Tüm toplumun görüşleri o metinlere girmeden yazamazsınız. Konsensus denilen ortaklaşma oylamada 50+1 değildir. Oylamadan önce hazırlık, tartışma ve yazım aşamalarında yüzde 80’leri bulan hatta mümkünse biraz da aşan ortaklaşılmış metin demektir. Oylama nihai işlemdir ve demokrasinin son şartıdır, ilk değil. Yaşam şartlarını ve haklarını belirleyecek olduğunuz insanlardan yaptığınız işleri, yapacağınız düzenlemeleri, yangından mal kaçırır gibi saklıyorsunuz. Gerçekten hakkınız yok. Padişah değilseniz, Allah değilseniz haddiniz de değil.
Milletten ve Meclis’ten yetki almamış salt partili Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilmiş bir bürokrat, bir siyasi memur olan Adalet Bakanı çıkıp bir ay sonra hem Anayasa hem Medeni Yasa için yeni düzenleme yapılacağından ve 6. Yargı Reform Paketi adı verilecek bir torba kanun teklifinin içine tıkıştırılacağından bahsediyor. Cumhuriyet'in iki temel kanunundan birisi Anayasa ikincisi Medeni Kanun ve Cumhuriyet'in 100. yılı biterken bu iki temel kanunu bir torbaya sokup beş dakikada geçireceğini sanıyor. Yasa ve Anayasa yapımı için gerekli görülen tüm demokratik süreçleri işletmiş olsanız bile sizler Anayasa yapamayacağınız gibi Medeni Yasayı da değiştiremezsiniz. Çünkü var olan Anayasayı uygulamıyor, kendiniz uymuyorsunuz. Sivil hakları yani kişilik haklarını düzenleyen Medeni Yasaya uymuyor, yurttaşların kişilik haklarını ihlal ediyorsunuz yıllardır. Aile hukukuna dokunamazsınız çünkü aile hukuku maddelerini uygulamıyorsunuz. Hukuk tanımıyorsanız yasa yapamazsınız. Bu nedenle EŞİK basın açıklamasında yer alan şu sloganlara tüm toplum kulak vermeli:
Medeni Yasaya Dokunma, Uygula!
Anayasayı Uygulamayanlar Anayasa Yapamazlar!
İktidar iki temel kanunu kafasına ve beslediği gruplara söylettirdiği taleplere göre değiştirme hazırlıklarını duyurduktan sonra bile muhalefetten ve geniş toplum kesimlerinden tepki gelmeyişi, ölmüşüz de ağlayanımız yokmuş dedirtiyor. Gerçi toplumun üzerine ölü toprağı serpilmiş olmasa iktidar bu pervasızlığa cüret edemezdi. İktidar Medeni Yasa'nın bir bölümü olan aile hukukunu kökten değiştireceğini söylerken bir yandan zihinleri bulandırmayı da başardı. Aile arabuluculuğunu öne çıkarıp, salt boşanmaların hızlandırılması gerekçesiyle yapılıyormuş gibi bir algı yarattı toplumda. İşin aslı şu ki aile hukuku için planlanan değişiklikler salt bu iki konudan ibaret değil ama salt bu iki konuda değişiklik yapılacak olsa bile bu iki konu toplum hayatında köklü değişikliklere yol açacak öneme sahip. Gariptir, toplum geneli çelişkinin de farkında değilmiş gibi görünüyor. Boşanma olaylarının artmasından yakınan bir iktidar, her fırsatta evliliği teşvik eden bu yöneticiler ‘sahi neden boşanmayı hızlandırmaya çalışıyor’ sorusunu düşünmez mi insan? Basın bile düşünmüyor. Gazetelerimiz, gazeteci arkadaşlarımız, konuyu haberleştirirken başlığa aile arabuluculuğunu ya da boşanmaların hızlandırılmasını taşıyor hemen. Oysa öne çıkarılan bu iki mesele adeta fare kapanındaki peynir hükmünde. Tuzağa düşen de çok. Yani meseleyi eşitlikçi düşünme alışkanlığı ve yasada geçtiği şekliyle boşanma olarak algılıyor çoğunluk. Oysa hızlandırılması planlanan şey eşitlikçi veya eşdeş yani her iki tarafa da hak olan boşanma değil. Kelimeye eşdeğer anlamı kazandıran o ‘n’ düşürülüyor aradan ve erkek için boşama kolaylaştırılıyor. ‘Boşanmalar arttı’ şikayeti de kadınların boşanma hakkını kullanmasından yakınma anlamına geliyor. İktidar ve yandaş söylemlerine biraz dikkatli bakılırsa boşanmaların artmasından yakınılan her demeçte, her yazıda bir cümle öncesinde veya sonrasında, bazen yan cümle olarak kadınların boşanmak istemesinden söz edilir. Bu kısma fazla uzattım ama algı operasyonlarına karşı akıl oyunları ve dikkat gerektiği için biz kadınların izini sürdüğümüz ipuçlarına dikkat çekmek istedim.
EŞİK, inatla ve ısrarla tuzakları işaret etmeye devam ediyor. Bir kere de burada yazayım hızlandırılmış boşanma ‘boş ol’ sistemidir. Diyanet bunun alt yapısını hazırladı zaten. Hatırlayanlar olacaktır şu SMS ile boşanma fetvasını. Arabulucu masasında atılacak bir imza ile boşanma erkek tarafından kadına ‘boş ol’ denmesinden faklı değil. Yılmaz Tunç’un belirttiği üzere nafaka, tazminat, velayet dosyaları boşanma dosyasından, daha sonra görüşülmek üzere, ayrılacakmış. Hadi canım sen de! Arabulucu masasında “boşandım” anlamı taşıyan imza atıldıktan sonra bekleme süresi olmaksızın erkek yoluna gidecek ve dönüp diğer davalara katılmayacak çünkü ihtiyacı yok ve zorunlu değil. Fakat kadın için hem bir bekleme süresi var hem de o imza ile tüm haklarını kaybetmiş olacak. İstediği kadar, nafaka, velayet, tazminat davaları açsın hangi boşanmış erkek gelip o duruşmalara katılıp hüküm altına girmek ister. Diğer yandan bu hızlı boşanma kadınlar ve çocuklar için sokakta kalmak anlamına geliyor. Buradaki tuzaklar tedbir nafakasının ve aile konutu hakkının, sessiz sedasız kadınlardan ve çocuklardan alınması. Hak gaspı yapacak iktidar ve bunu yaldızlayıp hızlı boşanma diyerek sunuyor. Aile arabuluculuğunun taşıdığı bir diğer risk de eril şiddet olgusuyla ilişkili. Günümüzde ihtiyari olan aile arabuluculuğu görüşmelerinde, arabulucu ofisinde öldürülen, yaralanan avukat ve kadın haberleri olduğunu hatırlayalım. Aile arabuluculuğu zorunlu hale getirilirse bu tür haberlerin artacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Aile hukukunun düzenlediği diğer konular ise örneğin aile reisliğinin kaldırılmış olması. On iki yıl önce kadın örgütü temsilcilerinin karşısında “bana kimse kadınla erkek eşittir dedirtemez” demiş olan Cumhurbaşkanı eşlerin eşitliği hükmüne uyan bir düzenleme yaptırır mı? Tabii ki net olarak hayır! Aile reisliği geri gelirse, oturulacak evden çalışma hakkına, çocuğun isminden gideceği okula ve alacağı eğitime kadar erkek eş karar verici olacak demektir. Evlilik yaşının özellikle kadınlar için 18’in altına çekilmesi, erkek çok eşliliğinin aile hukukuna girmesi, mal ayrılığı rejiminin yeniden gündeme gelmesi ve aile birliği içinde edinilmiş malların ortak bölüşümünden geri dönülmesi, toplumu bekleyen risklerden. Uydurmuyorum bunlar görünen köy. Bu hükümleri değiştirmek istemeseler mevcut aile hukukunu silip yeni baştan yazmaya girişmezlerdi. İlaveten kadının velayet hakkı, nafaka hakkı, tazminat hakkı adeta zorla denilecek zorunlu arabuluculuk usulüyle peşinen imzalatılacak boşanma nedeniyle baştan yok edilmiş olacak. İşte bunların hepsi özünde kadına “sıkıysa boşanmak iste” diyen bir toplum düzeni inşası. Erkeğe çok eşlilik kadına boşanma yasağı veya “çok istiyorsan tüm haklarından feragat ederek git canını kurtar” dayatması sistem haline gelecek demektir.
Böyle bir aile ve toplum düzeni salt kadınların ve çocukların sorunu olmadığı gibi salt kadın hakları savunucularının, feministlerin sorunu da değil. Böylesi bir toplum düzeni yakıcı bir ateş olur ve bu ateş hepimizi yakar. “Medeni Yasa ve laik, eşitlikçi aile hukuku; seküler dindar, genç yaşlı, yoksul zengin, köylü kentli, ‘A’ partili ‘B’ partili fark etmeksizin bu ülkede yaşayan herkesin, kadın, erkek, çocuk hepimizin eşit yurttaşlık güvencesidir.” İktidar TBMM aritmetiğine, sayısal çoğunluğuna güvenerek Medeni Kanunu değiştirmek isterken sessiz kalmanın affı olamaz. Sadece kadınların değil herkesin sorun olan bu konuda getirilmek istenen düzenleme kesinlikle erkek egemenliğine hizmet edeceği için erkeklerin eşitlikçi olanları, siyasi partilerin demokrasiden yana olanları, bu hazırlığı meclise gelmeden önce durdurmak için peşinen yazılı, sözlü her yolla karşı tavır almalı. Dindar – seküler kamplaşması ekseninde değerlendirilecek bir konu olduğu da zannedilmesin. Medeni yasa ve aile hukukunda yapılacak değişikliklerin dini gerekçelere dayandırılacağına kuşku yok ama o gerekçelerin dine dair ataerkil yorumlardan oluşacağından da kimsenin şüphesi olmasın. Bu nedenle özellikle dindar kadınların toplumdaki ideolojiye ve hayat tarzına dayalı kamplaşmanın etkisinden kurtularak Medeni Yasanın tanıdığı haklara sahip çıkması, aile hukukuna sahip çıkması beklenir.
Kadınlar için boşanma hakkını kullanmayı imkansız denecek derecede zorlaştıran bir teklif hazırlandığı ihtimalini akılda tutarak bir örnek vermek isterim yazımın sonunda. Suriyeli bir kadın geçici koruma statüsünde Türkiye’de yaşıyor. Kendi ailesi ve çocukları ile savaştan kaçarak sığınmış ülkemize. Ancak kocası gelmemiş. Ve Suriye yasalarına göre kadının boşanma hakkı olmadığı için kocasına sürekli haber göndermek zorunda kalıyor kendisini boşamasını istiyor. Erkeğin umurunda değil. Çünkü tekrar evlenmesi önünde bir engel yok, üç tane daha kadınla evlenebilir. Cariye desen sınırsız. Karısının ve çocuklarının başka bir ülkede ablasının, eniştesinin yanında zor şartlarda yaşamasını hiç dert etmiyor. Kadıncağız bir toplantıda anlattı bunları ve ‘Türkiye yasaları beni boş sayar mı’ sorusunu yöneltti. Tekrar evlenmek istiyordu. Kendi kendisine bakmasının yolları olduğunu, çalışıp çocuklarını büyütebileceğini söyledim ama bunun için bile Suriye’de kalan kocasının iznine muhtaçtı. Çalışmasına izin vermesi ihtimali kendisini boşamasından bile çok daha düşük bir ihtimaldi. Türkiye ise geçici koruma statüsünde baktığı bu insanları Türkiye yasalarına uyma zorunluluğu getirmediği için bu kadıncağız Suriye’deki bencil erkeğin insafsızlığına karşı korunamıyor. Türkiye topraklarında yaşayan insanlara kendi yasalarına uyma zorunluluğu getirse sorun çözülecek ama… Aması malum, bugün bizlere o kadıncağızın hayatını zehir eden koşulları dayatmak istedikleri için… Üstelik Diyanetin Suriye iç savaşını başlatanlardan, Selefi liderlerden birisi ile anlaşma yaparak ÇEDES projesi kapsamında ‘okul dışı kulüp’ adı altındaki eğitimleri bu gruba verdirmek üzere protokol imzaladığını da hatırlayalım. İşimiz gerçekten çok zor. Durum gerçekten çok vahim. Ve kesinlikle sadece kadın sorunu değil.
Yine de kendini kaybetmiş bir muhalefet ve Türkiye Yüzyılı kod adıyla Cumhuriyet değerlerini yok etmek için gözünü karartmış bir iktidar karşısında ülkeyi toparlamak için harekete geçenler sadece kadınlar. Biz Türkiyeli kadınlar olarak kendimize böyle bir yaşam koşulu dayatılmasını sineye çekmeyeceksek aile hukukumuzun değişmesine izin vermeyeceğiz. İdeolojik farklarımızın önemi yok. Dindar da olsak seküler de olsak bu ateş hepimizi yakar. Hem bizler yüzlerce yıldır bu haklar için mücadele etmiş kadınların nesliyiz. Osmanlı’nın hanedan mensubu kadınlara tanıdığı boşanma hakkına kavuşmak için yayınladığı ilk romanıyla (Muhadarat, 1882) mücadele eden, kadınlara yol gösteren Fatma Aliye hanımın hatırı için olsun haklarımıza sahip çıkacağız.