Kahire, geçtiğimiz günlerde Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne bağlı kuvvetlerin Akdeniz'in stratejik şehri Sirte'ye doğru ilerlemeye devam etmesi durumunda Libya'ya "doğrudan askeri müdahalede bulunacağı”nı açıkladı. Buna karşın Ankara ise Libya’da herhangi bir ateşkesin olabilmesi için Hafter güçlerinin Sirte’den çekilmesini şart koştu.
Libya’da gerginliğin bu noktaya gelmesinde Türkiye’nin yoğun destek verdiği Trablus Hükümeti’ne bağlı güçlerin önemli ilerlemeler kaydetmesi ve Hafter güçlerinin peş peşe aldığı mağlubiyetlerin payı büyük. Ankara’nın müdahalesi savaşın seyrini değiştirdi. Hafter güçlerinin mağlubiyeti gerilimi tetiklerken karşılıklı açıklamalar, tarafların Libya’da doğrudan bir çatışma ihtimalini gündeme getirdi.
Aslında en başta söylemekte fayda var, ne Mısır ne Türkiye tarafında kimse böylesine doğrudan bir çatışmaya ihtimal vermiyor. Her ne kadar taraflar arasındaki ilişkiler General Sisi liderliğindeki ordunun 2013’teki darbesinden bu yana gittikçe kötüye giden bir grafik çizse de bu, tarafların kapışacağı bir zeminin varlığı anlamına gelmiyor. Elbette Libya’daki iç savaş, ilişkileri daha da elektriklendirdi. Ancak ne Türkiye ne de Mısır, siyasi, askeri ve insani maliyeti oldukça yüksek böyle bir çatışmanın tarafı olmak istemeyecektir. Kaldı ki Arap coğrafyasında işler son yıllarda bilindiği gibi vekâlet savaşları üzerinden yürüyor.
İki ülke doğrudan bir kapışmaya girmeyecek belki ama ilişkilerdeki kriz daha da derinleşecek. Kahire uzun zamandır Abu Dabi ve Riyad’la birlikte bölgede Müslüman Kardeşler (MK) karşıtı cephenin koçbaşı konumunda. MK’nin doğal destekçisi gördükleri için Ankara’yı kutuplaşmanın doğrudan tarafı görüyorlar ki bu, Ankara’nın hiçbir zaman reddetmeye yeltenmediği bir durum.
Mısır’ın en büyük endişesi, kendi ülkesinde tasfiye ettiği MK’nin Kuzey Afrika hattında yeniden siyasette söz sahibi olması. Fas’ta MK’nin siyasi kanadı Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda, Tunus’ta Gannuşi’nin liderliğini yaptığı Nahda Partisi koalisyon ortağı. Cezayir’de MK ideolojisine sahip çıkan birkaç siyasi parti var ve 90’lı yıllarda yaşanan kanlı iç savaşa rağmen bugün hükümet ve orduyla iyi ilişkilere sahip. Libya’da da bir MK hükümetinin kurulması, ne Kahire’nin ne de müttefiki Riyad ve Abu Dabi yönetimlerinin katlanabileceği bir şey. Kuzey Afrika’da İslamcı hükümetlerden kurulu yeni bir kuşağın oluşması, Mısır ve Körfez ittifakının en büyük kâbusu. Bu ittifakın Mağrip ülkelerindeki seçimlerde İhvan çizgisindeki partilerin önünü kesmek için milyarlarca dolar harcadığı biliniyor.
Öte yandan Mısır’ın bir başka kaygısı, Suriye’den gelen cihatçılar. Libya’nın doğusuna yerleşmeye başlayan cihatçıların ileriki süreçlerde meskûn mahalden yoksun ve bütünüyle çölden ibaret Libya-Mısır sınırından sızıp Mısır’ın derinliklerinde operasyon düzenlemesi. Sina yarımadasında yıllardır mücadele ettiği IŞİD uzantısı Ensaru Beyti’l Makdis örgütüne karşı önemli kayıplar veren Mısır, batısında yeni bir cephenin açılması ihtimalini kâbus senaryosu olarak görüyor.
Ankara’nın içeride otoriter çizgisi ve tel tel dökülen dış politikasıyla dünya kamuoyu gözündeki imajına dair bir kaygı gütmediği açık. Suriyeli cihatçıların Libya’ya taşınmasına verdiği destek de bu kaygısızlığının bir sonucu. Bağımsız olmayı, diplomasiyi ve yumuşak gücü bir yana bırakmak zanneden Ankara, battı balık yan gider havasında. Uluslararası düzende saygın bir şekilde yer almanın, gerektiğinde diplomatik esneklik ve kıvrak siyasi hamlelerle mümkün olduğu çoktan unutulmuş görünüyor. İran gibi tescilli Amerikan karşıtı bir ülke bile 5+1 nükleer görüşmelerinde diplomatik ustalığını gösterirken Türkiye’nin aksi yöndeki asimetrik hamleleri, Ankara’nın nereden nereye geldiğine ilişkin küçük bir ayrıntı mesabesinde.
Dolayısıyla ne Libya’da iç savaşın yakın zamanda sönümlenmesi ne de Ankara Kahire ilişkilerinde trafoda yaşanan yüksek gerilimin kısa vadede sona ermesini öngörmek mümkün. Ancak yine de taraflar, doğrudan bir çatışmadan uzak kalmak için ellerinden geleni yapacaklar, bu kesin. Kaldı ki başta ABD olmak üzere Batılı güçler, görünüşe göre Arap dünyasında yaşanan iç savaşların bir an önce sona ermesi gibi bir isteğe sahip değil. Tersine tıpkı Suriye’de olduğu gibi uzun soluklu ve tarafların enerjisini tüketecek bir iç savaşı teşvik eden bir görüntü veriyorlar.
Aslında Mısır ve Türkiye’nin yaşadıkları gerilime rağmen arka planda var olan ve her sene güçlenen ticari ilişkiler, Ankara ile Kahire’nin doğrudan çatışmasının önündeki bir başka engel. Kahire İhracat ve İthalat Genel Müdürlüğü'nün yakın tarihli raporuna göre, Mısır’ın Türkiye'ye ihracatı 2018'de yüzde 9,7 artarak 1,9 milyardan 2,2 milyar dolara çıktı. Mısır’ın Türkiye’den yaptığı ithalatın hacmi ise 2018'de yüzde 29 artarak, 2.3 milyar dolardan 3 milyar dolara çıktı. İki ülke arasındaki ticaret dengesi 2017’de 4.38 milyar iken 2018'de yüzde 20 artarak 5.2 milyar doları aştı.
Öte yandan Ankara, Libya ve Doğu Akdeniz’de karşıt kamptaki saflaşmayı çözmek için bir yandan İtalya ve İngiltere ile diyaloğa önem verirken öte yandan Tunus ve Cezayir gibi Libya’da etkili olabilecek yerel aktörlerle bağları güçlendirmenin peşinde. Libya’da Ankara’nın yanında saf tutan İtalya ve İngiltere, Türkiye’nin tezlerine yakın dursa da bu kırılgan ve aktif olmayan bir destek. Buna karşın Moskova’dan Abu Dabi’ye, S. Arabistan’dan Mısır’a karşıt kamp ise, son derece konsolide ve Libya’daki müttefikine askeri seçenek de dahil her alanda yoğun destek veriyor.
Türkiye de kendince karşısındaki sert ittifak blokunu yumuşatmaya ve mümkünse aralarındaki anlaşmazlıkları derinleştirmeye dönük hamlelerini artırıyor. Ankara, Mısır’ın Libya’ya ilişkin önerisini kabul etmeyeceğini açıkça deklare ederken buna mukabil Tobruk’taki Meclis Başkanı Hafter yanlısı Ukayla Salih’le görüşülebileceğini ifade etmesi böyle bir mantığın sonucu. Bir taraftan diplomatik çözüme kapıları bütünüyle kapatmadığı yönünde mesaj verirken diğer taraftan da karşı safların içine anlaşmazlık tohumları ekmeye çalışıyor.
Ankara’nın bu konuda ne kadar başarılı olacağını Allah bilir ama Ankara’nın Türkiye karşıtı ittifak içerisinde bölünme yaratabilmesi, ancak masadaki taraflardan bir ya da birkaçıyla olan gergin ilişkilerine neşter vurmasıyla mümkün. Ancak çok kolay kriz üretebilen dış politikası ve bölgesel stratejisiyle Türkiye’nin kutuplaşmanın kemikleşmiş yapısında esneklik gösterebilecek gibi görünmüyor. Bu, ancak dış politikanın radikal bir yeniden yapılandırılmasının yanı sıra bölgesel kutuplaşmayı bütünüyle reddeden, çatışmaların aktif tarafı olmaktansa onları sağaltmayı hedefleyen bir yaklaşımla mümkün. Böylesine zekâ dolu bir hamleyi, diplomasiyi unutmuş, kendisinde emperyal bir kudret vehmeden ve bu yüzden de macera arayışından bir türlü vazgeçmeyen bir iktidardan bekleyecek durumda değiliz.