Ankara’da hâkimler var, peki adalet?

10 Ekim katliamı yargılaması, 19 tutuklu sanık için çeşitli mahkûmiyet cezaları ile kapatıldı, şu an Yargıtay’da. 16 firari sanık için ise yargılama sürüyor. Fakat yaklaşık beş yıldır süren yargılamada heyet ve duruşma savcısı değiştirildi. Değişen heyet ile ilk duruşma 10 Mart 2021’de görüldü. Daha doğrusu görülemedi, çünkü mahkeme başkanı duruşmayı terk etti.

Dinçer Demirkent dincerdemirkent@gmail.com

2015 yılında gerçekleşen iki genel seçim arasında geçen dönemde, Türkiye’yi bugün geldiği eşiğe taşıyan temel kırılma yaşandı. Bu seçimlerin ilki olan 7 Haziran 2015 seçimleri iki temel sonuç ortaya çıkarmıştı:

Birincisi, 3 Kasım 2002’den beri parlamenter sistem içinde sürdürdüğü tek başına iktidar dönemi sona erdi. AKP, oy kullanan seçmenin neredeyse yarısının seçim barajı nedeniyle parlamentoda temsil edilmediği 2002 seçimleri sonucunda yalnızca yüzde 34 oy almasına karşın TBMM’deki koltukların yüzde 66’sına sahip olmuştu. 13 yıl boyunca parlamenter sistemin denge kurumlarını ortadan kaldırmak için her fırsatı istismar etti. 2015’e gelindiğinde Erdoğan, plebisiter bir diktatörlüğün taşlarını döşemişti. Kendi yarattığı büyük krizleri çözebilecek tek kişi olduğu imajını yaratarak süreklileşen seçimler ve halk oylamalarında kendini oylatıyordu. 2014’te Cumhurbaşkanı seçildiğinde parti üzerindeki denetimini bırakmadı, 2015 seçimlerinde tarafsız ve partisiz Cumhurbaşkanı olmasına karşın seçim kampanyası yürüttü. Buna rağmen tek başına iktidarı sağlayamadı.

İkincisi, 12 Eylül darbesinin Türk-İslam sentezine ve kutsal devlet mitine dayanan ideolojik altyapısına uygun olarak, parlamentonun dizayn edilmesinin aracı olmuş yüzde on barajı, HDP’nin yüzde on üçün üzerinde oy almasıyla işlevini yitirdi. 7 Haziran 2015 seçimleri, otuz beş yıl sonra 12 Eylül darbecilerinin kurduğu, iktisadî ve ideolojik dayanakları gereği örgütlü işçi sınıfını ve Kürtleri siyasal topluluğun dışına atan rejimin en temel aracı olan barajı yıktı.

Cumhuriyet Halk Partisi bürokratları AKP ile istikşafi görüşmelerini yürütmekteyken, AKP-MHP ittifakının temelleri 7 Haziran seçimlerinin bu iki sonucu üzerine, 12 Eylül faşizminin politik ve ideolojik dayanaklarını konsolide edecek biçimde inşa edildi. Parlamenter hükümet sisteminin yerine barajı yüzde elliye çıkaracak bir tek kişi rejiminin getirilmesinde bu politik ve ideolojik amaç esas alınacaktı. 1990’larda Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek bahanesiyle Türkiye’nin kendi Kürtlerine reva gördüğü zulüm düzeni; 2015 sonrasında Suriye’nin kuzeyindeki Kürt varlığını engellemek için yeniden kurulacaktı. Toplumsallaştırılmamış, TBMM’ye taşınarak siyasallaştırılmamış ve kurumsallaştırılmamış barış görüşmeleri sonlandırılacaktı. Bütün bunlar için AKP’nin tek başına iktidar olacağı yeni bir seçim ve HDP’yi bir Türkiye partisi olarak kuran kadronun siyasetten tasfiyesi kritik bir önem taşıyordu. Türkiye 7 Haziran 2015’in üzerinden beş ay geçmeden yeni bir seçime gitti. Kısa zaman sonra da anayasaya aykırı anayasa değişiklikleri ile HDP’li vekiller dokunulmazlıkları kaldırılarak cezaevine gönderildi.

Aradan beş yıl geçti. Dün, 17 Mart 2021’de, HDP milletvekili, insan hakları savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliği, attığı bir tivit nedeniyle, anayasaya aykırı olarak yürütülmeye devam edilen kovuşturmadan aldığı cezanın Yargıtay’da onaylanması ve kararın okunmasıyla düşürüldü. Aynı gün HDP’ye kapatma davası açıldı. 

10 EKİM ANKARA GARI KATLİAMI

İki seçim arasındaki beş aylık dönemde, Türkiye tarihinin en kanlı dönemlerinden biri yaşandı. 10 Ekim 2015’te IŞİD militanlarınca düzenlenen Ankara Tren Garı katliamında 103 yurttaş hayatını kaybetti. 10 Ekim’de DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısı ve siyasal partilerin katılımıyla kurulmuş Barış Bloku’nun desteği ile düzenlenen Emek, Barış, Demokrasi Mitingi’ne katılmak, taleplerini demokratik ve barışçıl bir protesto düzenleyerek iktidara anlatmak için Ankara’ya gelen binlerce yurttaşa yönelmiş bu saldırıya ilişkin iktidarın refleksi, neredeyse mitingdeki yurttaşların kendi kendilerini katlettiğini ima eder nitelikteydi. Bu siyasal refleks iktidar tabanına yayıldı ve zor aygıtlarınca sürdürüldü. Ailelerin düzenlemek istedikleri anmalara karşı zor kullanıldı, mahkeme süreçlerinde aynı siyasal tavır sürdürüldü, katiller değil öldürülenler ve aileler suçlandı. Dönemin AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, saldırının ardından anket yaptıklarını ve oylarının yükseldiğini gördüklerini söylemişti. 10 Ekim katliamının üzerinden 5 ay geçmeden başkentte iki bombalı katliam daha yaşadı, Güvenpark ve Merasim Sokak’taki saldırıları TAK üstlendi. Demokratik taleplerin, halkın sözüyle kurulacak gücünün yolları, sokakları bombalar tarafından işgal edildi. Ankaralı yüzbinlerce yurttaş, Ankara’nın kamusal mekânlarına, merkezlerine yıllarca gidemeyecek kadar travmatize oldu. Üç saldırıda da hiçbir kamu görevlisi sorumluluk üstlenmedi, avukatlar tarafından ortaya konan hiçbir görev suçu yargılanmadı. 10 Ekim davası avukatlarının açıkladığı bilgilere göre katliamdan dört yıl sonra savcılık koridorundaki bir bankın üzerinde “tesadüfen bulunan,” savcılar tarafından “dolapta unutulduğu” söylenen 9 klasörlük dosyada, faillerin saldırı hazırlığında olduğuna ilişkin istihbaratın Gaziantep Emniyet Müdürlüğü'ne iletildiği vardı. Gaziantep Emniyet Müdürlüğü hiçbir şey yapmamıştı. Emniyetin teknik takibi altında olan failler Gaziantep’ten Ankara’ya rahatça ulaşabilmişlerdi. 10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu’nun kamuoyu ile paylaştığı metindeki şu bilgileri dikkatlice okuyalım: “14 Eylül 2015’te İl Emniyetlerine “mitingde canlı bomba eylemi olabilir” şeklinde giden istihbarat bilgisi, 10 Ekim Ankara mitingi tertip komitesi ile paylaşılmamıştı. Ancak her şeyden öte, bu istihbarat gereği hiçbir önlem almayan emniyet görevlileri hakkında da hiçbir işlem yapılmadı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün 10 Ekim 2015 sabahı 7 ilâ 10 saatleri arasında yol denetleme uygulamasını kaldırdığı da ortaya çıkmıştı ancak yine buna ilişkin de hiçbir soruşturma yürütülmedi.”

ADALETİN SEYRİ

10 Ekim Ankara Katliamı Türkiye’nin her yerinden Ankara’ya gelen, yüzlerine bakmaya kıyamadığımız 103 yurttaşımızın IŞİD’li militanlarca öldürüldüğü büyük bir acı, bir toplumsal travma değil sadece hafızalarımızda; aynı zamanda Türkiye’deki siyasal kırılmanın bütün boyutlarıyla temerküz ettiği bir katliam anı. Ve bu an ile vicdani, hukuksal ve siyasal olarak yüzleşmedikçe yaşadığımız beş yıl ile yüzleşmek de asla mümkün olmayacak.

10 Ekim katliamı yargılaması, 19 tutuklu sanık için çeşitli mahkûmiyet cezaları ile kapatıldı, şu an Yargıtay’da. 16 firari sanık için ise yargılama sürüyor. Fakat yaklaşık beş yıldır süren yargılamada heyet ve duruşma savcısı değiştirildi. Değişen heyet ile ilk duruşma 10 Mart 2021’de görüldü. Daha doğrusu görülemedi, çünkü mahkeme başkanı duruşmayı terk etti. Neden mi? Ailesini kaybetmiş bir yurttaşın duruşmanın katılanı sıfatıyla “Adalet istiyoruz” dediği için. Neden mi demişti? Türkiye’de insanlığa karşı suçtan yapılan ilk yargılamanın sanığının avukatının, hakkı olmadığı halde dinlenmekte olan tanığın ifadesine müdahale ettiği için. Evet, bu nedenle adalet talebini, olması gerektiği yerde, mahkemede dile getiren bir yurttaşın salondan çıkmasını istedi mahkeme başkanı. Çıkmayınca duruşmayı sonlandırdı. Avukatların bütün görüşme çabalarına rağmen duruşmayı sürdürmek için mahkeme salonuna dönmedi. Son beş yılın en kritik davasında “adalet” işte bu seyirde ilerliyor.

Adalet talebi dile getirildiği için mahkeme başkanı tarafından tanığın dinlenmesi sonlandırılmadan yarıda kesilen duruşma, 19 Mart 2021 Cuma günü 10.00’da Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edecek. Adalet talebinin hepimize ait olduğunu göstermedikçe, adaletin 4. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti bakımından seyri belli ki değişmeyecek.

 
 
 
Tüm yazılarını göster