Ankara'dan İngiltere'ye Punk yolu: The Clash
Çiçek çocuklar, marihuana, dünya barışı, saykodelik tripler, ağaçlar, Beatlemania... 1970'lerin ortasına doğru, hippilikle hiçbir zaman özdeşleşememiş, pasifizmden bıkmış usanmış öfkeli gençlerin müziğinin zamanı yaklaşıyordu. Sex Pistols'tan bahsedeceğim hissine kapılmış olabilirsiniz; ama "No Future" yerine "White Riot" diyorum, saf kaos yerine kaostan beslenip bir şeyler değiştirmeye çalışan çocukları, The Clash'i anlatmak istiyorum!
DUVAR - Punk, İngiltere sokaklarında Sex Pistols'la yankılandı. Vuruldu, kırıldı, yıkıldı, yakıldı. Hepsi iyi ki de yapıldı. Öfkelenmeyi bile unutmuş hippilerden sonra, öyle veya böyle, bir yön verildi kaosa. Sert ritimli bu müzik, kızgın ve sert çocuklar içindi. Saçlar kazındı, Mohawk yerlilerinden ilham alınarak traş edildi, yer yer absürd renklere boyandı. Deri ceketler giyinildi, bir şeyler oluyordu ve hippilikte kendini bulamayan gençler bu oluşumun kesinlikle bir parçası olacaklardı.
Peki yıllardır beklenilen şey sadece bu müzik miydi? Pistols konserlerinde şarkıların sözleri bile anlaşılmıyordu. İstenilen şey "No Future (Gelecek Yok)" karamsarlığı arka planda huzur kaçırıp, moral bozarken, sadece yakıp yıkmak mıydı?
VUR KIR PARÇALA YERİNE; FARK ET, ÖFKELEN, HAREKETE GEÇ!
1976 yazı, Sex Pistols'ın "Anarchy in the U.K" turnesinde, ön grup olarak sahneye Punk'ı bambaşka bir boyuta taşıyacak olan 4 çocuk çıktı: The Clash. Bu çocuklar da Punk müzik yapıyorlardı ve belli ki; müziklerinin şarkılarının sözlerini ezmemesi, anlatmak istedikleri çok şey olmasındandı. Pistols'ın nihilist kimliğine karşı, herkesi polis şiddetine, ırkçılığa tepki koymaya çağıran The Clash, Birleşik Krallık punkları tarafından adeta kucaklandı. Zaman zaman röportajlarda uyuyakaldığı görülen ve müzik tarihinin en bir grubu nasıl bir arada tuttuğu anlaşılamayan menajerlerinden sayılan, Bernhard Rhodes'in de grubun politik kimliğiyle öne çıkması konusunda hakkını yemeyelim.
Rhodes, 68'deki öğrenci hareketlerinde ve sonrasında İngiltere'deki eylemlerde aktif olarak yer almıştı ve Joe Strummer ile Mick Jones'a şöyle dedi: "İçinde yaşadığımız dünyayı yazın. Acımasızlıklardan, haksızlıklardan bahsedin."
ANKARALI JOE STRUMMER MICK VE PAUL'LA TANIŞIR...
The Clash'e, aralarındaki kimyanın en iyi olduğunu söyleyebileceğimiz ve en uzun süre birlikte müzik yapan şu dörtlünün can verdiğini söyeleyebiliriz: vokalde Joe Strummer, gitarda Mick Jones, basta Paul Simonon ve davulda Topper Headon. Mick Jones ve Paul Simonon İngiltere'nin Brixton şehrinde, işçi evlerinde büyürler. Sex Pistols'ı ilk defa duymasıyla müzikle ilgilenmeye başlayan yakışıklı Paul'un yolu, sanat okuluna henüz başlamışken Mick'le kesişir. Bas çalmayı öğrenen Paul, Mick'in "London SS" adlı grubuna katılır.
Diplomat çocuğu, Joe Strummer 21 Ağustos 1952'de başkent Ankara'da dünyaya gelir... Çocukluğunu ailesiyle ülke ülke gezerek, gezerken de hayal gücünü geliştirerek geçirir. Ortaokula kadar Mamak'ta yaşar ve okulda flüt çalmayı öğrenir! Grubun karizmatik lideri olacak Strummer, İngiltere'ye geri döner ve adını George Orwell'ın 1984'ündeki işkence odasından aldığı söylenen "101ers" grubuyla müzik yapar. Tıpkı Keith Richards gibi müzikle ilgilenmeye Little Richard ve The Beach Boys gibi Rock'n Roll müzisyenlerini keşfederek başlayan Strummer, ailesinin sınıfsal geçmişini redderek her daim işçi ve öğrenci hareketlerinin içinde yer alır. Bir konserin giriş kuyruğunda beklerken Mick ve Paul'la uzun uzun ve biraz da ters ters bakışan Joe, ilk önce dayak yiyeceğini sandığı bu ikiliyle daha sonraları uzun bir müzikal yolculuğa çıkacağından habersizdir!
11 yaşından beri konserlere giden, her zaman bir Rock yıldızı olma hayaline sahip olmuş, müzikal deha Mick Jones, müzikal açıdan pek de yetenekli olmasa da, asi imajıyla The Clash'i The Clash yapan Paul Simonon, davulcu Topper Headon ve Ankara doğumlu aktivist Joe Strummer, 70'lerin İngiliz gazetelerinde en çok geçen "çatışma, mücadele etme" anlamlarına gelen "The Clash" kelimesini çatı edinir ve altında kolektif müzik yapmaya başlarlar.
'HADİ BEYAZLAR, SOKAĞA ÇIKMA, MÜCADELE ETME ZAMANI!'
Sex Pistols'la 1976'da çıktıkları turne sonrası, 1977'de plak şirketi CBS ile anlaşırlar. İlkbaharda ilk singleları "White Riot"ı çıkarırlar. CBS'in ABD kolu, 'şarkıların radyoda çalınmaya uygun olmadığını' söyleyerek Single'ı yayınlamayı reddeder. "White Riot", tüm zamanların en çok ithal edilen Single'ı olmayı başarır!
1976'nın Ağustos ayında, Batı Londra'daki squatlarda yaşayan Joe ve Paul, yüzlerce siyah gencin polis şiddetine karşı gerçekleştirdiği eylemlere katılırlar ve "Kontrolü ele alacak mısın? / Yoksa sadece emir almakla yetinecek misin? / Geri mi gidiyorsun? / Yoksa ileri mi gitmek istersin?" sözlü "White Riot" şarkısını yazarlar. İngiliz müzisyen Don Letts'e göre "Şarkı, beyazları sokağa çıkmaya, siyah kardeşlerinin halini görüp onlarla birlikte mücadele etmeye çağırır."
'YASTIK KILIFI ÇALMAKTAN TUTUKLUSUNUZ!'
4 tane işçi çocuğunun müziğinden ve isyanından adeta tırsan İngiliz hükümeti, 1977'de, Strummer ve Jones'u, "vandalizmden, yastık kılıfı çalmaya" abuk subuk suçlamalarla defalarca göz altına alır ve belirli sürelerle tutuklu kalmalarına da neden olur... Simonon ve Headon ise bir keresinde "tabancayla ateş ederek güvercinleri kaçırmak" suçundan tutuklanırlar! "Rock Against Racism (Rock, ırkçılığa karşı!)" konserleri veren The Clash, zaman zaman Rock'ı, İngiltere'nin ezilenleri Jamaikalıların müziği Reggae'yle birleştirerek, Punk'ı bambaşka bir boyuta taşır. Grubun ilk singlelarından biri Junior Marvin'in "Police and Thieves (Polisler ve Hırsızlar)" olur.
Birleşik Krallık ve ABD müzik listelerinin iyi sıralarına yerleşen The Clash, Jamaikalı yapımcı Lee Perry ile "Complete Control"ü kaydeder, "Give 'Em Enough Rope" ile Birleşik Krallık listelerinde 2 numaraya çıkar. 1979'da Amerika'da turneye çıkan gruptan beklenen albüm aynı yıl gelir: London Calling. Reggae ve Ska tınıları duyabileceğiniz London Calling, grup üyelerinin ısrarı ile, diğer plaklardan daha ucuza satılmaya başlanır.
1981'de gelen "Sandinista!" ise ABD'de birçok müzik eleştirmeni tarafından "yılın en iyi albümü" olarak gösterilir. Aynı yıl grubun hit parçası"Rock the Casbah"ı yazan Headon eroin kullandığı gerekçesiyle tutuklanırken, Strummer Paris'te bulunmak üzere ortadan kaybolur...
"Should I Stay Or Should I Go" parçasıyla yaza damgasını vurup, 1982'de The Who ile Amerika turnesine çıkan grup, en popüler dönemini yaşadı diyebiliriz. Bir yıl sonra, Strummer ve Simonon Jones'u gruptan kovup yerine iki gitarist alır. Hayranlar tarafından asla sindirilemeyen bu hareketin üstüne grup yavaş yavaş dağılır ve üyeler solo çalışmalar yapmaya devam eder.
'İNSANLAR BİZİMLE İLGİLİ ŞUNLARI BİLMELİ...'
Strummer ve Joe 1986'dan sonra ilk kez 2002'de Joe'nun grubu The Mescaleros konseri sırasında bir araya gelir ve The Clash şarkılarını seslendirirler. Aynı yıl, Strummer Bono ile beraber Nelson Mandela'nın hücre numarası "46664" ile adlandırılmış şarkıyı, Afrika'daki bir AIDS karşıtı proje için yapar. Strummer, 2002'nin Aralık ayında kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılır.
Müzik endüstrisinin gereksiz pahalılığına, polis şiddetine, devletin işçi sömürüsüne, ırkçılığa karşı mücadeleye adanmış bir hayat Joe Strummer ve arkadaşlarınınki. Çağdaş sanatçılarına göre çok daha ümit verici, harekete geçirici ve çözüm arayıcı The Clash üyeleri, verdikleri ilk röportajlarından birinde şöyle diyor:
"İnsanlar bizimle ilgili şunları bilmeli: Biz faşizme karşıyız, şiddete karşıyız, ırkçılığa karşıyız ve üretmek için buradayız."
Yenilikçi vizyonlarını en başında belli ederek, hala her alanda ilham kaynağı olmaya devam eden grubun onuruna, birçok kentte "Uluslararası The Clash Günü" kutlanıyor. İşte bu yüzden karamsarlığa kapılmıyoruz, "No Future" yerine "White Riot" çağrısının peşinden gidiyoruz ve her tür baskıya birlikte karşı koyuyoruz!