Anora: Külkedisinin düşüşü...

"Anora", baş karakterinin de bastırılmasına çalışılan gibi bir "Çığlık" filmi… Filmlerinde basit bir açılıştan ve basit bir gelişim sürecinden sonra yine basit bir sonuca bağlanmayı tercih eden, klişelere sığınmakta bir sakınca görmeyen bir sinema endüstrisine karşı bir isyan çığlığı filmi… Ve bizce bu çığlığa kulak vermemiz gerekir!

Kerem Bumin kbumin@hotmail.com

Yönetmen Sean Baker ilk uzun metrajlı sinema filmini 2000 yılında "Four Letter Words" ismiyle sundu. Bu biraz sessiz sedasız başlangıçtan sonra yönetmenin sonraki filmleri çok daha dikkat çekti: 2015 yılında yönettiği "Tangerines", hem Deauville hem de Sundance film festivallerinde büyük takdir topladı. Ama özellikle sonrasında imza attığı "The Florida Project" (2017) kendisine Oscar ödülleri adaylıklarında bile yer buldu!

Baker’ın yedinci ‘solo’ filmi "Anora" ise yönetmenin fetiş temalarından vazgeçmediği, çok basit türlere kayabilecekken gerilimli polar tarzıyla ‘bezgin’ bir dram türünü ustaca harmanlayan, uçuk bir komedi tadında bir yapım… Ancak Baker, klasik sayılabilecek bir başlangıç noktasından hikayesini öyle bir şekillendiriyor ve kurduğu olay örgüsüne öyle yönetmenlik dokunuşları yerleştiriyor ki film, aslında tam olarak sınırlandıramayacağımız, birçok tür ‘alanında’ gezinen, ‘hibrid’ ve özgün bir yapıya bürünüyor. Filmin son Cannes Film Festivali'nde en büyük ödül olan ‘Altın Palmiye’yi kucaklaması kuşkusuz bir tesadüf değil!

Konuya bakacak olursak: Ani, Brooklyn’de bir gece kulübünde striptiz dansı yapan, Özbek asıllı Amerikalı genç bir kadındır. Bir gece kendisi için ‘özel’ bir dans yaptığı genç İvan’la tanışır. Önemli bir Rus oligarkın oğlu olan İvan Ani’den çok etkilenir ve önce onu evine (seks işçisi olarak) çağırır. Ardından önce para karşılığı bir haftalık sevgilisi olmasını ister sonrasında ise evlenme teklifinde bulunur. Ani için başlayan ‘Amerikan rüyası’, İvan’ın ailesinin olaya müdahil olmasıyla bir kabusa dönüşecektir.

CİNDERELL-ANİ…

‘Cinderella’, bilindiği üzere bizde ‘Külkedisi’ olarak bilenen ünlü masalın orijinal ismi… Baker’ın bu filmi de zaman zaman bir masal izlenimi veriyor. En azından filmin ilk yarım saatini kapsayan ve Ani-İvan ikilisinin tanışması/yakınlaşması/sevgili olması ve evlenmesi her ne kadar asıl dayanağını para gücünden alsa da bir peri masalı hissiyatı bırakıyor. Özellikle Ani açısından…

Rahatça akan ama çok da şaşırtmayan bu açılış sekansı, ister istemez aklımıza ünlü "Pretty Woman" filmini getiriyor. Her ne kadar karakterler konumları açısından bazı farklar taşısa da, senaryonun ana omurgası, başlangıçta benzer bir şekilde oluşuyor: Zengin bir adam, seks işçiliği yapan güzel bir kadınla tanışıyor. Bu kadından çok etkilenip önce müşterisi oluyor sonrasında ondan para karşılığı bir hafta beraber olmasını istiyor. Tanıştığı bu adamın parasal gücü bu kadına yeni bir dünyanın kapılarını açma ve bir bakıma ‘Amerikan rüyasını’ gerçekleştirme fırsatını sunuyor. Buraya kadar senaryoda ciddi bir paralellik mevcut ama yönetmen bu algıyı ‘Amerikan rüyasını’, yola serpilen birkaç ‘çakıl taşını’ aşarak gidilen bir hedef gibi değil onu adeta parça parça ayrıştırarak, giderek daha dramatik bir hale büründürmek için kullanıyor. Bu yaklaşımda tabii ki erkek başkarakterin etkisi de büyük: Garry Marshall’ın filminde ("Pretty Woman") Edward karakteri yaptığı her yatırımı titizlikle planlayan, iş hayatına duygularını karıştırmamayı tercih eden, 40’lı yaşlarda zengin bir iş adamıydı. "Anora" filminde 21 yaşındaki İvan ise parasal gücünü sadece ailesinden alan, tamamen hedonist bir hayat süren, yaptığı eylemlerin ne önünü ne arkasını düşünen adeta zıpır bir ergen! Dolayısıyla Ani’nin "Anora" filmindeki ‘yolculuğu’ hem çok daha ironik hem çok derin bir seviye yükseliyor.

‘SORUN ÇÖZÜCÜ’ ADAMLAR!

İvan’ın ailesinin evlilik haberini alıp evlerine gönderdiği adamlara gelecek olursak: Birçok filmde çok zengin ve güçlü bir adamın oğlunun yediği ‘haltları’ çözmek için mafyavari, acımasız ve şiddete meyilli kiralık adamlar göndermesi beklenir ama burada gönderilen sorun çözücü adamlar çok daha bütüncül portreler çiziyor. Kuşkusuz her biri Ivan’ın babasının güvendiği ve sorun çözmekte becerikli adamlar ama bir tanesinin aslında bir kilisede rahip olan Toros, bir tanesinin ortak bir yol için uzlaşmaya çalışan kardeşi Garrack, bir diğerinin ise tehditkar görünümlü ama özünde iyi kalpli olan İgor olduğunu düşünürsek bu karakterler değindiğimiz kiralık adam portrelerinden çok ayrı bir yerde duruyorlar.

Hikayede önemli bir yer tutan ‘İvan’ı sokaklarda arama’ sekansı ‘boşa kürek çeken’ bir sekans olabilecekken yönetmen Baker bu sekansı inanılmaz bir yönetmenlik temposuyla ve güzel bir müzik kullanımıyla çok hareketli bir hale getirmeyi başarıyor. Hatta hikayenin bu bölümünde yerleştirdiği ‘ters köşeye yatıran’ eğlenceli sahneler, heyecan verici olay örgüsü ve beklenmedik absürt tattaki olaylar filme büyük bir ritim ve gittikçe açığa çıkan ayrı bir boyut katıyor. Bu arada yönetmenin bu bölümde kendisini etkileyen bazı büyük yönetmenlerden de esinlendiği kesin: gece sekansında uçuk olaylar Coen Kardeşler'in hınzır mizah anlayışını, bir yükselişi ve çöküşü anlatan, gerilimli polar yanı ise Martin Scorsese’ın sinemasını hatırlatıyor.

DAHA DA DERİNE İNELİM!

Filmin bu zengin ve renkli yapısı yönetmenin daha da derin konulara eğilmesinin de kapısını açıyor: "Anora" aslında genel bir toplum ve özelinde de bir Amerikan toplumu eleştirisi de taşıyor. Hikayesi bir açıdan ezelden beri kendini üstün gören bir zümrenin diğer (onlara göre küçük) insanlarla nasıl oynadığının, değişik sosyal sınıfların kendi içindeki dinamiklerinin ve zengin bir aileye sahip, parasal gücünden dolayı her şeyi yapmaya hakkı olduğunu düşünen genç bir jenerasyonun saflığının ve sorumsuzluğunun altını çiziyor. Amerikan sinemasında var olan mizahi ve çılgın görüntü genelde ağzımızda ‘ekşi bir tat’ bırakacak bir şekilde gerçekliğin üstünü örter. Bu derece ince bir eleştiri boyutu bizce sinemada nadir görülen bir şey!

Eklenti gibi durmayan ama adeta filmin her karesine sirayet etmiş bu eleştiri boyutu karakterlerin performanslarıyla daha da görünür bir hale geliyor. Bedenen ve ruhen rolüne adeta ‘dört elle’ sarılmış Mikey Madison (kendisini özellikle son ‘Scream’ ve ‘Once upon time in Hollywood’ filmlerinden tanıyoruz) çizdiği Ani portresiyle bir anlamda ‘kabul edilme’ ve ‘takdir edilme’ arayışındaki bir jenerasyonunun temsilcisi oluyor. Bu performansından muhtemelen Oscar ödül töreninde de bahsedeceğiz. Ona layığıyla eşlik eden Mark Eydelshteyn (İvan), Karren Karagulian ve Yuri Borisov’un (İgor) oyunculuklarına da ‘şapka çıkarmamız’ gerekir!

Sonuçta "Anora" (filmin bir sahnesinde de gördüğümüz üzere), baş karakterinin de bastırılmasına çalışılan gibi bir "Çığlık" filmi… Filmlerinde basit bir açılıştan ve basit bir gelişim sürecinden sonra yine basit bir sonuca bağlanmayı tercih eden, klişelere sığınmakta bir sakınca görmeyen bir sinema endüstrisine karşı bir isyan çığlığı filmi… Ve bizce bu çığlığa kulak vermemiz gerekir!

Tüm yazılarını göster