Şikârî’nin “Karamannâme” kitabından anladığımız kadarıyla
Kürtlerin Antalya (Antâliyye) ile ilişkisi epey eskilere uzanıyor.
Hatta Antalya’nın ikinci kez ele geçirildiği 1216 yılındaki savaşta
kaleye giren ilk birlikler, Sivas Kürtleridir.
Şikârî’ye göre Anadolu’daki Müslüman ya da Müslümanlaşmış beyler
Ankara’yı ele geçirdikten sonra sıra Antalya’ya gelir. Sultan
Antalya’yı Frenklerin elinden almaları için Kürt, Moğol, Oğuz ve
Türkmen beylerine hediye ve muhabbetnâmeler gönderir.
“Hacı Bahâdınoğlu, Menteşa Beg sekiz bin Kürd dilâverler ile
gitdi.” Bütün beylerin askerlerinden oluşan ordu önce Manavgat’ı
aldı, ardından sıra Antalya’ya geldi: “İki tâğ birbirine tokunur
gibi dokundu. Âdem na’rasından, gürz gütledüsünden dünyâ sarsıldı.
Ok yağmur gibi yağdı. Bir fasl Moğol ceng eyledi, sınmağa başladı.”
Sansürlenen kısımda devamı şöyle veriliyor: “Bunun üzerine Sivas
beyi Hacı Bahadır, 6 bin askerle kafire saldırdı. Ardından da diğer
Türkmen beyleri saldırdı. Kafiri aralarına aldılar.”
Kuşatma iyi geçmeyince mühtedi Kosun, “kafir kılığına” girer.
Kaleye yaklaşıp nöbetçilere, “Kıbrıs’dan yardım içün geldik. On bin
kâfir idik. Altı bin anda cengde kırıldı, iki binimiz gemide, iki
binimiz kal’aya bekciliğe gönderdiler” der. Kalenin kapıları
açılınca Kosun içeri girer. Mesud Koman’ınki (1946) gibi Aksaray
Belediyesi’nin yayınında da sansürlenen kısma göre Kosun kapıyı
öncü Kürt birliklerine açar: “Kürd dilaverleri içeri girip bütün
kafiri kılıçtan geçirdiler. Sonra da diğer İslam askerleri içeri
girdiler.”
Bu olaydan sonra Antalya-Teke bölgesine yerleşmiş Kürtler
olmalı. Zira 1920’lerdeki kayıtlarda da onlardan söz ediliyor. Ama
elbette “Karamannâme”yi sansürleyen kafa bu kayıtları da
sansürler.
Kenan Arıbaş ve Hilmi Demirkaya adlı iki akademisyenin “Melli
Yöresi’nin (Bucak) Beşerî ve Ekonomik Coğrafyası” adlı uzunca bir
akademik makaleleri var. Yazarlar, Hüseyin Özçelik’in yüksek lisans
tezinden şu alıntıyı yaparlar: “Ancak buradaki Cemaatlerin Oğuz
boylarından geldiği bilinmektedir. Bunlar Kayı, Bayad ve Kayı
Ece’dir.” Alıntı burada bitiyor ama yazarlar alıntıda olmayan bir
bilgiden şöyle bir sonuca varırlar: “Melli ismi birkaç cemaatin ilk
önce yaylak olarak seçtiği zamanla sürekli yerleşime geçildiği ve
bu cemaatlere atfen kullanılan Millü, Milli ya da halen kullanılan
şekliyle Melli yörüklerini tanımlamakta kullanılan bir ad halini
almıştır.”
Akademisyen boşanmaları için bir son söz önerisi: “Al alıntını
ver çıkarımımı!”
Tahrif böyle ise tarihe bakalım. Şimdilerde adı Kocaaliler diye
değiştirilen Melli kasabası, zamanında bir nahiye merkeziydi ve
Kürt köyü olarak geçiyordu. Osmanlı döneminde Teke (Antalya)
sancağına bağlı olan köy, şimdilerde Burdur’un Bucak ilçesine
bağlı. Antalya’nın Serik ilçesi ile Burdur’un Bucak ilçesi arasında
yer alıyor.
Melli adı dikkat çekici. Daha eski adı Milyas imiş. Peki bu adın
Dersim merkezli olup Horasan’dan Rakka’ya, Dağlık Karabağ’dan
Ürdün’e kadar yayışmış Mîlanlarla bir ilgisi var mı?
1919’a gidelim, kaymakam Macit Selekler’in “Yarımasrın Ardından:
Antalya’da Kemer, Melli, İbradı Serik” adlı anılarına. Kitabın
44-45. sayfalarında yer alan şu ifadeleri aynen aktarıyorum:
“Melliden üç ay sonrada yine asaleti muvakkate suretile Serik
Müdürlüğüne Şubat 1338 de ayrıldım ve Serikte bilâhare asaletim
tadik edildiğinden Melli’ye bir daha dönmedim.
(Melli) ahalisi için aslen Kürd olduğunu söylerler, Mellide o
zaman yüz yaşını mütecaviz olduğu söylenen bir ihtiyar da bu
rivayetin doğru olduğunu, hattâ kürdlere mahsus bir alâmet imiş
gibi, Mellide vaktile kuyruğu olan bir adamın yaşadığını kendisinin
bildiğini söylerdi.
Yaşlılığını ifade için ben tutma asker devrinde askerlik çağında
yetik delikanlı idim demişti.
(Mil) yahut (Meyl) Kürdçe dağ demekmiş (Zil) veya (Ziylan) da
ova demekmiş. (Yamılmak) Türkçe (Meyil) Arapça eğrilmek, yukarıdan
aşağıya doğru mail satıh mânâsına olduğuna göre Kürdçe (Dağ) ve
(Zılmak) düz bir buz sathında kayak yapmak mânasına olduğuna göre
Kürdçe (Ova) mânâsını ifade etmesi Türkçeye de uygun gelir.
(Melli aşireti) Şarkta büyük bir aşirettir.”
Bazı kaymakamlar tarihçi ve dilbilimcidir! Yukarıda anılan iki
akademisyendeki bilimsel kafanın aynısından kaymakamda da var
tabii; kuyruk deliline başvuruyor, daha ne?
Ama aklıma takıldı şimdi. Meclis Başkanımız Binali Yıldırım,
“geçmişim Kürt” demişti hani. Eğer dünya siyasetinin parlak aktörü
Mevlüt Çavuşoğlu’nun Kürt kökenli olduğu iddiası doğru ise, böyle
bir geçmişi olmalı.