Antigone

Bir katilin eline aldığı silahın tetiğini nasıl bir duyguyla çektiğini anlayamıyor ve her defasında dehşete düşüyorum.

Abone ol

Türkan Elçi

Çoğu zaman bizi bize hatırlatan karelere bakmaktan kaçınırız, fakat durmadan bizi kovalayan korkularımızın oturdukları bu kareler inatçılıklarıyla ısrarcıdırlar ve bir o kadar da bezdirici.

Her zaman yaptığım gibi gecenin bir vaktinde uyanır uyanmaz başucumdaki telefona uzandı ellerim. Gelen mesajlara baktım, sosyal medya denen ışıltılı alemin aralık kapısından içeriye sızdım. Karamsarlık içinde debelendiğimiz dünyadan kurtulmak için, belki bu sefer daha iyi şeyler duyacağız avuntusuyla parmaklarımızla başlıyor yolculuklarımız. Ne de olsa artık ayaklarımızla değil, ellerimizle yolculuklara çıktığımız bir çağdayız.

Gün boyu kaçmaya çalıştığım fotoğraf karesiyle gecenin bir yarısında karşılaşınca kendimi bir çıkmazda kıstırılmış hissettim. Deniz Poyraz'ın gülümseyen gözleri. Daha önce yaklaşan babalar günü dolayısıyla başlamış olduğum yazının konusu bu bakışlardaki ışıltıya evrildi. "Nasıl yani?" dedim. "Bu gözler artık ışıldamayacak mı? Bu gözler bir daha bu kadar hayat dolu bakamayacak mı?" Bu satırları okuyanların iç sesini duyar gibiyim. "Feci bir ölüme tanıklık etmiş biri olarak sen mi şaşırıyorsun? Sen mi dehşete kapılıyorsun?" Evet, iç sesinize cevap vereyim. İnsan ne ölüme alışabiliyor ne de insanları öldürenlere. Bir katilin eline aldığı silahın tetiğini nasıl bir duyguyla çektiğini anlayamıyor ve her defasında dehşete düşüyorum. Çünkü içimde taşımadığım tanımadığım duygular karşısında her defasında hayretler içinde kalıyor, kanıksayamıyorum.

Yazımın ilk satırlarında belirttiğim gibi yazımın asıl konusu yaklaşan babalar günüydü. Her özel günün yaklaşması, eskimeyen, geçmişte kalmakla kalmayan acıları tazeler. Tahir'in bürosuna her gittiğimde ona babalar gününde aldığım tabloyla karşılaştığımda, sol yanımda ince bir sızı. Annem ile babamın çok yıllar öncesinden yollarını ayırmaları nedeniyle babamla hiç ilişkim olmadı, babamın babalar gününü hiç kutlamadım. Aynı şehirde yaşamamıza rağmen nasıl bir hayatının olduğunu hiç merak etmedim. Birileriyle aramızda kan bağının olmasının hatırlanmaya, merak edilmeye kafi gelmediğini hayat öğretiyordu çocuklara maalesef.

Dürüst ve sorumluluk sahibi bir babanın nasıl olduğuna Tahir'in çocuklarıma gösterdiği babalıkta tanık oldum. Babalık duygusunu onda tattım, diyebilirim. Her babalar gününde hak eden bir babaya hediye almanın mutluluğunu evliliğimde yaşadım. Bu nedenle Tahir'in gidişinden sonra bu özel günün yaklaşmasıyla sol yanımda bir sıkışma, her defasında boynumun arka tarafından tepeme doğru yürüyen bir ağrı. Son zamanlarda artarak yürüyen bu ağrılara ben de alışmaya çalışıyorum. Sadece alışmaya çalışmak.

Elimdeki telefonun ışıklı ekranında Deniz Poyraz'ın annesinin haykıran videolarına durup durup baktım. Her bir karede dönüp dolaşan tarifsiz bir keder. Göğüs boşluğumda bir ses yankılandı, yankılanan ses yastığıma döküldü. Antigone! Evet "Antigone" dedim kendi kendime. Sophokles'in M.Ö. yazdığı ve bizi hâlâ etkilemeyi başarabilen Antigone'u. Anlayacağınız bir zulüm hikayesinin kahramanı, yüzyıllar sonrasında bir mağdurun adı oldu gecemde. Antigone, Antigone!

Türkiye İş Bankası yayınlarından Ari Çokona'nın çevirisiyle çıkan muhteşem eserde Antigone ile kız kardeşi İsmen arasında bir diyalog geçer.

Antigone, "Biliyor musun? Kreon ağabeylerimizden birini törenle defnederken, aşağılamak için diğerinin gömülmesini yasakladı. Polyneikes'in bedeninin açıkta kalmasını, yasının tutulmamasını emreden bir buyruk yaymış diyorlar. Şakası yok, karşı çıkanları agorada halk taşlayacakmış."

İsmen, "Kralın buyruklarını hiçe sayar, yasalara karşı çıkarsak yapayalnız kalan bizleri nasıl bir son bekler bir düşünsene. Aklından sakın çıkarma kadınız biz, altından kalkamayız erkeklerle mücadelenin" yanıtını verir. Antigone, "Ben hayatım pahasına da olsa gömeceğim ağabeyimi. Toprağın üstündekilerden çok, altındakileri memnun etmeliyiz, sonsuza dek onlarla kalacağıma göre" der.

Kreon "Polyneikes'in hiçbir şekilde cenazesi kaldırılmayacak, cesedi yıkanıp süslenmeyecek, mezara konmayacak ve yası tutulmayacak. Cesedi açıkta bırakılarak kurda kuşa yem olacak. İşte budur kararım" der ama Antigone Kreon'un emirlerine rağmen ağabeyini kendi elleriyle tek başına gömer. Antigone'un bu bir başınalığı hem devlet otoritesine hem de erkek aklına karşı bir mücadelenin muhteşem örneğidir. Bilmek istemeyenler, çoğu şeyi duymak istemedikleri gibi katledilenlerin ardında kalan haykırışları da duymak istemeyeceklerdir muhtemelen. Duymak, görmek iradi bir tercihtir bu zamanlarda ne de olsa. Bilmek yüktür ne de olsa. Çağın insanı yükler yüklenmeden yollarına devam etmek istiyor ne de olsa. Günün insanı çabuk yoruluyor ne de olsa.

Anlatacaklarım benim gibi düşünenlere. Zaten biz birbirimizi anlayanlar, kendi aramızda bir dünya yaratmamış mıyız? Kendimiz anlatıp kendimiz dinlemiyor muyuz. Kürtlerin maruz kaldığı haksızlıklar, katledilmeler karşısında kendi yağlarında kavrularak bir başına anlatma derdine nasıl düştüklerini duymak isteyenler duymuştur. Benim derdim bizi anlamak istemeyenlere anlatmak değil. Derdim, uğradığımız haksızlığın acısını anlatmaktaki yalnızlığımızın yakıcılığı. Derdim bitmek bilmeyen yasları meydanlarda kucaklarımızda taşıdığımız fotoğraf karesiyle anlatışımız. Karşılık bulmayan, bulacak gibi de görünmeyen adalet arayışımız. Arayışımızdan duyulan rahatsızlıkla, "Adalet Mülkün Temelidir" yazdıkları mahkeme salonlarından dışarıya kovuluşumuz.

Antigone ile ölüm yükünü sırtlamış kadınların arasındaki benzerlik yalnızlıklarıdır. Kahramanlar ve mağdurlar hep yalnız değiller miydi zaten? Kahramanlar yalnız olmasalardı kahraman olamazlardı. Kreon'un etrafı ise oldukça kalabalıktır, Kreon'u, Kreon yapan da etrafındaki kalabalıktır. Kreonlar güçlerini kalabalıkların rızasından almışlardır, zorbalık ve zulüm teslim edilen gücün sayesinde kolektifleşmiştir yüzyıllar boyu. Kolektifleşen zulmün karşısında da mağdurlar yalnızlaşmıştır. Antigone kendi elleriyle abisini gömmeye gidince kendi öz kardeşi bile onu yalnız bırakır.

Antigone'a ait zamanda birden çok tanrı vardı. Çok şükür yaşadığımız çağda tepemizde dönenen tanrılar yok, çok şükür. Antigone'a ait zamanda otoritenin iki dudağı arasından dökülen emirlerle kindarca cezalandırılmış bir suçlunun cesedinin yakınları tarafından gömülmesine izin verilmeyen tarifsiz, iç acıtıcı bir zulüm hakimdir. Bizler, demokrasinin altın çağının yaşandığı, hukukun üstün kılındığı, adaletin tecelli ettiği, bireysel hak ve özgürlüklerin doya doya yaşandığı bir zamanda yaşıyoruz, çok şükür, çok şükür, demek isterdim. İçinde yaşadığımız çağa şükretmek isterdim. İyi ki de M.Ö. değil de M.S. yaşıyoruz demek isterdim. Adliye koridorlarında adalet arayan gözlerin günün birinde ışıldayacağını, adaletin tecelli edeceği güne içten inanıyorum, demek isterdim. Ama maalesef ben diyemiyorum, dersem hicaptan yüzüm kızarır. Ancak üzülerek bunu diyebilirim gün geçtikçe içimizden dışımıza doğru taşan, bitmek nedir bilmeyen acılarımız ve vicdanlı insanların uykularını yalnızlıklarıyla bölen modern zamanlarda sayısız Antigonelar var.

Antigone'un yalnızlığı kadar, cezalandırılmış bir cesedi kendi elleriyle gömen, ölüsüne sahip çıkan kahraman bir kadın olduğu unutulmamalıdır aynı zamanda. Antigone, Antigone...