Antik sahil şeritleri, tarih öncesi yaşam hakkında ipuçları sunuyor  

Binlerce yıl önce yükselen deniz seviyeleri nedeniyle su altında kalan kıyı bölgeleri, bizlere eski insanların nasıl yaşadığını gösteriyor. Araştırmacılar, bu çalışmaların modern dünyayla birlikte Yerli halkların hakları açısından yeni bir çağın kapısını aralayacağını ifade ediyor.

Abone ol

Katherine Woo, Geoff Bailey, Jessica Cook Hale, Jonathan Benjamin, Sean Ulm*

Dünyadaki okyanuslar, on binlerce yıl önce insanların nasıl yaşadığına dair ipuçlarını içeren sırlarını saklı tutuyor. İnsanlığın varoluşunun büyük bir bölümü düşünüldüğünde, deniz seviyeleri şimdikine göre kayda değer bir biçimde (130 metre kadar) daha alçaktı, bu da milyonlarca kilometrekarelik bir araziyi açığa çıkarıyor. Arkeolojik kayıtlar net: Geçmişteki insanlar, kara parçaları dalgaların altında kalmadan önce, bu kıyı ovalarında yaşadılar.

DERİNLERDE YATAN TARİH

Arkeoloji, su altında kalan bu toprakların insanlık tarihinde çok önemli bir rol oynadığını zaten bize gösteriyor. Gezegendeki insan göçleri ve denizcilik teknolojisindeki buluşlar gibi büyük olaylar, şimdi su altında olan bu sahil şeritlerinde gerçekleşti. Fakat bu yerleri bulmak zor olabilir. Bu hafta yayınlanan iki araştırmada, ekibimiz, şu an deniz yatağı olan, kabuk yığıntılarından (ing. midden) oluşan özel bir kıyısal arkeolojik kazı yerinin keşfedilmesinde ve kazılmasında bir dönüm noktasından bahsediyor.

Bu yığıntılardaki zengin buluntuların gösterdiği kanıtlar, deniz seviyesinin yükseldiği ve iklim değişiminin gerçekleştiği sırada insanların nasıl uyum sağladığına dair ipuçları sunuyor. Uzun zamandır, kabuk yığıntılarından deniz seviyesindeki yükselmelerin etkilerini göstermesinin pek de mümkün olmadığı, gösterse bile okyanus zeminindeki birikintiden ayırt edilmesinin imkânsız olduğu düşünülüyordu. Yeni elde ettiğimiz bulgular, durumun böyle olmayabileceğini düşündürüyor.

Su ALTI KAZILARINDA YENİ BİR YÖNTEM

Son yıllarda arkeologlar bu batık kültürel ortamlardan kanıtlar bulmak üzere sistemli bir şekilde yerküreyi araştırdılar. Fakat şiddetli akıntılar ve düşük görüş seviyesi, su altındaki yerlerin bulunmasını ve kayda geçirilmesini zorlaştırabilir. Bu hafta yayınlanan iki makalede, ekibimiz, şu anda deniz yatağı olan kabuk yığıntılarının keşfedilmesine ve kazıp çıkarılmasına dair yeni yöntemeler duyurdu.

Daha önce kabuk yığıntılarını doğal kabuk katmanlarından ayırt etmek zordu. Fakat, ABD’de, Meksika Körfezi’nde ve Danimarka’daki Doğu Jutland’da 7 bin 300 ilâ 4 bin 500 yıllık üç kabuk yığıntısında yaptığımız araştırmalar, bize batık haldeki yığıntıların hayatta kaldıklarını göstermekle kalmayıp, deniz dibinde doğal olarak birikmiş çökeltiden ayırt etmek için kullanılabilecek belirgin bir ‘imza’ taşıdığını da gösterdi.

Mikroskobik, jeolojik, jeofizik teknikleri, üç boyutlu yeni yapılandırmaları, ayrıca biyolojik ve ekolojik incelemeleri kullanarak, yeryüzünün ıslak derinliklerindeki başka yığıntıları nasıl bulabileceğimize dair görüşler sağlayan farklı kanıtları açıklığa kavuşturduk.

ESKİ KIYI TOPLUMLARIYLA İLGİLİ BİLGİLERİMİZ DEĞİŞİYOR

Şimdiye kadar bulduklarımız, Meksika Körfezi’ndeki ve kuzey Avrupa’daki kıyısal yaşam hakkındaki mevcut düşünceleri sorguluyor. Meksika Körfezi’nde, çalışma alanımızdaki kıyı şeridi boyunca kabuk yığıntılarında 5.000-4.000 yıl öncesinde bir boşluk var. Yerleşimin olmadığını değil de lokal deniz yüzeyi değişikliklerini ortaya koyan yeni sonuçlar, bu boşluğu açıklıyor.

Danimarka’da (güneyde seyrek olan) bu yığıntıların keşfi, bu tür alanların önceden düşünüldüğünden daha fazla olduğuna işaret ediyor. Bu, 7 bin 300 ilâ 5 bin 000 yıl önce yoğun kıyısal yaşamın nasıl olduğuna dair anlayışımızı değiştiriyor. Her iki araştırma da, bu tür alanlardan daha fazlası bulundukça geçmişteki kıyısal yaşam tarihinin tekrar yazılması gerekebileceğine işaret ediyor. Önceden, birçok arkeolog insanların sadece istikrarlı kıyısal bölgelere yerleştiklerini varsayıyordu. Fakat bizim her iki araştırma alanımızda durum böyle değildi. Dahası, benzer yığıntıların örnekleri birçok bölgede muhtemelen kıyıdan uzakta yatıyor. Yeni yöntemlerimiz bu tür alanlardaki araştırmaları kolaylaştıracak ve daha verimli kılacaktır.

DEĞİŞEN ÇEVREYE UYUM SAĞLAMAK İÇİN İPUÇLARI

Bu alanlarda yapılan araştırmalar, insanlığın geçmişine dair yap-bozun kayıp parçalarının bulunmasını başlatan çok önemli bir bilgiyi hayata geçiriyor. Kabuk yığıntıları karmaşık, kültürel açıdan kayda değer yerlerdir. Bazıları, insanların yiyecek atıklarından, aletlerden ve gündelik yaşamın diğer kalıntılarından oluşur. Başka durumlarda yığıntılar, defin gibi kültürel nedenlerle belli bir amaca yönelik olarak inşa edilmiştir. Çoğu zaman her ikisinin karışımıdır.

Böylece bunlar, bize geçmişteki yiyecek seçenekleri, alet teknolojisi, ticaret yöntemleri ve kültürel değerler hakkında temel bilgiler sağlıyorlar. Farklı türdeki bu bilgiler, insanların zaman içinde kültürlerine nasıl uyum sağladıklarına dair sonuçlara varmamızın önünü açıyor. Aynı zamanda insanların, denizin yükselmesine ve iklimin değişmesine rağmen kendilerini kuşatan çevreyle nasıl etkileşime geçtiklerini dolaylı yoldan gösteriyorlar.

GEÇMİŞİ ANLAMAK GELECEĞİMİZİ KURTARABİLİR

Bu bulgular sadece geçmişi anlamamız açısından önemli değildir. Modern insanlar üzerinde doğrudan ve kayda değer etkiler doğurur, özellikle yerküredeki yerli halkların hakları açısından. Bu halklar, denizle olan derin ilişkileriyle bizi uzun zaman etkiledi. Fakat bu ilişkinin batılı çevre ve miras koruma politikaları tarafından tanınması yavaş gidiyor ve son derece yetersiz. Bu yeni bulgular, bu ilişkilerini geçmişin derinlerine inip belgeleyerek, yerli halkların atalarından kalma toprakların ve suların mirasını kontrol etmesine destek oluyor.

Bu sualtı alanlarının keşfi ve daha da keşfedilecek başka yerlerin olması, endüstrinin, planlamacıların, arkeologların ve devlet kurumlarının, yerli halkların bu su altı alanlarındaki eski çağdan kalan mirasını nasıl koruyacağımızı yeniden değerlendirmesini gerektirmektedir. Bu, özellikle kıyı ötesi madenciliğin ve açılımın hız kazanmasıyla daha da doğrulanmaktadır.

Yazının orijinali The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Serdar Aygün)