Antik Yunan mobilyaları

Mobilyalar, günümüzde batılılaşmanın bir simgesi olabilir ama asla modernliğin bir simgesi değildir; tıpkı yerde yemek yemenin fakirliğin simgesi olmadığı, siyasetin bir malzemesi olamayacağı gibi.

Abone ol

Yunan mobilyacılığının tarihine baktığımızda, kökeninin Mezopotamya ve Mısır mobilyalarına kadar uzandığını görebiliriz. Antik Yunanlar, bir uygarlık olma yolunda ortaya koydukları birçok unsuru aslında Mısır ve Mezopotamya’dan aldı ve bunları hem teknik hem de stil olarak daha da ileriye taşıdı. Mobilyacılık konusunda da Mısır ve çevre kültürlerden alınan tasarım ve fikirler, Klasik çağa gelindiğinde ustaca dönüşerek benzersiz bir Yunan stili oluşturmuştu. Çizgiler daha yumuşak, kavisli ve yuvarlak hale geldi, ince ve zarif kıvrımlardan daha çok yararlanıldı ve rahatlığa daha fazla önem verildi. Yunan mobilyaları, Mısır mobilyalarından daha simetrik, daha süslü, konforlu, vücudu destekleyen, işlevsel bir yapıdaydı. İç mekan mobilyalarının ahşap olması nedeniyle geçmişten günümüze neredeyse hiçbir mobilya kalmamış olmasına rağmen, Yunan çanak çömlekleri, mezar stelleri, sikkeler üzerindeki resimler ve süslemelerle friz gibi mimari unsurlar ve münferit heykeltraşlık eserleri, Yunan evlerindeki günlük Yunan yaşamını tasvir ederken bize de erken dönem Yunan mobilya tasarımları hakkında fikir verir.

Antik Yunan evleri çok fazla mobilyayla dolu değildi ve ev eşyaları dekorasyondan ziyade kullanım ve rahatlık için bulunuyordu. Hatta zamanla günlük ihtiyaçlara ve kültüre göre özel mobilya formları oluşturmaya başladılar.

Bununla birlikte, Yunanlıların güzelliğe ve sanata olan sevgisi mobilya tasarımına kadar uzanmıştı ve erken Yunan evlerindeki birkaç basit mobilya parçası bile genellikle kendi başlarına birer sanat eseriydi. Eldeki arkeolojik verilere göre, Yunanlılar mobilya süslemelerini de mimari dekorasyona dayandırma eğilimindeydiler. Ama bitki ve hayvanlar dünyasından ilham alınarak oluşturulmuş tasarımlar da bulunmaktaydı.

ANTİK YUNAN’DA İLK MOBİLYA ÖRNEKLERİ MÖ 7’NCİ YÜZYILDA GÖRÜNÜR

Yunan mobilyalarını ‘destekleyici mobilyalar’ (tabureler, sandalyeler, klineler) ve ‘saklama-depolama mobilyaları’ olarak iki temel gruba ayırabiliriz. Bunlardan destekleyici mobilyalar, özellikle aslan şeklindeki sandalye ayaklarıyla doğal dünyaya göndermeler yaparken depolama mobilyaları da mimari formlardan ilham alıyordu ve saklama sandıkları ‘küçük evler’ olarak tasarlanıyordu. Yunan mobilyaları genel olarak ahşaptan yapılmış olmalarına rağmen, aynı zamanda taş, mermer veya bronz, demir, altın, gümüş gibi metallerden de yapıldıkları oluyordu. Meşe, akçaağaç, kayın, sedir, zeytin, şimşir, porsuk, narenciye, ligaria, köknar, ıhlamur ve söğüt gibi ithal ağaç türlerinin yanı sıra abanoz, kullanılan ana ağaç türü ve yaygın yapısal malzemeydi. Ancak Yunanlar, ahşabı daha pahalı olan ahşapla kaplama tekniğini kullanarak mobilyanın daha pahalı görünmesini sağlamışlardı. Arkeolojik verilere göre antik Yunan’daki ilk mobilya örnekleri MÖ 7’nci yüzyılda görünmesine rağmen, mobilyaların asıl form gelişimi MÖ 5-4’üncü yüzyıllar arasında yani Klasik dönemde olur. Antik Yunan’da ilk mobilya örnekleri MÖ 7’nci yüzyılda görünür Form ve üsluplarına göre arkeolojik çalışmalarda kayıtlara geçen başlıca Klasik ve Helenistik dönem antik Yunan mobilyaları şunlardı:

KLİNE (KANEPE):

Yunanlılar yemek için ‘uzanma’ şeklindeki Doğu geleneğini takip ediyorlardı. Bu nedenle antik Yunan evinde sadece erkeklere ayrılmış ve symposiumların (erkekler arasındaki yemekli şölen) gerçekleştirildiği bir mekan olan Andron, kline yani uzanma kanepeleriyle donatılırdı. Kline adı verilen bu kanepeler, ikisi diğerinden daha uzun olabilen dört ayak üzerinde desteklenen dikdörtgen bir tabla ve otururken baş, sırt veya kol dayanağı olarak kullanılan yuvarlak yastığın düşmesini engelleyen yatak başlığından oluşurdu. Ancak antik Yunan vazolarındaki tasvirlerden anlaşıldığı kadarıyla yatak başlığı her zaman olmayabiliyordu. Tabla kısmı genelde deri şeritlerden örülmüş bir yüzeye sahip olurdu. Bunun üzeri saman, yaprak veya tüylerle doldurulmuş dokuma örtüler ya da yastıklarla kaplanırdı, döşemeleri her zaman çok şıktı. Tamamen ahşaptan yapılmış olabilecekleri gibi çoğu zaman yırtıcı hayvan ve sfenks pençesi tarzında bronzdan dökülmüş bacaklara da sahip olabilirlerdi. Zaman ilerledikçe klinelerin tablası etrafına, üzerine yerleştirilen yatağın kaymaması için bir çerçeve eklendi. Ancak klinelerin kalitesi ve stili kişilerin maddi imkanlarına göre şekillendiğinden, daha fakir insanlar yatağın kaymasını iplerle bağlayarak engelliyorlardı. Duvarların etrafına yerleştirilen klinelerin yanlarına, üzerine yiyecek ve içeceklerin konulduğu küçük masalar yerleştirilirdi. Konuklar uzandıkları klinelerde bir yandan bu masalardaki yiyecekleri yerken diğer taraftan sohbet ederlerdi. Gün sonunda aynı klineler uyumak için kullanılırdı. Ayrıca yine antik Yunan tasvirlerinden anladığımız kadarıyla klinelerin belki de uzun seyahatler için düşünülmüş ve at sırtına yerleştirilerek kullanılan örnekleri de bulunuyordu.

DİPHROS (TABURE):

Diphros, Mısır veya Asur kökenli arkalıksız ve kolçaksız bir tabureydi. Her tabakadan Yunanlının kullandığı diphroslar genelde tasvirlerde iki farklı şekilde karşımıza çıkar. ‘Bathron’ olarak da bilinen ilk tip dört dik bacak ve üzerine oturan, deri veya hasır dokumadan yapılmış düz bir tabladan oluşuyordu. Eğer bacaklar makas gibi çapraz yani ‘X’ şeklinde ve dönüşlü ise diphros kullanılmadığı zaman ikiye katlanıp kenara kaldırılabiliyor veya ev sahibi seyahate giderken yanına alabiliyordu. Bu da diphros Okladias denen bir diğer tipi oluşturuyordu. Diphros Okladias’ın bacakları genelde içe doğru kıvrık aslan pençesi şeklindeydi ve bazan tasarımları çok zengin olabiliyordu. Şekliyle küçük bir masayı andıran diphros’un oturma kısmı sert olduğundan üzerine bir minder, hayvan postu veya dokuma yerleştirilebiliyordu. Hem sabit hem de katlanır tabureler eski zamanlardan beri popülerdiler. Ancak zamanla, daha önce sadece törenlerde kullanılan arkalıklı sandalyeler, gündelik hayatın bir parçası olarak diphrosların yerini aldılar.

KLİSMOS (SANDALYE):

İki arka bacağı aynı zamanda sırt dayanağını da oluşturacak şekilde yükselen, dört kılıç (kavasli) bacaklı, kolçaksız sandalyedir. Yunan mobilyaları içinde en karakteristik özelliklere sahip olan klismos sade ve zarif bir dekorasyona sahipti. Bacakları yayvan bir şekilde koltuk kısmından dışarı doğru kıvrılmış, basit ve alçak bir dikdörtgen panelden oluşan sırt desteği yukarıdan aşağıya doğru kavis yapmış, böylece sandalyenin siluetine güzel bir ‘S’ eğrisi verilmişti. Klismosun oturma yerleri kamıştan veya deri dokumadan yapılmıştı ve oturan kişinin konforunu arttırmak için sandalye üzerine post, kilim veya minder yerleştirilirdi. Klasik Dönem boyunca (MÖ 5-4’üncü yüzyıl ortası) oldukça popüler bir kullanıma sahip olan klismos, Helenistik dönemle birlikte kullanım dışı kalmaya başladı. Kimi araştırmacılar bunu Helenistik dönemle birlikte stil ve moda zevklerinin değişmesine bağlarken; kimisi de bir tasarım hatası olarak gördükleri, sandalyenin dışa doğru kıvrılarak açılan hassas kılıç bacaklarının dengesizliğe sebep olarak kırılmalarına bağlar.

THRONOS (TAHT-KOLTUK):

Yunanca ‘taht’ anlamına gelen thronos kelimesi, yanlarda kolçakları ve arkada da yüksek bir sırtlığı olan sandalyeyi tanımlar. Antik Yunan sanatındaki tasvirlere baktığımızda tanrıların, özellikle de eğer sahnede mevcutlarsa Zeus ve Hera’nın oturduğu sandalyeler bu şekildedir. Yine tasvirlerde, sahnedeki en önemli kişi olarak tanrılar, kahramanlar veya aristokratlar thronos’ta oturur. Gündelik yaşamda ise her zaman ortamdaki mevcut en önemli kişinin kullanımına ayrılmıştır. Mısır kökenli bir sandalye olan thronos, tüm Yunan mobilya formları arasında en özenli ve süslü olanıydı. Mobilya ayakları kanatlı-kanatsız hayvan pençesi şeklinde olur, bacakları ise sfenks veya kanatlı bir hayvan figüründen oluşurdu. Arkalığının tepesinden genellikle bir yılan veya at başı yükselirdi. Genellikle koltuğun önünde, koltuğa ekli veya ayrı olarak, oturan kişinin ayaklarını zeminden yükseltecek alçak bir ayak taburesi bulunurdu. (Foto 10-11)

KİBOTOS (SANDIK):

Antik Yunan’da Helenistik döneme kadar dolap ve raf sistemleri henüz bilinmiyordu. Bu nedenle giysileri, değerli takıları ve eşyaları depolamak-saklamak için çeşitli tip ve boyutlarda ahşap sandıklar kullanılırdı. 

Genelde ‘küçük ev’ modelleri şeklinde tasarlanan sandıklar gerek kakma gerekse boya ile yapılmış zengin bir süsleme alanına sahipti. MÖ 7 ve 6’ncı yüzyıllara ait erken dönem Yunan sandıklarının uzun kare ayakları ve çatı benzeri üçgen kapakları bulunuyordu. Bu kapaklar, çiçek ve yaprak gibi çeşitli motiflerle boyanarak süsleniyorlardı. Ahşaptan yapılan sandıklarda bronz, gümüş ve fildişi kakma veya ekleme malzeme olarak kullanılıyordu. MÖ 5’inci yüzyıldan itibaren sandıklar düz kapaklı olmaya başladı ve daha süslü hale geldi. Yunan sandıklarının aslan pençesi şeklinde biten ayakları vardı ve kapaklarda da menteşe sistemi bulunuyordu. Sandıklar değerli mobilyalardı ve çoğu zaman nesilden nesile aktarılarak kullanılıyordu.

TRAPEZA (MASA):

Genellikle dört veya üç ayak ve bir düz tabladan oluşan masa, antik Yunan’da yemek yemek için kullanılıyordu. Masalar alçak ve genellikle taşınabilirdi. Yaygın olarak ahşaptan yapılmalarına rağmen, bronz ve mermerden yapıldıkları da oluyordu. En eski masalar diğer mobilyalardan farklı olarak, dört ayaklı değil üç ayaklı yapılmış ve böylece Yunan ustalar farklı bir algı yaratmıştı. Antik Yunan’da MÖ 4’üncü yüzyıla kadar en çok kullanılan masa tipi kare tablalı masalardı. MÖ 4’üncü yüzyıldan itibaren kare tablalı masaların yerini yuvarlak tablalı masalar almaya başladı. Bununla birlikte dikdörtgen tablalı, üç ayaklı ahşap masalar da yaygın bir şekilde kullanılıyordu. Bu dikdörtgen tablalı üç ayaklı masaların ayaklarından iki tanesi, bir kısa kenarın iki ucunda, üçüncüsü ise diğer kısa kenarın ortasında bulunuyordu. Masalar yuvarlak tablalı olduğunda dört bacaklı ya da tablanın merkezinde yer alacak şekilde tek bacaklı olabiliyordu. Antik Yunan sanatından günümüze kalan ziyafet sahnesi tasvirlerine baktığımızda, masalar genelde dikdörtgen tablalı, basit ama bazan hayvan bacağı şeklinde biçimlendirilmiş üç ayaklı olarak karşımıza çıkar. Ancak zaman ilerledikçe masaların stilleri de zenginleşir. Yine tasvirlerde, bu alçak masalar klinelerin yanlarında görülür ve anlaşıldığı kadarıyla masalar genelde klinelerin altına sığacak yüksekliktedir. Bu da ziyafetin veya toplantının ardından masaların klinelerin altına sokularak toplandığını göstermektedir.

MÖ 4’ÜNCÜ BİNDEN İTİBAREN ÖN ASYA VE MEZOPOTAMYA’DA MOBİLYA KULLANILDI

Bilinen en eski ahşap mobilya parçaları Mısır’da ele geçti. Ayrıca hem antik Mısır’dan hem de Sümerler’den günümüze kalan kabartmalarda ve silindir mühürlerde sandalye, koltuk, tabure ve alçak masa gibi mobilyaların tasvirlerine sıkça rastlıyoruz. Bu da en azından MÖ 4’üncü binden itibaren Ön Asya ve Mezopotamya uygarlıklarında mobilyaların kullanıldığını bize gösterir. Ancak Yunanların bu mobilyalarla karşılaşıp kendi yaşamlarına uydurmaları Mısır’daki en eski ahşap mobilya örneğinden 2400 yıl sonra, yani MÖ 7’inci yüzyılda oldu! Söz konusu mobilyaların Yunan kültürüyle birlikte Avrupa’ya geçmesi ve yüzyıllar içerisinde, Roma İmparatorluğu’nun da etkisiyle bütün Avrupa kültürlerinin bir mobilya kültürüne sahip olmasına sebep oldu. Günümüzde batılılaşmanın veya modernliğin bir simgesi haline gelen mobilyalar, Osmanlı gündelik yaşamına ancak 19’uncu yüzyılda girmeye başladı.

Mobilyalar, Osmanlı döneminde batılılaşmanın ve modernliğin bir simgesi olarak hayatımıza girdi ve bugün hala bu düşünce değişmedi. Hatta günümüz sosyal ve siyasal yaşamında mobilyasız olmak veya yer sofrasında yemek yemek fakirliğin bir simgesi haline geldi. Mobilyalar günümüzde batılılaşmanın bir simgesi olabilir ama asla modernliğin bir simgesi değildir; tıpkı yerde yemek yemenin fakirliğin simgesi olmadığı, siyasetin bir malzemesi olamayacağı gibi. Bugün mobilyaları bir modernlik ve uygarlık simgesi olarak görmek ancak değişen, dönüştürülen zihniyetimizin ve uygarlığımızın bir ifadesi olabilir o kadar.

*Öğr. Gör. Dr. / Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü