Antikacılar antika oluyor...

Yılmaz Demir 78 yaşında bir usta, antika ustası. Antikaların sadece bir yerden, birinden kalmadığını, imal de edilebildiğini öğrendiğim bir usta...

Abone ol

Yılmaz Demir bir antika ustası. Antika alıp satmıyor, o hurdaya dönmüş antika mobilyaları hayata döndürüyor. Onunla tanışmadan önce antikaların çok iyi korunmuş ve yıllar içinde fazla bir deformasyon yaşamadan günümüze geldiğini düşünürdüm. Elbette böyle antikalar var. Ancak antikaların çoğu yeniden imal ediliyormuş.

Bu iş büyük bir ustalık istiyor. Zaten günümüzde sayıları da pek fazla değil. Üstelik bütün bu ustaların çoğu bir zamanlar Yılmaz Usta'nın kalfalarıymış. Yılmaz Usta 1939 yılında Kayseri'de dünyaya gelmiş. İlkokulda çok iyi bir öğrenciymiş. Bunu kendisi söylemiyor, aynı işte yetiştirdiği ve birlikte çalıştıkları oğlu Yavuz Demir söylüyor. Bu bilgiyi alınca Yılmaz Usta şöyle anlatıyor:

“Köye bir öğretmen gelmişti, İsmet öğretmen. Anneme demiş ki, Yılmaz gelsin, ona hangi konudan isterse ders vereyim. Ben de mahsustan matematikten versin dedim. Gittim, benden başka iki kız öğrenci var. Soruyor, hemen çözüyorum. Diğerleri yapamıyor. Öğretmen tekrar eve gelip anneme Yılmaz'a ders vermeye lüzum yok demişti. Kendi öğretmen çıktığı yere demiş, size bir talebe getireceğim, hayatınızda böyle bir talebe görmediniz.” Oğlu, “Bu işlere bulaşmasaymış öğretmen çıkacaktı,” diyor.

Baba Yılmaz Usta ve oğlu Yavuz Usta...

'SİZİN KÖYDEN BİR ÇIRAK GETİR'

“Çok iyi bir öğrenci olsam da yaz tatillerinde çalışırdım,” diyen Yılmaz Usta devam ediyor: “İlkokulu bitirince otobüs karoseri yapan bir atölyede çalıştım. 3-4 ay devam ettim oraya. İlk 42 kişilik otobüsü biz yaptık mesela. Abim İstanbul'da çalışıyordu o zaman. Ustası bir gün ona 'Sizin köyden bir tane çırak getir' demiş. O da 'benim kardeşim var, onu getireyim' demiş. Geldik, öylece başladık. Mobilya imalat işiydi. 2 sene çıraklık yaptım, 3 sene de kalfalık. İstanbul deyince, İstanbul'un bir şeyi var ya, bırakıp geldim.”

'YAHUDİ OLAN USTAM 'BENİMLE GEL' DEDİ'

Orada bir süre sonra ustayla ters düşmüşler. İşi bırakmış Yılmaz Usta. “Kadıköy'de Moda caddesinde bir mağazaya iş yapardık. Oraya uğradım. İşi bıraktığımı hemen anladılar,” diyor Yılmaz Usta “Dediler ki, bir yerde iş var, seni oraya götürelim. Kadıköy bit pazarında eski eşya tamircileri var. Orada başladım. Tamir edip, cilalıyorduk. Önce eksiklerini tamamlarsın, zımpara vurursun, cilasını yaparsın. Ama cila dediğin kolay, asıl iş tamirini yapmak. Ustalık gerektiren o kısmı. İki ustam vardı; biri Yahudi, biri Müslüman. Bunlar ortaklıktan ayrıldılar. Ayrılınca Yahudi usta bana dedi ki, Yılmaz sen benimle gel.”

Yılmaz Usta'nın aletlerinin 'küçük' bir kısmı...

Haliyle gitmiş Yılmaz Usta. “Sokağın ucunda bir dükkânı vardı. 'Ben işi alacağım, sen cilasını yapacaksın. Kârına ortağız.' İyi, dedik başladık. Hâlâ da geliyoruz işte,” diyen Yılmaz Usta 1979 yılına kadar o şekilde çalışmış. “ O yıl Moda'da antika dükkânı açtım. Antikaları alıyor, tamir edip cilalıyor, orada satıyordum. Ama 2 yıl sonra dükkân sahibiyle ters düştüm,” diyor “Üsküdar'a da mal satardım, o dönem illa gel dediler. 82'de buraya geldim. Buranın sahibi dükkânı satılığa çıkarınca da satın aldım. Bu da öz oğlum, kendim yetiştirdim. Beni aratmaz yani...”

'KALFA İKEN DURUMUM ŞİMDİKİNDEN İYİYDİ'

Oğlu Yavuz Usta “Boynuz kulağı geçmezse işler ölür. Ama şu anda kimse yetişmiyor, biz bu işlerin son nesliyiz,” diyerek devam ediyor babasının bıraktığı yerden. Yılmaz Usta yeniden araya girip şöyle anlatıyor: “Şimdi bir çırak alsan, ilk sorusu kaç para alacağı. İş öğrenmek diye bir dert yok. Ben 75 lira alıyordum haftalık. Karşı dükkân 125 lira veriyordu ama ben ustamı bırakıp gitmiyordum. Biz böyle yetiştik. Gerçi şimdi geçim derdi çok fazla. O yüzden öyle yapmalarını anlıyorum. Kalfalık yaparken bile 3 kat takım elbisem, beş çift ayakkabım olurdu. Şimdi dükkânım var ama iki kat elbisem yok. Sıkıntı var, yaptıramazsın ki. Terzi kumaşı getirir, beğenirdin. Peşin para da istemezdi. Haftada 10-15 lira verebilir misin, derdi. Şimdi antikacılar dükkânda aylarca boş oturuyorlar. Benim emekli maaşım var neyse ki, yoksa geçinemezdim. Oğlum da emekli olsun bırakacağım.”

Bu şartlara rağmen devam etmelerini şöyle açıklıyor oğul Yavuz Usta: “Ortaya bir şey çıkarmanın hazzı. Hurdahaş bir malzeme geliyor, sen onu yeniden canlandırıyorsun. Ve eşya tekrardan kullanılıyor. Atılacak gibi bir eşya geliyor, sen ona hayat veriyorsun. Yani biz de ağacın doktoruyuz.”

'BURADA BENİM İSMİM GEÇER'

“'Yılmaz Usta' denildi mi çoğu yerde tanınırım,” diye devam eden Yılmaz Usta “Atölyede hem oyma işleri yapardım, hem de haftada dört tane masa çıkarırdım. Şimdi elim değişti, kaç yıldır yapmıyorum. Bir de ayaklarımdan rahatsızım, çalışamıyorum. Damar tıkanıklığı oldu.” Ama bu duruma rağmen “Her gün geliyorum. Pazar günleri bile gelirim, evde duramıyorsun ki. Dükkânı ben açıyorum, onlar sonra geliyor. Burada benim ismim geçiyor. Müşterilere tavsiye ediyorlar; kim yaptı, Yılmaz Usta. Burada oğlum, kalfam var ama onların isimleri geçmez,” diye sürdürüyor anlatısını.

.

BARIŞ MANÇO'NUN ÖZEL USTASI

Yılmaz Usta, Barış Manço ile yıllarca çalışmış, ahbaplık etmiş: “Barış Manço'nun özel ustasıydım, ona çok iş yaptım. Buraya arabasıyla geldiğinde birlikte dönerdik; ben de Moda'da oturuyorum. Beni almayınca gitmezdi. Çok iş yaptım ona. Çocukları ufacıktı o zamanlar, koca adam oldular. Barış alışveriş yaptığında kimse para sormazdı. En geç bir, iki güne getirirdi. Bankalar onun verdiği çekleri anında öderlerdi, hiç soruşturma yapmazlardı. O denli güvenilir bir insandı.”

'FAKİR İNSAN BURAYA GELMEZ Kİ'

Para-antika ilişkisini Yılmaz Usta'nın “Fakir buraya gelmez ki! Ufak bir vitrin 5-6 bin lira. Eskiden iş yaptığım müşterilerin bir tanesi yok. Mustafa Koç evlendiğinde bütün mobilyalarını biz yapmıştık. Şimdi artık yeni nesil bu işe düştü. Bir tane aldın mı arkası gelir, tiryaki olursun. Antika işi böyle,” sözleri özetliyor. Onun ilk Moda'da dükkân açtığı zaman kendisinden başka sadece 4 antikacı daha varmış. “İş ne kadar çoğaldı, kazanç o kadar azaldı,” diyor usta.

.

'SOKAKTAKİ ESKİCİDEN ANTİKA ÇIKMAZ'

Antikalar ya mezatlardan ya da yurt dışından gelirmiş; eskisi kadar sık olmasa da evlerden haber verdikleri de oluyormuş. Ama “Sokaktaki eskiciden antika çıkmaz,” diyor Yılmaz Usta. “Bugün antika diye getirdikleri malların çoğu 30-40 yıllık. Antika olması için en az 100 yılı geçmesi lazım. Belirli bir dönemi olacak, ona bakarsın. O dönemin tarzını taşıyor mu, ona bakarsın. Her eski mobilya antika olmaz,” diye anlatan Yılmaz Usta “Baktığım zaman ağacından anlarım. Bak, bu masa ceviz ağacı. Şimdi cevizin yanına varılır mı? Pahalı,” şeklinde sürdürüyor sözlerini.

“Çoğunlukla müşterileri iş getirir bize. Kolay değil bir antikayı meydana çıkarmak,” diyen Yılmaz Usta “Fransız, İngiliz, Rus antikaları var. Mesela, İngilizler maun ağacı kullanır. 100 sene, 200 sene kullan, kurt yemez. Bizim burada yapılanların çoğunda kurt vardır. Bunları ilaçlıyoruz. Fransızlar da maun, ceviz kullanırlar. Ama İngiliz antika mobilyalarında el oymaları bulunur. Ruslar ise çam ağacı kullanır,” diye devam ediyor.

'Bizi çalışırken ender bulursun, fırsatı kaçırma' diyor fotoğraftaki Yavuz Usta...

ANTİKAYA İYİ GELEN ŞEHİR: İSTANBUL

İnsana kötü gelen İstanbul, antikalara iyi geliyormuş. “İstanbul rutubetli. Ağaç da rutubet çeker. Burada yapılan bir mobilyayı Anadolu'ya götür, ağaç kurur, çatlar, açar, bozulur,” diyor bu durum için Yılmaz Usta. Ağaçlardan yapılan eski dönem eşyalarının ruhu buradan geliyor sanırım. Günümüzde aldığımız bir eşyanın ruhunun olması pek de olası değil. Hazır, modüler, sıkıştırılmış talaştan imal edilen tüketim ürünleri kullanıyoruz sonuçta. Çoluk çocuğa hatıra olarak kalsın diye değil de, daha çok tüketilmeye olanak sağlasın diye üretilen eşyalar. Zamanla ustalığa ve ustalara gerek duyulmamasına bizim de katkı verdiğimiz eşyalar...