Antoninus salgını ve Sardes'in çözüm arayışı
Antoninus salgınından sonra dini pratiklerde açık bir yükseliş izlenir. İmparatorluğa ekonomik açıdan da büyük zarar veren salgın, resmi yapıların inşasına ait projeleri kesintiye uğratmıştır.
Pınar Özlem Aytaçlar*
Antik Çağ'da Yunan kent devletlerinin ve sonrasında da Roma İmparatorluğu egemenliği altındaki şehirlerin, dönem dönem büyük salgın hastalıklarla mücadele ettiklerini biliyoruz. Bu salgınların birçoğunu antik yazarlar sayesinde öğrenebiliyor ve bir kısmının da izlerini arkeolojik kazılar sayesinde sürebiliyoruz. İsa’dan önce 5. yüzyılda Atina’da yaşanmış olan büyük salgını ya da İsa’dan sonra 541-542 yıllarında başlayan ve tüm Roma İmparatorluğu’nu etkileyen Justinianus Vebası’nı, bu büyük salgınlara örnek olarak verebiliriz.
Bir diğer salgın ise Marcus Aurelius Antoninus’un imparatorluğu döneminde (M.S.161-180) gerçekleşen ve adını imparatordan alan Antoninus salgınıdır. Muhtemelen Çin’den çıkarak İpek Yolu’ndan ilerlemiş ve o sırada Lucius Verus komutasında Seleukeia’da bulunan Roma ordusu askerlerince taşınmıştır. Küçük Asya, Mısır, Yunanistan ve İtalya’yı etkileyen Antoninus salgını, bazı yerlerde nüfusun üçte birini yok etmiş ve Roma ordusuna büyük zayiat yaşatmıştır. Lucius Verus’un 169 yılında ölümünün nedeni de bu salgındır. 180 yılında ordugahta olduğu sırada bir çeşit enfeksiyona yakalanan Marcus Aurelius’un da aynı hastalıktan öldüğü düşünülmektedir.
İMPARATORLUĞU SARSAN SALGIN
Antoninus Vebası 23 yıl sürmüş ve yaklaşık 5 milyon insanın ölümüne neden olmuştu. Dio Cassius, Roma’da günde 2 bin insanın öldüğünden bahseder. Antoninus vebası orduyu kırıp geçirmişti ama siviller üzerindeki etkileri de hiç az değildi. Marcus Aurelius 174/175'de Atina’ya şehrin yasa koyucu meclisi olan Areopagos Meclisi’ne üye olma şartlarını gevşettiğini bildiren bir mektup yazmıştı. Çünkü bu meclise girme koşullarını sağlayan üst sınıf aristokrat Atinalılardan pek azı salgından sağ çıkabilmişti. Aynı şekilde Mısır’da bulunan papyruslar, Mısır kentlerinin nüfuslarının salgından dolayı dramatik bir şekilde azaldığını kaydetmektedirler. İmparatorluğun ordusunu ve ekonomisini allak bullak eden salgın döneminin, Roma’nın çöküş sürecinin başlamasında önemli etkenlerden biri olduğu düşünülmektedir. Hastalığın ne olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte döküntülü tifo, hıyarcıklı veba ya da daha büyük ihtimalle çiçek hastalığı olduğu sanılmaktadır.
SALGINDAN KURTULUŞ KEHANETİ
Antik Çağ'da büyük yıkım yaratan salgın hastalıkların etkileri sadece ekonomik ya da siyasi alanlarda izlenmez. Bu felaketler toplumları psikolojik yönden de etkiliyordu. Thukydides, Atina salgını sırasında toplumda büyük bir kaos yaşandığını, ölümün hakim olduğu bu atmosferde insanların yasalara uymaksızın ve dini vecibelerini yerine getirmeden yaşamaya başladıklarını yazar. Yarına sağ çıkıp çıkamayacağını bilmeyen insanlarda ne yasalara hürmet ne de tanrı korkusu kalmıştır. O tanrılar ki salgını insanlara bir ceza olarak verendir. Antik Çağ toplumlarında, coğrafi, kültürel ya da dönemsel bir ayrım olmaksızın, daima, salgın, deprem gibi felaketlerin, işlenmiş olan günahların tanrısal cezası olduğuna duyulan inançla karşılaşılır. Bu yüzden, Atina toplumunun salgın sırasında içine düştüğü kaotik ortam da anlaşılır olmakla birlikte, insanların bu tip felaketler karşısında çareyi yine tanrılarda aradığını söyleyebiliriz. Efes (Ephesos) de bulunan bu yazıt, Antoninus Vebası’nın etkisi altındaki Sardes kentinin salgından kurtulmak için başvurduğu Klaros Apollonu’nun kehanetidir:
“(………yardım için bakmanız gereken) benim ailemden doğmuş, altın sadaklı Artemis’dir. Çünkü o tüm şehrin, başlangıcından beri kadim lideri, ölümlülerin ebesi ve büyüteni, hasatı verendir. Onun altınla parlayan suretini Ephesos’dan getirin. Onu sevinç içinde bir tapınağa yerleştirin. Sizi hastalığınızdan kurtaracak ve insanları kırıp geçiren salgın hastalık zehrini (ya da büyüsünü) yok edecektir. Ve alev taşıyan gece ateşinden meşaleleriyle, bir büyücünün şeytani sanatının işaretleri olan yoğrulmuş balmumundan yapılanları (heykelcikleri) eritecektir. Ancak tanrıça için benim buyruklarımı uygularsanız, okların karşı koyulmaz, düzgün atıcısına ilahilerle tapınırsanız, ona, o namlı ve tetikte olan bakireye kurbanlar keserseniz ve danslar ve şölenler sırasında, siz kızlar, erkeklerle birlikte, Maionia’nın Hermos’unun tuzlu toprakları üzerinde, mersin ağacından yapılmış taçlar giyerek onu, adı Ephesos’un ülkesinden gelen saf Artemis’i her bakımdan yüceltirseniz o da size her zaman için sonsuz bir yardımcı olacaktır. Bu ritüelleri yerine getirmemeniz durumunda ise, ateşin cezasını çekeceksiniz.”
Baş kısmı kırık olduğu için yazıtın hangi şehre ait olduğunu bilemiyoruz ama Maionia’nın Hermos’unun tuzlu toprakları üzerinde tasvir edilen Artemis Tapınağı’nın şimdiki Marmara Gölü yakınlarında olduğunu ve söz konusu şehrin de Sardes olduğunu tahmin ediyoruz. Bu dönemde Küçük Asya şehirlerini kasıp kavuran bir salgın vardı. Nedeni bilinmiyor, çaresi bulunamıyordu. Sardesliler de diğer bazı Küçük Asya şehirleri gibi, salgın yüzünden Klaros rahibinin kehanetine başvurmuş, onun dediklerini yerine getirdikten sonra da bu yazıtı kendilerine yardımcı olan Efes Kenti’ne armağan etmiş olmalıydılar. Efesliler de yazıtı, içeriğine uygun olarak, Antoninus Vebası yüzünden ölen Lucius Verus’un Efes’deki Parth zaferi anıtına yerleştirmişlerdi. Klaros Apollon’u, Sardeslilere salgından kurtulmaları için Efes Artemisi’nin bir heykelini kendi tapınaklarına taşımalarını salık vermişti. Tanrıça burada, elinde taşıdığı meşaleler ile salgın zehrine neden olan balmumu heykelcikleri eritecekti. Bu heykelcikler bir büyücünün şeytani işleriydi ve belki de salgın felaketinin nedeninin “kara büyü” olduğuna inanılmıştı. Eğer kehanet yerine getirilir ve Artemis’e kurbanlar, danslar ve şölenler ile şükredilirse, tanrıçanın gücü büyüyü bertaraf edecek, insanlar hastalıktan kurtulacaktı. Yok, eğer Apollon’un emirleri yerine getirilmez ise de, tanrısal cezanın ateşi (muhakkak ki hastalığın verdiği ateş) hasta bedenleri yakmaya devam edecekti.
HASTALIĞIN HIRİSTİYANLIĞIN YAYILIŞINA ETKİSİ
Klaros Apollon Tapınağı’na salgın yüzünden başvuran başka şehirler de vardı. Hepsi, vebanın yeraltı tanrılarının öfkesinden kaynaklandığına inanmakta ve Apollon’a bu öfkeyi yatıştırmak için ne yapmaları gerektiğini sormaktaydı. Çünkü tanrısal öfke yatıştırılmadıkça bir kurtuluş da yoktu. Tanrı eliyle başlayan salgın ancak Tanrı’nın eliyle sona erecekti.
Bu nedenle Antoninus salgınından sonra dini pratiklerde açık bir yükseliş izlenir. İmparatorluğa ekonomik açıdan da büyük zarar veren salgın, resmi yapıların inşasına ait projeleri kesintiye uğratmıştır. Ama dinsel alanların, tapınakların inşa ve restorasyonunda, dini seremonilerin gerçekleştirilmesinde büyük bir artış görülür. Vebanın, Roma tanrılarına ve devlet dinine inanmayan Hıristiyanların tanrıları kızdırması yüzünden çıktığını söyleyen ve bu yüzden onlara zulüm uygulayan Marcus Aurelius, Roma tanrılarına tapınımın artması için elinden geleni yapmıştır. Ancak Hıristiyanlığın 2. yüzyıl sonunda tüm Roma dünyasında hızla yaygınlaşması da göstermektedir ki, Roma’nın tanrıları büyük felaketleri savmak konusunda müritlerine Hıristiyanların tanrısı kadar güven telkin edememişlerdi. Antoninus Vebası da Hıristiyanlığın yayılmasına yardım eden etkenlerden biri oldu. Çünkü insanlık her çağda, korku zamanlarında, bilim tarafından açıklanamayan ve çaresi bilinmeyen hastalıklar karşısında ve yakınında bekleyen ölümle yüzleştiğinde yüzünü hep tanrısal olana çevirdi.
*Doç. Dr. / Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü.