Arabeskin 'isimsiz' kahramanı: Ali Tekintüre’nin ardından…
Şarkıları plaklara okunmuş, sözlerini dönemin yıldızları seslendirmiş ama cebine hiçbir zaman çok büyük paralar girmemiş. Bunu hiçbir zaman dert etmemiş ve yaşadıklarını şarkılarında dile getirmeyi tercih etmiş. Belki de bunun için bu kadar sahici, bu kadar içten. Tam da bunun için bu kadar bizden.
Arabesk, uzun süre tartıştığımız, üzerinde bir türlü
uzlaşamadığımız bir tür. Bir dönem sevmemek makbuldü ama ortamlarda
arabeske karşı olduğunu söyleyenler, evde rakı içerken arabesk
şarkılar dinlerdi. Bunu yapanlar, arabesk sevdiğini söyleyenleri
aşağılar, onlarla sohbeti keserdi. Bilhassa arabeskin hüküm
sürdüğü, Turgut Özal önderliğinde bir devlet politikası olarak
pohpohlandığı ‘80’li yıllarda, bu ayrılıklar ve aykırılıklar, pek
çok tartışmaya sebep oldu, arkadaşlar arasında mânâsız kırgınlıklar
yaşandı. Sonra arabesk paydasında buluşuldu belki ama bu dönem,
kayıp hanesine yazıldı. Neyse ki bu tuhaf saplantılar geride kaldı.
Gerçekten sevmeyene şüphesiz sözüm yok ama arabesk, artık kabul
gören bir tür. Pop’tan rock’a uzanan ve arabeskin karşısına konulan
tüm türler bugün ondan besleniyor, bir dönem yok olsun diye
uğraştığımız, artık her yerden karşımıza çıkıyor.
Bu türü bugüne getirenler arasında isimsiz kahramanlar da var…
Türün meraklıları onları çoktan sahiplendi ama alakası olmayanlar,
vitrindekileri bilenler, onları tanımıyor. Amansız bir hastalığın
aramızdan çekip aldığı Ali Tekintüre, bu kahramanlardandı. İddialı
bir cümle kuracağım: Arabesk denince aklımıza gelen ilk on şarkıdan
en az üçünün sözleri ona ait olacaktır, o kadar üretken ve değerli
bir söz yazarı. İspat için çok uğraşmaya gerek yok: Kendinizce
küçük bir deneme yapın, on şarkı geçirin aklınızdan ve sonrasında
sözleri kimin yazdığına bakın… Sözü daha fazla uzatmayıp ilk anda
aklıma gelen şarkılarını saysam, ne demek istediğimi
anlayacaksınız: “Acı Gerçekler”, “Baharı Bekleyen Kumrular Gibi”,
“Benim İçin Üzülme”, “Canım Dediklerim”, “Dilek Taşı”, “Gitme”,
“Güldür Yüzümü”, “Hangimiz Sevmedik”, “İçiyorsam Sebebi Var”,
“Kadehi Şişeyi Kırarım”, “Kırılsın Ellerim”, “Sen Affetsen Ben
Affetmem”, “Senden Vazgeçmem”, “Seni Yakacaklar”, “Sürünüyorum”,
“Tanrım Beni Baştan Yarat”…
Ali Tekintüre şarkıları, hayatımın önemli bir bölümünde hep
başucumda oldu. “Dilek Taşı”yla başlayan serüven, katlanarak sürdü
ve her “yeni” şarkısında ona duyduğum hayranlık arttı. Şanslıyım,
yolum bir kere onunla kesişti: 2014 yılında Şehir Üniversitesi’nde
düzenlenen Arabesk Sempozyumu’nda, bir başka şahane söz yazarı
Vural Şahin’le birlikte katıldıkları “Bir mânâ var sözlerimde”
başlıklı oturumun moderatörlüğünü yaparken Ali Tekintüre ile
tanıştım. Anlattıklarını herkes gibi heyecanla dinledim. Süremiz
çok kısaydı, dilediğimizce konuşamadık ama yine de çok şey
öğrendik. Konuşmama başlarken, “adını herkesin bildiği iki söz
yazarı” diye tanıtmıştım, sözü oradan aldı ve ilerledi: “İlk
şarkım, 1974 yılında yayımlanan ‘Tanrım Beni Baştan Yarat’.
Piyasaya çıktığında askerdeydim. Öncesinde şiir yazdığım on yıl
var. Şiir dediysem, çoğu çocukça şeyler. İlk şarkım, bu
birikimlerin sonucunda ortaya çıktı. Önce Emel Sayın söyledi, sonra
Gönül Akkor ve başkaları… Filmi de yapıldı. Camianın içine girmemi
sağlayan budur.” Tekintüre, bu sözlerinden sonra, “biraz daha
tanışmış olmak vesilesiyle benimle ilgili önsöz olarak bunları
söylemek istedim” demiş, hayatının sonraki dönemini etkileyecek bir
bilgiyi vermişti: “Çok sevinmem gerekirken buna sevinememiştim
çünkü plakta imzam kullanılmamıştı! O yıllarda, sözlerin kime ait
olduğu pek yazılmıyordu. Bunlar alışılmadık şeylerdi. İnsanlar da
öyle davranırdı ve ‘yazılsa da olur yazılmasa da olur’ denirdi. Ben
böyle yapmadım, imzamı göremeyince sonrasında sürdürdüğüm bir
mücadelenin içine girdim. Söz yazarı, besteci ya da aranjör,
şarkıya emeği geçenlerin halk tarafından da bilinmesini istedim.
Hayatım boyunca bunun mücadelesini verdim. İsimlerimiz bugün
telaffuz ediliyorsa, bunun sayesinde.”
Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Zeki Müren,
Ferdi Özbeğen, Ferdi Tayfur, Bülent Ersoy, Bergen, Gülden
Karaböcek, Kamuran Akkor, onun şarkılarını yorumlayanlar. Gençlerle
buluşması, yakın dönemde Fairuz Derinbulut’la kurduğu ortaklık
sayesinde. Birlikte “Arabesk” adlı bir albüm yaptılar, şarkılarını
“sert” tonlarla seslendirdiler. Bilen biliyor, bilmeyen bulsun ve
geç döneminde gençlerce ona verilen bu armağanın keyfini sürsün.
Ben, o arada, katıldığımız oturum sırasında bir dinleyicinin
sorduğu soruya verdiği cevabı aktarayım…
Bu yılın başlarında duvaR’da yayımlanan bir yazımdan yapacağım
küçük alıntı, giriş cümlesi olsun. 5 Mart 2017 tarihli yazının başlığı, Tekintüre’nin
bir dizesinden: “Deli gibi sevmek ruhumuzda var!” Şöyle başlıyorum:
“1994 tarihli bir şarkı, kaç gündür aklımda: ‘Hangimiz düşmedik
kara sevdaya / Hangimiz sevmedi çılgınlar gibi / Hangimiz bir kuytu
köşe başında / Bir vefasız için yol gözlemedi?’ Ali Tekintüre
imzalı bu sözleri bana hatırlatan, yorumcusu. Müslüm Gürses’in
‘Senden Vazgeçmem’ adlı albümünün ikinci şarkısı bu. Bizi bize
anlatan, halimizi ahvalimizi net tarif eden şarkılardan –ki
söyleyen, bunun için özel zaten.” Gürses’in “özel” durumu, o gün
üzerinde konuştuğumuz konulardan… Bir önceki paragrafta bahsi geçen
dinleyicinin öğrenmek istediği, Müslüm Gürses hakkındaki
düşünceleri. Ben, mikrofonu Tekintüre’ye uzatmadan önce, şu
soruları sordum: Çalıştığınız insanlarla tanıştınız mı? Birlikte
mesai harcıyor muydunuz yoksa farklı kanallardan mı gerçekleşiyordu
buluşmalar? Cevabı, aynen aktarıyorum: “Eskiden daha sık bir araya
geliyorduk, sonra yavaş yavaş azaldı. 100 şarkıcıyla çalışıyorsanız
bunlardan ancak 10 tanesiyle tanışıyorsunuz. Müslüm Gürses,
tanıştığım, çok sevdiğim yorumculardandı. Ölümünün ardından bana
onunla ilgili ne hissettiğimi sordular, ‘çok güzel okuyan bir
insanı kaybettik’ dedim. Yorumculuğu çok özeldi. Herkes şarkı
okuyabilir ama Müslüm Gürses şarkılara bambaşka bir şey katıyordu.
Şarkının içine bu kadar girebilen, yazdığınız sözleri karşıdakine
her hâliyle anlatabilen fazla insan bulamazsınız. Sözlerini
yazdığım bir şarkı vardı: “Ne çabuk tükendi olduğun günler / Yine
mi hasretle yaşayacağım / Dün gelmiş gibisin doymadım sana / Ne
olur sevgilim bir gün daha kal / Gitme…” Şarkının içindeki “gitme”
kelimesini öyle bir söylüyordu ki, bu kadar olur. Ben yazdım ama
benden daha iyi aktardı, böyle bir solistti. Onun gibi bir sanatçı
gerçekten de zor gelir diye düşünüyorum.”
Arabesk Sempozyumu'nda
moderatörlüğünü Murat Meriç'in “Bir mânâ var sözlerimde” başlıklı
oturumuna Vural Şahin (ortada) ve Ali Tekintüre (sağda) konuşmacı
olarak katılmıştı.
Ali Tekintüre, Adıyaman’ın Besni ilçesinde doğmuş, küçük yaşta
babasını kaybetmiş ve tutunmak için ailesiyle İstanbul’a gelmiş.
“Ailem” dediği, birbirine bağlı sekiz kardeş! Haznedar’dan Horhor’a
uzanan çocukluk yılları ve Aksaray civarında geçen dertli gençlik,
eline kalem almasına sebep. “Zengin bir aile değildik” diye
başlıyor ve devam ediyor: “Kardeşlerimle İstanbul’a gelmişiz, hayat
mücadelesi içindeyiz… Sözlerimin temelinde o günlerde yaşadığım
duygular var. O zamanlar, söylenmeyecek çok şey söylemişim. Bu,
bana verilen bir kabiliyet aslında, öğrenmekle alakası yok.
Yaşadıklarımı, çevremde olanları, kelime dağarcığımdan süzdüklerimi
ekleyerek yazdım.”
İlkokula Besni’de başlamış, son sınıfı İstanbul’da okumuş. İlk
yarıda karnesine dolan zayıfları düzeltmek için öyle bir çaba
göstermiş ki, ikinci yarı sınıfını birincilikle bitirmiş! Öğretmen
okuluna göndermek istemişler, olmamış: İşportacılık yaparak çalışma
hayatına atılmış. Kapalıçarşı’da naylon poşet satarak hayatını
sürdürmüş. Tekintüre, o dönemde yaşadıklarını, Roll’un Ocak 2009
tarihli 136 numaralı sayısında Derya Bengi ve Merve Erol’a
anlatmıştı; oraya bağlanıyorum: “O zamanlar öyle her dükkânda
yoktu, sadece satılan bir şeydi naylon poşetler. Kapalıçarşı Çuhacı
Han’da üvey amcam vardı, öz amcamdan daha iyi bir insandı. İlkokulu
bitirince onun kuyumcu atölyesinde işe girdim. Dükkânda küçük
kâğıtlara şiirler yazıp çekmecelerde saklıyordum. ‘Tanrı Beni
Baştan Yarat’ı da o atölyede yazmıştım: ‘Gülmeyecek bu yüzü neden
verdin bana ya Rab / Ya birazcık neşe ver ya da beni baştan yarat…’
Böyle yazmışım, çekmeceye koymuşum, unutmuşum. Yıllar sonra kalfam
gösterdi de, aklıma geldi, devamını yazdım şiirin.”
Vural Şahin ve Ali
Tekintüre
Yazının başında dillendirdim, “Tanrım Beni Baştan Yarat”, bir
plakta karşımıza çıkan ilk Tekintüre sözü. Tesadüflerle dolu
hikâyesini Roll’dan aktarıyorum: “[Şarkı yayımlandığında]
askerdeydim. Sene ‘74’tü, Kıbrıs Harekâtı zamanları… Arkadaşlarım
haber yolladı, senin şiirini şarkı yaptılar diye… Şarkı
Unkapanı’nda olay olmuştu. Çıkan ilk plaklarda adım yazmıyordu.
Önce Emel Sayın okudu ama Gönül Akkor’la meşhur oldu, sonra Gönül
Akkor’un oynadığı filmini de çektiler. Besteyi Muzaffer Özpınar
yapmış. Şiiri nereden aldığını sordum, gazeteden aldığını söyledi.
Ama ben o gazeteyi hiçbir zaman bulamadım. Bu hâlâ bir sır.”
Ali Tekintüre, 1000’in üzerinde şarkı sözü yazmış. Bir kısmını
saydım ama saymadıklarım arasında da çok bilinen bir sürü şarkı
var. Bilinmeyen, yazanın adı. Arabesk camiası ona sahip çıkmış, adı
dilden dile efsane gibi yayılmış ama arabeskle temas etmemiş
insanlar, şarkıları bildiği halde onun adını bilmiyor. İmzasını
ölümüyle duymuş/duyacak çok insan var. Oysa şarkı sözü yazmak,
bunları insanlara ulaştırmak uğruna, Unkapanı’nda üç kuruşa tamah
eden bir insan… Poşet satıcılığından kuyumculuğa uzanan
“kariyer”ini, bu uğurda bir çırpıda silmiş ve birkaç kuruş
karşılığında Unkapanı’nın büyük firmalarından Türküola’da çalışmaya
başlamış. Şarkıları plaklara okunmuş, sözlerini dönemin yıldızları
seslendirmiş ama cebine hiçbir zaman çok büyük paralar girmemiş.
Bunu hiçbir zaman dert etmemiş ve yaşadıklarını şarkılarında dile
getirmeyi tercih etmiş. Belki de bunun için bu kadar sahici, bu
kadar içten. Tam da bunun için bu kadar bizden.
Şarkı sözlerini şiirden ayırmayı tercih eden insanlardan,
Tekintüre. Ablasının okuduğu Yunus Emre şiirleri ve Besni’de geçen
çocukluk yıllarında duyduğu “destan”lar, ona şiiri sevdirmiş.
Hiçbir zaman kendini şair olarak görmemiş ve öyle diyenleri “ben
şarkı sözü yazarıyım” diyerek düzeltmiş. Katıldığımız sempozyumda
söz buraya geldiğinde, şunları söylemişti: “Her şiir
bestelenebilir, istisnalar kaideyi bozmaz ama şarkı sözü olması
için genel bir yapı vardır, buna uymak gerekir. Şiir, şarkı
yapılacaksa, ölçülü olmak durumunda. Şarkıları yazarken onları
roman gibi düşünmek gerekiyor, sözün önemi burada çıkıyor. Beş yüz
sayfalık romanı yazdığınız on iki satırda anlatabiliyorsanız, bu,
değerli oluyor. On iki satırlık bir şiir size hitap edemedikten,
kalbinize giremedikten sonra hiçbir anlam taşımaz. Orada koca bir
romanı anlatmanız lazım. İşte o zaman, yazdıklarınız, şarkı sözü
olur.” Bu ifadeleri, Roll söyleşisinden aldığım şu satırlarla
pekiştireyim: “Anlattıklarımız, insanların hayatlarıdır. Bir insanı
hayalde canlandırıyoruz, ona bir rol biçiyoruz, onu oynatıyoruz.
İllâ kendi başımızdan geçmiş olması gerekmiyor. Şarkının tutması,
yaratacağım tipin ve çizdiğim fonun halka ne kadar yakın geleceğine
bağlı. Demek ki benim yarattığım konular ve tipler, insanlara yakın
geldi. Birçok şarkıda kendi hayatlarını buldular. Filmler,
romanlar, şarkılar birer abartıdır. Bir sevgi vardır, söz yazarı
olarak o sevgiyi yüceltmişizdir. Öyle yazmanız gerekir ki,
cezbetsin insanları.”
Ali Tekintüre’nin yazdığı sözler, kendi şarkılarını
yazan/söyleyen insanların da dikkatini çekmiş. Başta Orhan Gencebay
ve Ferdi Tayfur, arabeskin en büyükleri, onun sözlerini
dinleyicilere aktarmış. Şarkıları, diğer arabesk şarkılara
benzemiyor. İsyan değil, (kendi deyimiyle) “dostlardan yakınma,
hayatın kendisinden ve adaletsizlikten şikâyet, biraz da sitem”
var. Dönemin gerektirdiği sosyal sorunlara değinme faslını da es
geçmemiş… “Tanrı yazar, kullar çeker günâhı” dizeleriyle başlayan
“Fark Yaraları” ya da “Tanrı neden kötü yazar alındaki yazıları /
Kuluysa neden bir değil, mutlu yaşar bazıları” dizeleri, o dönemde
kaleminden dökülenler. En meşhur şarkılarından biri olan “Baharı
Bekleyen Kumrular Gibi”de şu dizelerin olduğunu ve sonradan
çıkartıldığını, Roll söyleşisinden öğreniyoruz: “Elinde gaz tüpü
günlerce durup / Boş döndüğün ânı sakın unutma / Sorunlar ezdikçe
mahzun oturup / Ağladığın günleri sakın unutma…”
Başa döneyim: Arabesk, artık kabul gören bir tür. Kimileri
bittiğini savunsa da, hep hayatımızda. Ali Tekintüre, sempozyumda
yaptığı konuşmada, arabeskin hiçbir zaman bitmeyeceğini söylemişti:
“Geçenlerde bir röportajda arabeskin bitip bitmeyeceği soruldu,
‘merak etmeyin bitmez’ dedim. Nedenini sorarsanız, hayatımız zaten
arabesk! Bakmayın, öyle adlandırılıyor, bir isim belki ama
hayatımız öyle girdili çıktılı ki, arabesk dediğimiz tam da bu.
Onun için bitmez.”
O gün, bu sözlerinden sonra, her yerde okuduğu sözlerinden
birini okumuştu Tekintüre. Yazıyı sonlandırmadan önce, onu aktarmak
isterim. Kendi deyimiyle, “hikâyesiyle birlikte”, “Unutamazsın”
adlı şarkı sözü: “Bir akşam üstüdür / Ve sen deliler gibi sevdiğin
insanla darılmışsındır / Hiç olmazsa onu görebilmek ümidiyle
evlerinin köşesinde / Yağan kara aldırış etmeden beklersin /
Karanlık lapa lapa yağan karla birlikte üstüne çöker / Sen soğuk
olduğunu hissetmezsin bile / Ve sevdiğin insan çıkagelir karanlığın
içinden / O da seni görmüştür besbelli / Oysa yüzüne bakmadan çekip
gider / Sen ardından bağıramazsın bile / Ve bu onu son görüşündür /
Yıllar sonra bu yara yeniden kanar / Ona bir şarkı yazarsın /
Ömrünce unutamasın diye // Karanlık çökünce sokağınıza / Köşede ben
varım unutamazsın / O karlı kış günü gelir aklına / Sen beni
ömrünce unutamazsın // Mektupları yırtıp attın diyelim / Resimleri
bir bir yaktın diyelim / Bir mazi var onu nasıl silelim / Sen beni
ömrünce unutamazsın // Ah edip adımı her anışında / Bir Kerem
misali her yanışımda / Bir hayal olurum yanıbaşında / Sen beni
ömrünce unutamazsın…”
Var oluşunu “Felsefemde insan olmak vardır. Lafta değil,
gerçekten insan olduğunda birçok şey halledilmiş demektir.”
cümleleriyle özetleyen Ali Tekintüre, genç yaşta aramızdan ayrıldı.
Roll söyleşisinin sonunda söyledikleri, sitemini bize taşıyor: “25
filmin ismi benim şarkılarımdan gelir. Ama bu piyasadan hakkımı
alamadım. (…) Dünyaya gelmişim ama kendim için yaşamamışım gibi
geliyor… Yıllar yılı değerimin bilinmediğini düşünüyorum. Ölmemizi
bekliyorlar herhalde! Pek çok arkadaşım bana şunu söyledi: ‘Aslında
senin heykelini dikmemiz lâzım Unkapanı’na.’ Böyle bir şeye tabii
müsaade etmem ama neler yaptığımın farkında olan birkaç kişi var,
onu anlatmak istiyorum.” Tekintüre, bu sözlerinden yola çıkılarak
sorulan “Nasıl bir heykel olurdu sizin heykeliniz?” sorusuna, şu
cevabı veriyor: “Yüzü olmazdı. Sembolik bir heykel olurdu herhalde.
Yüzümüz önemli değil ki, yapılan işler önemli. Bu dalda emek veren
insanlar, hepimiz o heykelde olacaktık belki.” Bu sözlerin ardından
bize düşen, ismini gelecek kuşaklara aktarmak. Bilen zaten biliyor,
bilmeyen de bundan sonrasında öğrensin.
Yazının sonunu, Müslüm Gürses bahsinde andığım (müziğini Ali
Osman Erbaşı’nın yaptığı) şarkıyla getireyim: “Âşığın gözü kör
kulağı sağır / Doğruyu yanlışı ondan görmedi / Yakıldı yıkıldı yine
de sevdi / Ah o vefasızlar kıymet bilmedi // Herkesten bir anı
saklar bu yollar / Herkesin acısı sevgisi kadar / Güzelmiş
çirkinmiş ne fark eder ki / Deli gibi sevmek ruhumuzda var…”
Her şey bir yana, bu şarkıyı (ve diğer şarkılarını)
söylediğimiz/dinlediğimiz sürece adı yaşayacak. Tesellimiz bu.