Müslüm’ün bizim mahalleye açılmasına sanki Müslümcüler arasında da o kadar bozulan olmadı. Hatta bunu bir işgal faaliyeti olarak değerlendiren Müslümcüler tanıdım. Çünkü Müslüm, Teoman’dan Rainbow’a Bülent Ortaçgil’e “bizim mahalle şarkıları”nın peşinden gitmedi. Hep yaptığı gibi şarkılara uymadı, şarkıları kendine uydurdu.
Güzel kardeşlerim Tuncay Bozdoğan ve Emre Hikmet'e
İnsan evladı hayata en çok seyrettiği yerden, gördüğü kadarından bakma eğiliminde. Ben çocukken Cumhuriyet gazetesi okuyanları pek muhterem insanlar zannederdim. Bu, okumayanları küçümsememden değil, okuyanları büyük görmemdendi. Öyle ya, küçük puntolu, küçük görselli, siyah beyaz, soluk benizli bir gazeteyi her gün okuyan birisi özel ve iyi birisi olmalıydı. En azından bilgi almak için zor olan yolu tercih etmişti.
Farkında değildim ama Milli Gazete de, Resmi Gazete de öyleydi. Bir şeyin ciddi yahut titiz olması için asık yüzlü olması gerekmiyordu üstelik.
Led Zeppelin dinlemenin, kitap okumanın, bisiklete binip rakı içmenin iyi birisi olmakla değil mahalleyle ilgili olduğunu anladığımda dünyanın düşündüğümden daha büyük olduğunu fark ederek sevinmiştim.
Zamanla Türkiye’de kitap satın alan insanların pek azının Led Zeppelin dinlediğini, Cumhuriyet okuduğunu fark ettim. Bisiklete de Çankaya yahut Kadıköy’den bin kat fazla Konya’da biniliyordu. Motosiklet head banger’lar değil kendi halinde Antalyalılar arasında yaygındı. Üstelik Erbakan mitingleriyle solcu mitingler arasında da epey bir benzerlik vardı.
Bizim mahalle o yıllarda Kibariye’yi imza bile atamıyor diye aşağılarken zorlama şan numaralarını türkü diye dinliyorduk: “Çağmdaaaağn saaaağkııız ağkıı-yooor”.
Baskı vakitleri elit için fırsat, halk için zulümdür. Gözümüzün önünden itinayla çekilmiş, saklanan ama milyonlar satan hakiki arabesk aşağıya doğru çok uzaktaki bir takım ağlak kalabalıkların müziğiydi. Gözümüze sokulan ise en az arabesktekiler kadar acılı ve saçma sözleri ve vasat müziğiyle beyaz arabesk Kayahan filan idi.
Tek kanallı TV’de Beş Yıl Önce On Yıl Sonra gibi zırvalar sürekli dönerken arabesk, insanlara yılbaşlarında şöyle bir sunulan lütuftu. İstisnalar vardı. Misal İkimiz Bir Fidanız Tülay, Gönül ise Zerrin Özer’den TRT’ye girebiliyordu. Tabii ki Hakkı Bulut ve Orhan Gencebay’ın adlarını anmadan.
…
Müslüm filmine gittim. Beğenmedim. Müslüm’ün hayatındaki malzemeyi ne bileyim Alan Parker’a verseniz Oscar ödüllerinden tespih yapardı. Bizde ise belli ki Muhterem Nur kırılmasın, Müslüm efsanesi örselenmesin, dengeler büzülmesin derken suya sabuna hatta Müslüm’e dokunmayan bir film çıkıvermiş. Bunu bir başlangıç filmi olarak alalım. Nasıl biriymiş, ne yer ne içermiş, nasıl olur da bu tür bir teveccüh görmüş, annesinin katiline acıyan adam sevdiği kadınlara nasıl da acımamış, Unkapanı’nda, pavyonlarda neler yaşamış, kimlere ne kıyaklar yapmış, ne işler hayatlar kurtarmış, başka filmlerde görürüz umarım.
…
Müslüm Gürses beyazlar içinde Filli Boya reklamına çıktığında Müslümcüler bozulmuştu (Bu arada ben de tabii kendi mahalleme uygun olarak Mannish Boy yahut Should I Stay or Should I go Levi’s reklamında kullanıldığında bozulmuştum). Sonra Müslüm başka reklamlara da çıktı. O sürekli zenginleşmesine, ünlenmesine rağmen hayatını, hatta oturduğu evi bile değiştirmemiş bir Müslüm Baba'ydı. İnsanın babası ayağa düşünce üzülür tabii. Haklılardı bence.
Zaten Müslüm’ün bizim mahalleye açılmasına sanki Müslümcüler arasında da o kadar bozulan olmadı. Hatta bunu bir işgal faaliyeti olarak değerlendiren Müslümcüler tanıdım. Çünkü Müslüm, Teoman’dan Rainbow’a Bülent Ortaçgil’e “bizim mahalle şarkıları”nın peşinden gitmedi. Hep yaptığı gibi şarkılara uymadı, şarkıları kendine uydurdu.
Üstelik Müslüm’ün kendini değiştirmeden bizim mahalleye sız(dırıl)ması Türkiye müzik hayatının en devrimci hareketlerinden birisi olabilir (Burada hızlandırıcı unsur Murathan Mungan’a sonrasında Ender/Ezel Akay’a teşekkür edelim). Hem de Orhan Gencebay gibi her fırsatta “Benim yardımcılarım uzun saçlı. Ben nota bilir, hep klasik müzik, rock filan dinlerim.” gibi rüşt ispatına tevessül etmeden…
Orhan Gencebay zaten daha önce kabul görmüştü. Ama o hiçbir zaman Müslüm, Esengül, Tüdanya yahut Bergen gibi bir arabeskçi olmamıştı da. O da babaydı tabii. Ama her daim titizlik gösterdiği iktidar ilişkileriyle, kendisini konumladığı mertebeyle, oturunca kalıp gibi oturan, oturmadan koltuğun temizliğini kontrol eden, kasmaktan davul gibi gerilmiş daha çok Corleone kasabasına ait bir babaydı.
Filmi vesilesiyle tekrar gündeme gelen Müslüm ise hakikaten acılarıyla, isyanıyla, kurulu düzenin çevresinden dolanmasıyla, esrar-alkol hayatıyla, inadıyla, cemaatiyle bizim mahalleye (tıpkı esasında bisikletin Kadıköy’de değil de Konya’da olması gibi) esas rock’n’roll hayatını arabeskçilerin yaşadığını gösterdi.
…
Rock’ın devrimciliği söylediği sözün ötesinde, varoluşsal bir şey olarak gelir. Romantik bir tanıma girişirsek rock müzik bize sunulan hayatın tek seçenek olmadığını anlatmaya çalışır.
Arabesk elbette daha teslimiyetçi, “böhühü” bir müzik. Ama 1950’lerin rock’n’roll’u da külliyen şımarık ve “hehehe” bir müzikti. Lakin o sabun köpüğü müzik bütün “Amerikan biçimi hayat”ı tek başına değiştirdi. Bu bir pipo olmayabilir yani.
…
Rock müzik, ne kadar endüstri haline gelirse gelsin bütün dünyada başkaldırı, underground, uyuşturucu, seks, marjinallik gibi kelimeler ile anılır. Ve efsane rock’çıların hayatına bakıldığında hep bunlar bulunur. Hendrix, çocuk yaşta okulu terk etti, araba çaldı. Bob Dylan daha 18’ini bitirmeden onlarca kere evden kaçmıştı. Rock dünyasında ot kahvaltılıktı. Eroin, kokain sıradan şeylerdi.
Türkiye için de bir karşılaştıralım bakalım.
Uyuşturucular yahut suç ortamı mı? Sahnede açıktan ot içenler rock'çılar değil arabeskçiler arasındadır. Cinsel özgürlük mü? “Canının istediğini yapmasıyla” meşhur, erkeklere başeğmez bir Esengül vardır ki on numaradır, efsanedir. Türkiye’nin punk’ıdır. Yaygın kanıya göre kaza süsüyle öldürülmüştür. Ferdi’nin babası pavyon çıkışında öldürülmüştür. Bergen’in 30 yıl sürebilen ve kurşunla biten hayatına bir bakın. Yahut Tüdanya’nın acayip hayatına...
Kurulu düzen mi? Bizim rock’çılar aile saadetlerini resmi evliliklerle yaparlarken Müslüm Gürses ile Muhterem Nur sadece “otellerde rahat rahat kalabilmek için” Muhterem Nur’un ısrarıyla evlenirler. Orhan Gencebay ile Sevim Emre, Ferdi Tayfur ile Necla Nazır hiç bir zaman evlenmez.
Açıktan eşcinsel kaç tane rock’çı biliyorsunuz? Arabeskçileri saysanız buradan köye yol olur.
...
Rock alemi tam öyle değil ama. Kolaycılık yapıp okullara gelişigüzel bakalım: Barış Manço Galatasaray, Cem Karaca Robert, Erkin Koray İstanbul Erkek, Mazhar Alanson Ankara TED ve Kadıköy Maarif, Fuat Güner Saint Joseph, Özlem Tekin Tevfik Fikret, Hayko Cepkin Özel Getronagan, Kaan Tangöze Şişli Terakki mezunu.
Memleket rock’çıları arasında bırakın okulu reddedeni/terk edeni, evden kaçanı, araba çalanı, Yenimahalle Endüstri Meslek Lisesi mezunu bile yok. Rock değil ama “en bir” underground Ezhel bile -burslu da olsa- Ankara TED mezunu.
Hepsini severek dinlediğim bu isimleri okulu bırakıp acılı hayatlar yaşamamış olmakla suçlamıyorum elbette. Diyorum ki Kibariye’nin okuma yazma bilmeyen dünyasındaki isyan Robert Kolej’li Cem Karaca’nın isyanından daha az kıymetli değildir.
Yoksa bizim rock’çılar da çok iş yaptı, çok işe yaradı. Nasıl ki Jamaicalılar rock yaparken reggae’yi yumurtlamıştı, Erkin Koray’dan Duman’a, Hayko’ya, Moğollar’a, Athena’ya hepsi arabeskten, sokaktaki insandan alacaklarını aldı, “buralara özel” bir rock müzik geliştirdi.
Ezhel bugün cesur şarkılarıyla bir yandan milyonlara ulaşırken sokaktan, öbürlerinin oralardan sesleniyor. Erkin Koray saçı uzun diye yan bakanlara kendini “peygamber efendimizin de saçı uzundu” diye savunmuyordu. Yumruk atıyordu. Akmar, satanistlerin değil kendilerine sunulan hayattan hoşnutsuz rock’çıların mekanıydı.
…
Ezcümle sanırım artık eskiye göre epey farkındayız ki tıpkı bisiklet yahut kitap okumak mevzusu gibi arabesk konusunda da karşı mahalle “düşündüğümüz gibi değil”.
Mahalleler arasındaki kutuplaşma hakikaten arttı mı yoksa zaten olan kutuplaşma görünür hale gelince körüklendi ve muktedirleri, lümpenleri besler hale mi geldi emin değilim ben. Benim gördüğüm bir yandan başka bir tür yakınlaşmanın da olduğu.
Not: Güzel Müslüm filmi yazıları için Gazete Duvar’da Zehra Çelenk ve Şenay Aydemir’in ve Birikim’de Fuat Şen’in yazılarını okumalısınız.