Arap basınında geçen hafta: 'Çin, Suriye'ye hayatı geri getirecek mi?'

'Esad'ın Pekin ziyareti, Çin'in yumuşak silahlarla bölgeye girişinin bir parçası. Esad, ülkesine hayatı geri getirecek durumda değil. Ancak Çin, Suriye'ye başka bir yerden hayat getirebilir.'

Abone ol

DUVAR- Geçtiğimiz hafta, Arap Dünyasında en dikkat çekici gelişimlerden biri Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın Çin’e yaptığı ziyaret oldu. En son 2004 yılında Çin’i ziyaret Esad’ın bu adımı Arap gazetelerinde farklı şekillerde yorumlandı. Birçok yazar, Esad’ın Arap ülkelerinin Suriye’ye yönelik son açılımlarıyla istediğini bulamadığını ve bu yüzden yüzünü Çin’e döndüğünü savunurken, bazı yorumlara göre ise Çin, Suriye meselesine daha aktif bir şekilde müdahil olmaya başlayacak ancak bunu ordusuyla veya ülkede çatışan taraflar üzerinden değil de yumuşak gücüyle yapacak.

Suudi Veliaht Prensi ve ülkenin fiili olarak yöneticisi konumundaki Muhammed Bin Selman’ın geçtiğimiz hafta bir Amerikan televizyonuna verdiği röportaj geçen haftanın en çok konuşulan bir başka konusuydu. Zira Bin Selman, ülkesinin İsrail ile normalleşmeye her geçen gün daha da yaklaştığını söyledi. Ancak normalleşme için daha önce olduğu gibi Filistin meselesinde tam anlamıyla bir çözümü şart koşmaması bazı kesimlerce tepkiyle karşılandı.

Mısır ise 2024’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleriyle gündemde. Seçim takviminin bugün (Pazartesi) başlaması bekleniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en güçlü adayı ise mevcut Cumhurbaşkanı Abdulfettah El Sisi. Her ne kadar ülkede yasal olarak herkesin aday olma hakkı olsa da, özellikle de geçmiş seçimlerde muhalif isimlere yönelik baskılar bu seçimlere ve sonrasına dair endişeleri arttırıyor.

 'Çin, Suriye'ye hayatı geri getirecek mi?'

Çin'in bölgedeki stratejisine göre Suriye, jeopolitik ve ekonomik etkileri büyük olan bir ülke konumunda. Suriye'nin coğrafi konumu onu Irak, İsrail ve Türkiye arasında bir kavşak haline getiriyor ve aynı zamanda Akdeniz'de uzun bir kıyı şeridine sahip.

Savaş dolayısıyla büyük bir yıkıma uğrayan Suriye, bu savaşa taraf olan veya savaşan taraflara silah desteği sağlayan ülkeler açısından büyük küresel şirketlere faydası olmayan herhangi bir ülke olsaydı söz konusu savaşta bu kadar yıkıma uğramazdı. Suriye'yi ve sahip olduğu serveti ele geçirme umudu, bazı tarafların Suriye devrimi kisvesi altında dünyanın farklı yerlerinden getirdikleri terör örgütlerini desteklemelerinin temel nedenidir. 

Büyük bir devlet olarak Çin, Suriye meselesi hakkında Suriye Devriminin en önemli taraflarını destekleyen Batılı istihbarat örgütlerinden daha fazlasını bilmektedir. Zira Suriye devrimi, Beşar Esad'ı devirme talepleri adı altında Suriye'ye karşı başlatılan bir savaştır. 

Çin, Rusya'nın ana taraf haline geldiği Suriye'ye yönelik çekişmenin, taraf olanların İslami sloganlarla ezdiği Suriye halkının taleplerinin çok ötesinde olduğunu idrak etmektedir. Bu çekişme, bazılarının sandığı gibi İsrail'in güvenliğiyle hiçbir ilgisi olmayan, ekonomik çıkarların hakim olduğu küresel bir çatışmaydı. Zira Suriye, hiçbir elin ulaşmadığı nadir madenlerden oluşan bir hazinedir. İktidardaki siyasi rejimin de partizan safsatalarla ve güvenlik tedbirleriyle meşgul olması nedeniyle belki de farkında olmadığı şey de budur.

Suriye Devlet Başkanı'nın Pekin ziyareti, Çin'in yumuşak silahlarla bölgeye girişinin bir parçasıdır. Savaş yok, ölüm yok, yıkım yok, suç yok, acı yok ve yerinden edilme yok. Ruslar'ın, İranlılar'ın, Amerikalılar'ın ve Türkler'in yaptıkları, Suriye'yi yıkım haritasına yerleştirdi. Beşar Esad da ülkesine hayatı geri getirecek durumda değil. Ancak Çin, Suriye'ye başka yerden de hayat getirebilir. (Faruk Yusuf / Londra merkezli Al Arab Gazetesi)

'ABD İsrail yükünden kurtulmaya çalışıyor'

Suudi Arabistan'ın fiili hükümdarı Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Amerikan Fox News kanalına verdiği röportajda, ülkesinin İsrail işgal devleti ile normalleşmeye her geçen gün daha fazla yaklaştığını açıklayarak oldukça ses getiren bir bomba patlatmış oldu.

Suudi Veliaht Prensini bu adımı atmaya iten neden nedir şu an bilinmiyor. Özellikle Suud yönetiminin son yedi yılda gerçekleştirdiği ekonomik başarılardan ve büyük iç reformlardan sonra. Zira Amerikan hegemonyasıyla tarihsel bağlarını kopardı. Yükselişteki Rusya-Çin ittifakına yönelik açılımlar yaptı ve IMF gibi Batılı kurumlara rakip olan BRICS'e üye oldu. 

Prens Bin Selman röportajda, Filistin meselesine çözüm bulmanın önemini vurguladı ancak bu çözümü Filistin halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesiyle sınırladı. Ve esasen en başta Suudi Arabistan başını çektiği Arap Barış Girişimi'ne hiç değinmedi. Nitekim bu girişim, İsrail ile normalleşmeyi İsrail'in Filistin topraklarından tamamen çekilmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması şartına bağlamıştı. Eski Lübnan Cumhurbaşkanı Emile Lahud ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ise bu girişime, yurtlarından sürülen Filistinlilerin dönüş hakkını da ekledi. Umuyoruz ki Bin Selman'ın bundan bahsetmemesi sadece bir gözden kaçırmadır. Çünkü Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal Bin Ferhan, BM oturumları için gittiği New York'ta 53 ülkenin temsilcinin katıldığı bir toplantıda yaptığı konuşmada bu girişime değinmişti. 

Röportajda dikkate değer bir diğer açıklama ise, Prens Bin Selman'ın bölgede istikrarın ekonomik kalkınma ve refaha giden ana kapı olduğunu vurgulamasıdır. Bin Selman’a göre Suudi Krallığı bu yönde önemli adımlar attı. Yemen'deki çatışmaların şimdilik durmasını sağladı ve Sana'daki hükümetle görüşmelere başladı. ABD ve İsrail'in bölgede mezhep savaşlarını körüklemesine zekice karşılık verdi ve İran’la uzlaşma yoluna gitti. Bu yüzden hatırlatmak gerekir ki, bölgede 75 yıldır istikrarsızlığın savaşların kaynağı işgal devleti İsrail'dir. Şimdi de ABD, üzerindeki bu İsrail yükünden kurtulmaya çalışmaktadır ve normalleşme anlaşmalarıyla bu yükü Suudi Arabistan'ın üzerine yıkmayı hedeflemektedir. Zira bu yük sadece ağır değil, mayınlarla dolu ve patlamaya yakındır. (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm Gazetesi)

'Mısır’da cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru'

Mısır'da Ulusal Seçim Kurulu'nun 2024 yılı cumhurbaşkanlığı seçim takvimini açıklamasının ardından, 6 yıllık yeni dönemde ülkeyi yönetecek Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylık kapısı yasal olarak herkese açık olacak. Bu seçimlerin, anayasal olarak bakıldığında mevcut Cumhurbaşkanı Abdulfettah El Sisi için son dönem olması gerekiyor. Lakin adaylık kapısının yasal olarak herkese açık olması, Sisi karşısında yarışacak adayların önünde gerçek anlamda bir fırsat olduğu anlamına gelmiyor. Tıpkı geçmiş seçimlerde de olduğu gibi. 

Sisi yönetimde tek başına kalmayı sürdürebilmek için kontrolü sıklaştırma politikasına devam ediyor. Ancak bu kez 2018 yılındaki seçimlerde yapılan hataları tekrarlamamak için özellikle dikkat ediyor. 2018'de devlet, Sisi karşısında "şeklen" yarışacak bir aday bulmakta zorlanmıştı ve o dönem aday olduğunu açıklayan El Gad Partisi Genel Başkanı Musa Mustafa Musa, oyunu Sisi'ye vereceğini açıklamıştı. Bundan dolayıdır ki, güvenlik birimlerinin istediği koşullara göre bir figüran aday bulma çalışmalar erken başladı. 

Rejimi bugün en çok korkutan durum, kontrolleri dışında bazı adayların çıkmasıdır. Eski Kerame Partisi Genel Başkanı Ahmed Tantavi buna bir örnek teşkil ediyor. Zira Tantavi'nin destekçileri ve ona yakın çevreler, çeşitli baskılara maruz kalıyor hatta olmadık ithamlarla karşı karşıya kalıyorlar. Mısır'daki televizyonlara çıkması neredeyse imkânsız olan Tantavi mevcut koşullarda tek başına mücadele eden bir savaşçı gibi. 

Seçimlerde aday olmak isteyenlere yönelik baskı sadece sivil alanda değil. Askeriye kurumu içerisinden aday çıkma ihtimaline karşı da önlem alınmış durumda. Askeriyeye mensup olanların aday olmaları, Yüksek Askeri Konsey'in onayına bağlı. Bu da sadece Sisi'nin bu onayı alacağı anlamına gelmektedir. 

Mısır'da siyasi iklim görünüşte demokratik görünse de seçim sonrası döneme ilişkin korkular artarak devam ediyor. Bu korku, siyasilerin tutuklanması ve şimdiden hazır olan türlü ithamlarla karşı karşıya kalma korkusu değil. Özellikle son dönemlerde nispeten rahatlatılan ve Batı basınına demeç vermesine vs izin verilen siyasi partilere yönelik baskıların artmasına dair korkudur. Bunun yanı sıra, Cumhurbaşkanı Sisi'nin yeni bir anayasal değişiklik yapma çabaları karşısında hâlihazırdaki açılım sürecinin sona ermesinden endişe edilmektedir. Buradaki konu da söz konusu yeni anayasa değişikliğiyle 2030'da kendisine yeniden adaylık kapısının açılması ihtimalidir. (Lübnan El Akhbar Gazetesi)