Arap basınında geçen hafta: 'Erdoğan bölgedeki hayallerinden vazgeçti'

Körfez turu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bölgeye yönelik eski hayallerinden vazgeçtiğini ve onu ilgilendiren tek hususun, ekonomik yatırımları ülkesine çekmek olduğunu gösterdi.

Abone ol

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son zamanlardaki diplomasi trafiği ve bu kapsamdaki Körfez turu Arap medyasını epey meşgul etti. Arap dünyasının önde gelen gazeteleri ve yazarları Erdoğan’ın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gezisine büyük ilgi gösterdi. Özellikle Suud ve Katar’a hediye edilen Togg otomobiller ve ekonomik anlaşmalar Arap gazetelerinde ziyarete ilişkin ön plandaydı.

İsveç’te Kur’an yakma eylemleri birçok Arap ülkesinde İsveç’e karşı gösterilere neden oldu. Irak’ta İsveç Büyükelçiliği basılırken Irak hükümeti büyükelçiye ülkeyi terk et çağrısı yaptı ve kendi temsilcisini geri çekti. İsveç’e yönelik tepkiler bu hafta Arap medyasının önemli gündem başlıkları arasındaydı.

Filistin yönetiminin İsrail ile güvenlik ve işbirliği anlaşmasına yönelik eleştiriler özellikle geçtiğimiz haftalarda Cenin kampına yapılan saldırılardan sonra zirveye çıktı. Fetih Hareketi yönetiminin İsrail ile güvenlik konusundaki koordinasyonu devam ettirmesi, 'İsrail, Filistinlileri artık kendi yönetimleriyle vuruyor' yorumlarına neden oldu.

İsrail’de Başbakan Netenyahu’nun yargı düzenlemelerine karşı haftalardır devam eden gösteriler Arap medyasında sık sık işleniyor. Öte yandan İsraillerin bu demokrasi anlayışıyla işgale karşı ses çıkarmaması ise Arap yazarlar tarafından 'çarpık demokrasi' olarak nitelendiriliyor.

'SLOGAN SİYASETİNDEN TOGG SİYASETİNE'

Son Körfez turu, Tayyip Erdoğan'ın bölgeye yönelik eski hayallerinden vazgeçtiğini ve artık onu ilgilendiren hususun, onun bölgesel ve uluslararası alandaki çatışma ve çekişmelerinin kurbanı haline gelen ekonomiyi kurtarmak için yatırımları ülkesine çekmek olduğunu gösterdi.

Erdoğan, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman'ın yanı sıra Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad Al Sani'ye yerli üretim Togg otomobil hediye etti. Bu simgesel mesaj Türk diplomasisinde bir değişim olduğunu ve slogan siyasetinden Togg siyasetine geçildiğini gösteriyor. Bu da Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerde çıkar ilişkilerine odaklanılacağına işaret ediyor. 

Türkiye Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan'a yaptığı ziyarette, geçmişte olduğu gibi ne yakından ne de uzaktan siyasi meselelere değinmedi, tehditlerde bulunmadı, şahısları ve ülkeleri hedef almadı. Sadece ekonomiden bahsetti ki bu da Erdoğan'ın Suudi Arabistan, Katar ve BAE'yi kapsayan Körfez ziyareti üzerinden siyasete kapılarını kapattığını teyit ediyor. (Londra merkezli El Arab Gazetesi)

'ERDOĞAN DOĞRU YOLA GERİ DÖNDÜ'

Recep Tayyip Erdoğan, üçüncü defa beş yıllığına Cumhurbaşkanlığı'nı kazanmasından iki ay sonra yüzünü iki yöne doğru çevirdi ve yeni dönemine öncelik vermeye başladı. Bu da yeni dönemde Türk dış politikasının nasıl seyredeceğine dair işaretler taşıyor. 

Erdoğan bir kez daha Türkiye'nin cumhurbaşkanı seçildikten sonra yeni ekonomi politikaları benimsemek durumundaydı. Özellikle de Türkiye'nin son yıllarda tanık olduğu büyük ekonomik çöküş nedeniyle Türk Lirası'nın dolar karşısında değer kaybetmesi ve fiyatların çılgınca yükselmesi göz önüne alınırsa. Zira seçim biter bitmez lira yeniden düşüşe geçti ve bir hafta içinde dolar karşısında 20 liradan 26 liraya çıktı.

Erdoğan ekonomiyi kurtarmak için iki tarafa yöneldi. İlki Avrupa Birliği ve Atlantik'le temsil edilen Batı ülkeleri. Çünkü Türkiye'nin dış ticaretinin yarısı ve Türkiye'deki yabancı yatırımların yüzde 80'i Batılı ülkelerden geliyor. Diğer taraf da özellikle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi ağırlıklı olarak zengin Körfez ülkeleri tarafından temsil edilen Arap dünyası var.

Türkiye'nin başta Körfez ülkeleri ve Mısır olmak üzere Arap ülkeleri ile fiilen uzlaşma politikasına geri dönmesi doğru yola dönüşü temsil etmekte. Bu uzlaşmanın gerçek ve adil bir barış çerçevesinde Suriye'yi de kapsayacak bir biçimde daha da genişlemesini umuyoruz. (Muhammed Nureddin / BAE El Haliç Gazetesi)

'IRAKLILAR BÜTÜN ARAP VE MÜSLÜMANLAR İÇİN ROL MODEL OLDU'

Bunlar Müslüman ve Arapları geri kalmışlık ve cehaletle suçluyorlar. Ancak bu 'cahiller' hiçbir zaman Tevrat veya İncil yakmadı. Ne Batı ülkelerinde ne de kendi ülkelerinde. Zira bu kitapların kutsiyetini kabul edip onların kutsal olduğuna inanıyorlar. Ancak bazı Batı ülkeleri -İskandinav ülkeleri gibi- bu tip suçları destekliyor. Bunun nedeni de özellikle Müslüman göçmenlerin bu ülkeleri terk etmesi için onlara yönelik bir baskı oluşturma planı. 

Bağdat'taki İsveç büyükelçiliğinin yakılması, Irak hükümetinin İsveç büyükelçisini ülkeden kovması ve Stockholm büyükelçiliğindeki maslahatgüzarını geri çağırması ve ilişkileri koparmakla tehdit etmesi yeterli ve yerinde bir tepkiyi göstermekte. Aynı zamanda İsveç hükümetinin bu tür politikalarına karşı sabrın tükendiğine işaret ediyor. Zira bu eylemler bireysel değil aksine bir hükümet politikası. 

İsveç büyükelçiliğini basan Iraklılar, Arap ve İslam halklarına rol model oldular, tepkilerini açıklamalardan ve yapıcı sözlerden ileriye götürüp eyleme döktüler. 

İsveç'te Kur'an-ı Kerim'in yakılması eylemleri karşısında, İsveçli büyükelçinin sınır dışı edilmesi, İsveçli Ericsson iletişim şirketinin Irak'ta çalışma ruhsatının geri çekilmesi ve diğer mallara boykot çağrıları gibi Irak'ın resmi ve halk nezdinde verilen tepkisi, Arap ve İslam âleminde hayranlık ve destek uyandırdı. Ülkelerinde kamuoyunda etkili birçok ses artık hükümetlerini bu suçlara karşı benzer şekilde tepki vermeye ve bu bağlamda güçlü tedbirler almaya çağırmaya başladı.

Filistin Arap halkının haklarını savunan herkese karşı, bir gecede sahte Antisemitizm ve ırkçılık diyerek bunu suç sayan düzenlemeleri yasallaştırdınız. Peki, kendi ülkenizde ve dünyada sosyal barışı korumak için neden Kur'an ve diğer semavi kitapların yakılmasını suç sayan yasalar çıkarmıyorsunuz. Zira medeniyet, insan haklarına saygı, halklar ve dinler arasında hoşgörü iddiasında bulunanlar sizlersiniz. (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm Gazetesi Başyazarı)

'FİLİSTİN YÖNETİMİNİN İSRAİL İLE İŞBİRLİĞİNE ELEŞTİRİLER ARTIYOR'

Geçtiğimiz üç hafta mevcut Filistin yönetiminin daha önceki tutumlarını da içine dahil ederek İsrail güvenlik güçleri ve istihbarat birimleriyle işbirliği yapmasına yönelik sert eleştiriler daha da arttı. Bu işbirliği veya göz yumma son dönemlerde oradaki yükselen direnişin kırılması için İsrail'in yoğun saldırılarına maruz kalan Cenin ve Nablus'ta çok fazla dikkat çekti. Tepkiler ve eleştiriler söz konusu güvenlik stratejisinin doğrudan hedefi olan Hamas ve İslami Cihad'dan gelmedi sadece. Ya da Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi diğer gruplardan da değil. Bu sert eleştirilere Fetih Hareketi taraftarı birçok gazeteci ve yazar da katıldı. Bunun yanı sıra, Fetih Hareketi'ne mensup Cenin‘deki El Aksa Şehitleri tugayı gibi askeri yapılar da Filistin yönetiminin Batı Şeria'daki şaibeli güvenlik işbirliğini eleştirip kabul etmediklerini belirtti. 

Her ne kadar mevcut Filistin yönetimi söz konusu güvenlik koordinasyonunu seneler önce kestiğini iddia etse de ortada İsrail işgaliyle tam anlamıyla bir güvenlik koordinasyonu olduğu çok açık. Filistin halkı da Filistin yönetimine bu bağlamda biçilen rolün mahiyetinin farkında. Bu nedenle, Fetih Hareketi ve Filistin Yönetimi'nin bazı liderlerinin, iki hafta önce İsrail'in Cenin kampına yönelik son saldırısında hayatını kaybedenlerin cenaze törenlerinden kovulması şaşırtıcı bir durum değil. Zira Filistin yönetiminin başındaki Mahmut Abbas (Ebu Mazen) bile sıkı güvenlik önlemleri ve şehirdeki direniş gruplarıyla önceden koordinasyon olmadan Cenin kampını ziyaret etmeye cesaret edemedi. (Usame Ebu İrşaid / El Arabi El Cedid Gazetesi)

Filistin Yönetimi Direnişçileri Tutukluyor, Kaynak: El Arabi El Cedid Gazetesi / İmad Haccac
'İSRAİL’İN ÇARPIK DEMOKRASİSİ'

Yaklaşık 160 İsrail Hava Kuvvetleri subayı, İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu'nun aşırılık yanlısı hükümetinin yasalaştırmaya çalıştığı yargı reformlarını protesto etmek için yedekteki hizmetlerinin askıya aldığını duyurdu. Bu da şu anlama geliyor; bunlar askeri eğitim almayacaklar, bu da onların hedeflerini tam anlamıyla vuramamalarını beraberinde getirecek. Bu hedef gerek Gazze'deki bir bina, ya da sokaktaki bir araba veya Cenin'de bir ev... 

Yargı darbesine karşı çıkan halk örgütlü ve hedefi belli bir şekilde ayaklandı, sokakları ve Ben Gurion Havalimanı'nı kapattı, trenlerin çalışmasını engelledi. 

İsrail demokrasisinin en önemli kalelerini savunmak için başlayan bu ayaklanmanın çok önemli olduğuna dair hiç şüphe yok. Ancak bu demokrasi, zıtlıkları içinde barındırıyor. Bir yandan işgali meşrulaştırırken bir yandan da yurttaşlarının ifade özgürlüğü ve onurlu yaşama hakkını güvence altına alıyor. Başkalarının topraklarının zorla ilhakına izin veren ama aynı zamanda bu ilhaka karşı gösterilere ve bir kanunun makul olup olmadığına yargıçların karar verdiği bir dava açmaya izin veren çarpık bir demokrasi.

Binlerce kişinin İsrail sokaklarında güçlü bir şekilde gösteri yaptığını gördüğümüzde, işgale ve işgalin Filistin halkının başına getirdiği felaketlere neden sessiz kaldıkları konusunda soru işaretleri oluşuyor. Bu göstericiler son yıllarda Batı Şeria'da yüzden fazla yerleşim yeri inşa eden ve ilhak politikasını onaylayan hükümetler karşısında neredeler? Golan tepelerinin ilhakına neden sessizler, hatta neden onaylıyorlar? Filistin topraklarında yeni Yahudi yerleşimler inşa etmeyi demokrasiye karşı bir tezat olarak görmüyorlar mı? Filistin halkının, birçok uluslararası kararda şart koşulduğu ve dünyanın geri kalan halkları gibi kendi anavatanlarında özgürlüğü ve kendi kaderini tayin hakkını hak ettiğini görmüyorlar mı? (Suheyl Kivan / Kuds El Arabi Gazetesi)

*Metinler Kısaltılarak Çevrilmiştir.