Arap basınında geçen hafta: 'Suriye saldırısını IŞİD mi yaptı ABD mi?'

Geçtiğimiz günlerde Suriye ordusuna yönelik saldırının arkasında gerçekten IŞİD varsa, örgüt neden bölgede kendisini hedef alan, liderlerine suikastlar düzenleyen ABD'ye karşı saldırılar düzenlemiyor?

Abone ol

Geçtiğimiz hafta Suriye’nin Deyr Ez Zor kentinde Suriye ordusuna ait bir otobüse yapılan ve 26 Suriye askerinin hayatını kaybettiği saldırı en dikkat çekici gelişmelerden biri oldu. Uzun süredir askeri hareketliliğin yaşanmadığı Suriye sahasının son dönemlerde ısınabileceğine dair haberler Arap gazetelerinde yer alıyordu.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) Suriye ordusuna ait otobüse yapılan saldırıyı IŞİD’in yaptığını açıklasa da Suriye ve İran’a yakın medya organlarında bu saldırının arkasında ABD’nin olduğuna dair haberler yer aldı. Peki ABD son dönemde neden böyle bir saldırıya ihtiyaç duydu ve Suriye yönetimine nasıl bir mesaj vermek istedi?

Son günlerde Arap medyasını çokça meşgul eden bir diğer konu ise İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşme çabaları oldu. Bazı yorumlara göre Suud İsrail ile normalleşmeden yana ancak bunun karşısında nasıl kazanımlar elde edeceği ve nasıl bir bedel ödeneceği meselenin temel tıkanma noktasını oluşturuyor. 

Temmuz ayında Nijer’de meydana gelen askeri darbe, bu aralar Arap medyasının birinci gündem başlıklarından biri. Önde gelen gazetelerde yer alan yorumlarda, son zamanlarda Bati Afrika’da yaşanan gelişmeler Fransa’nın nüfuzunun giderek gerildiğine işaret ediliyor. 

İsrail'de Başbakan Benjamin Netenyahu hükümetinin yasalaştırmakta ısrar ettiği ve İsrail toplumunda büyük bir kutuplaşmaya yol açan yargı reformu, ülkenin bölünmesi çağrılarını tetikledi. Bazı aktivistler, ülkenin dini ve laik olarak ikiye bölünmesini savunuyor ve haberlere göre bu fikir son günlerde çok fazla destek görüyor.

'Suriye saldırısını IŞİD mi yaptı ABD mi?'

“Fırat'ın doğusundaki sınır bölgelerinde Suriye ordusuna ait bir askeri otobüsü hedef alan ve içindeki 26 askerin ölümüne yol açan saldırı, ABD güçlerinin planlaması ve onayı olmadan gerçekleşemezdi. Bu saldırıyı IŞİD'e bağlamak ise sadece kamufle etmek ve saldırıyı kimin yaptığı konusunda gerçeği gizlemektir. Zira, bu saldırının arkasında gerçekten IŞİD varsa, bu örgüt neden bölgede kendisini hedef alan ve liderlerine suikastlar düzenleyen ABD'ye ve onun üstlerine karşı bu şekilde saldırılar düzenlemiyor?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 13 yılı aşkın süredir (Daha doğrusu Kuveyt'in işgalinden bu yana) Irak'a karşı uyguladığının bir benzeri olan açlık politikasını şimdi Suriye devleti ve halkına karşı uyguluyor. Bu planın amacı kapsamlı bir işgal için Suriye devletini içeriden baltalamak ve Suriye halkını 'ne biçimde olursa olsun bu durumda kurtuluş yolu aramaya' itmektir. 

Elimizdeki bilgilere göre, ABD yönetimi Fırat'ın doğusunda kendi işgaline sadık olan bazı Arap aşiretlerden yeni milis güçleri oluşturarak Suriye ordusuna yönelik saldırılarını artırmayı hedefliyor. Böylece, oradaki işgali güçlendirerek bölgedeki doğal kaynaklar ile üretim alanları üzerindeki kontrolünü daha da sıkılaştırmayı planlıyor. 

Bazı kesimlere göre, ABD'nin Suriye askerlerine yönelik bu saldırısı, ABD yönetiminin bir uyarısı niteliğinde. Bu uyarının nedeni de, Suriye ordusunun İran, Lübnan ve Irak'taki müttefikleriyle koordineli bir şekilde Suriye'deki ABD kuvvetlerine ve SDG milislerine karşı saldırı hazırlığında olduğuna dair haberlerdir. Belki, İran'ın Kudüs Gücü birliğinin komutanı General İsmail Kaani'nin bölgeye yaptığı son ziyaret de bunu doğruluyor. Ancak bu ABD güçlerine yönelik bu planın uygulamaya konması ise Rusya'nın hava gücüne ihtiyaç duyuyor." (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm gazetesi başyazarı)

'Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesinde son durum'

“Geçtiğimiz haftalarda, Suudi Arabistan-İsrail ilişkilerinin ABD himayesinde normalleştirilmesi konusunda bir anlaşmaya varılması olasılığı yeniden gündeme geldi. Halbuki geçtiğimiz kısa zaman içinde Washington ve Riyad arasındaki ilişkiler, Riyad'ın Moskova ve Pekin'le birçok alanda yakınlaşmasının ardından gerginlik yaşamıştı. Bu da gerçekte ne olup bittiği hususunda birçok soru işaretini beraberinde getirmişti.

Resmi açıklamalara bakınca, Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkilerinin normalleşmesi için Filisitin sorununun çözülmesini birincil şart olarak öne sürüyor. Suudi dışişleri bakanı bunu geçtiğimiz haftalarda ABD'li mevkidaşının bölgeye yaptığı ziyarette de dile getirmişti. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen ise birkaç gün önce Suud-İsrail normalleşmesinin 'gerçek bölgesel uyumun' önünü açabileceğini belirterek, Suudi Arabistan'ın iki taraf arasında arabulucu olan ABD'ye uzlaşma için bazı taleplerde bulundu. Bu taleplerin başında da 'İran saldırganlığı karşısında' güvenliğinin korunması geliyor.

Mevcut Suudi yönetiminin bazı hassas konulara yaklaşırken gösterdiği cüret, bu türden büyük bir adım atmaktan korkmadığını gösteriyor. Ancak bu, karşılığını almadan da olmayacak. Özellikle de son günlerde büyük aktörler arasında manevra yapma kabiliyetine sahip olduğunu göstermişti ve kendisini Arap ve İslam dünyasına önderlik etmeye kadir olduğu şeklinde sunmaya çalışıyor.” (Mahir El Hatip / Lübnan El Neşra Gazetesi)

'Nijer'de geri dönüş olmayacak'

"Nijer'deki darbeciler, dünyanın dikkatini Batı Afrika'nın uçsuz bucaksız ülkelerine çekmeyi başardılar ki, bu 'yoksul' ülkede geçen ayın 26'sından (Temmuz) bu yana yaşanan gelişmeler, Ukrayna'daki savaş haberlerine ve Tayvan Boğazı ile ilgili gelişmelere gölge düşürdü. Nijer'deki darbe, Cumhurbaşkanlığı Muhafızları'nın Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum'a isyan etmesi ve onu tutuklayıp güvenlikli bir yere götürmeden, sadece cumhurbaşkanlığı sarayından çıkmasını engellemesiyle başladı. Silahlı kuvvetlerin ise bu konudaki tutumunu öğrenmek için bütün beklendi ve en sonunda diğer ordu birimleri duruşunu açıklamadan hava kuvvetleri isyancıları desteklediğini ilan etti. 

Fransa, aşırılık yanlısı cihatçı grupların Sahel bölgesindeki terörist faaliyetlerini, uzun süredir bu ülkedeki güvenlik ve kültürel varlığını sürdürmek için bir bahane olarak gördü. Dolayısıyla herhangi bir diğer ülkenin himayesine girmeden, Fransa ile yapılan anlaşmaları askıya aldığını açıklayan darbenin ardından Fransız yönetici çevresi şoka girdi. 

Önümüzdeki aylarda gelişmeler ne yönde ilerlerse ilerlesin, bu ülkedeki Fransız varlığının gerileyeceği oldukça açık. Başkan Bazoum iktidara geri dönse bile durum değişmeyecek ki, Bazoum'un dönüşü neredeyse imkânsız. Zira kamuoyunda ve askeri teşkilatta Fransız varlığını sona erdirme ve ikinci bir bağımsızlığı elde etme eğilimine karşı durması imkânsız." (Mahmud El Rimavi / El Arabi El Cedid Gazetesi)

'İsrail'de bölünme çağrıları giderek yayılıyor'

"İsrail'de  muhalefetin 'yasal darbe' olarak nitelendirdiği ve sağcı hükümetin uygulamaya koyduğu yargı değişikliklerinin krizi zemininde bir dizi iç kutuplaşmanın sürdüğü  son dönemlerde, İsrail'i laik ve dindar olarak bölme çağrıları ortaya çıktı. 

Bu bölünme planını yaymaya çalışanlardan biri, Givatayim yerleşim yerinde yaşayan, İç Askeri Komuta Okulu mezunu ve Paraşütçü Kolordusu'nda subay olan, aynı zamanda da muhalefetteki 'Gelecek Var' partisi aktivisti Nitzan Amit'dir. Bu kişi ayrıca, Yahudiler arasında rızaya dayalı bir ayrılığı birkaç adımda formüle eden 'Ayrılık Hareketi'nin de kurucusudur. 

Amit, 'İsrail Devleti'nin uçuruma doğru gittiği' kanaatine vardığını ve bugün İsrail toplumunda yaşananların tam bir kopuş hali olduğunu söylüyor. Amit'e göre çözüm ise İsrail'in iki devlete ayrılmasıyla sağlanır. Buna göre biri din ve devlet işlerinin ayrıldığı liberal devlet, diğeri de dini devlet. 

Bu fikrin destekçileri, bunun çeşitli dini renkleri ve farklı ideolojik referansları olan İsrail halkına, diğer kesimden korkmadan kendi yaşam tarzını koruma fırsatı verdiğine inanıyor.

Bölünme çağrısı yapan bu ayrılıkçı hareketin programının kamuoyundan aldığı tepkiler oldukça dikkat çekici. Harekete göre sosyal medya hesaplarında programına yönelik ilgide çılgınca bir sıçrama var ve bu programı duyan Yahudiler'in programı desteklediği iddia ediliyor." (Adnan Abu Amer / Arabicpost.com)