Arap basınında geçen hafta: 'Türkiye’deki seçimler uluslararası çekişmeye döndü'
"Rusya, İran ve Çin Erdoğan'ı desteklerken, ABD ve Batı onun karşısında duruyor. Ancak birçok Arap ve Körfez devleti bu konuda gri alanda durmayı tercih ediyor."
Arap dünyasında bu hafta özellikle diplomasi alanında baş döndürücü olarak nitelendirilen gelişmeler yaşandı. Moskova’da Suriye’yle ilgili dört ülkenin (Rusya, Türkiye, Suriye, İran) dışişleri bakan yardımcılarının zirvesi beklenirken Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın Moskova ziyareti ve Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesi zirveyi gölgede bıraktı. Suriye Cumhurbaşkanı Esad pazar günü ise Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret etti ve resmi törenle karşılandı. Bu iki ziyaret, bölge ülkelerinin Suriye ile normalleşme konusunda birbirleriyle yarıştıkları şeklinde yorumları beraberinde getirdi.
Geçtiğimiz hafta Ortadoğu dengelerinde bir diğer önemli dış ziyaret ise, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Mısır ziyareti oldu. Diğer yandan Mısır’ın Şarm El Şeyh kenti Filistin’le ilgili yeni bir güvenlik zirvesine ev sahipliği yaptı.
Moskova’da yapılan dörtlü zirve ve Esad’ın Putin ile görüşmesi bazı Arap gazetelerinde Suriye’den çok Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçimlerle ilgili yorumlarla ön plana çıktı. Birçok yoruma göre, Rusya ve İran bir an önce Erdoğan – Esad görüşmesinin gerçekleşmesini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sürecinde mültecilerin geri dönüşü konusunda elini güçlendirmek istiyor. Bu konuda dikkat çekici olan husus, bu yöndeki yorumların özellikle İran ve Suriye çizgisine yakın gazetelerde çıkması.
İsrail’in Filistinlilere yönelik devam eden baskınları ve Filistin topraklarında tırmanan gerilim bu hafta Arap dünyasının bir diğer önemli gündem başlığıydı. Özellikle Cenin kentinde 4 Filistinlinin öldürülmesinden sonra tansiyonun daha da yükseleceği konuşuluyor. İsrail’de devam eden hükümet karşıtı protestolar, İsrailli yetkililerin İsrail’in içinde devam eden krize dair endişeli açıklamaları ve Irak’a yönelik savaşın yıl dönümü, bu hafta Arap gazetelerinde dikkat çeken gündem başlıkları arasındaydı.
'MOSKOVA’DAKİ ZİRVE ERDOĞAN’IN GELECEĞİNİ İLGİLENDİRİYOR'
Moskova'da Rusya ve Suriye devlet başkanları arasında gerçekleştirilen zirvede en olması gerekip de olmayan kişi Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır. Çünkü bu zirvenin sonuçları kendisi ve partisinin iktidarda kalmasında veya iktidarı kaybetmesinde belirleyici olabilir. Bu yüzden Erdoğan'ın Rusya lideri Putin'den üçlü zirveyle ilgili ve Putin'in arabuluculuğunda kendisiyle Esad arasında seçimlerden önce bir görüşmenin olacağını müjdeleyecek bir telefon beklediği ihtimalini uzak görmüyoruz.
Türkiye ve Suriye'nin müttefiki olan Rusya ve İran önümüzdeki seçimlerde Erdoğan ve partisinin kazanmasını istiyor. Hatta Rusya'nın bu girişimleri üzerinden bunun için çalışıyorlar. Zira bu durum ABD'nin bölgedeki hâkimiyetini büyük oranda bitirecek ve onlara göre ABD ve Batı'nın müttefiki olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderliğindeki Altılı Masa'nın da önünü kesecek.
Suriyeli bir kaynağın verdiği bilgilere göre, Rusya lideri Putin ve İran Cumhurbaşkanı Reisi, Suriye Cumhurbaşkanıyla Moskova'da veya Soçi'de Putin'in arabuluculuğunda masaya oturmaya şiddetle karşı çıktı. Çünkü Erdoğan, Suriye'nin bütün taleplerini ve de özellikle de kuzeybatı Suriye'den çekilmeyi kabul etti ancak bunun uygulanmasını seçimleri kazandıktan sonraya bırakmak istedi. Suriye'nin cevabı ise bu konuda oldukça netti; 'o zaman hiçbir konuda anlaşmadan seçimleri beklememiz gerekiyor'. (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm Gazetesi)
'TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMLER ULUSLARARASI ÇEKİŞMEYE DÖNDÜ'
Rusya ve İran, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 14 Mayıs'ta yapılması planlanan seçimlerde üçüncü cumhurbaşkanlığı dönemini kazanma kampanyasını desteklemek için zamana karşı yarışıyor. Rusya ve İran'ın bu aciliyeti çok açık. Özellikle de Türkiye Suriye arasındaki görüşmelerin geçtiğimiz Çarşamba günü Moskova'da yapılmasına dair uzlaşma, Kemal Kılıçdaroğlu'nun muhalefetin ortak adayı olacağı ve seçim takvimini açıklamasından sonra geldi.
Aralık'ta Moskova'da yapılan 'güvenlik' zirvesinin ardından, bir sonraki zirvenin dışişleri bakanları düzeyinde olması bekleniyordu. Ancak İran'ın sürece dahil olması ve bir önceki zirvenin dışında tutulmasıyla alakalı dostane protestosu durumu değiştirdi ve zirvenin gerçekleşmesini biraz geciktirdi. Ardından İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emirabdullahiyan önce Şam'ı sonra da Ankara'yı ziyaret etti ve böylece İran'ın da sürece dahil olduğu açıklandı. Ancak söz konusu sürecin yavaş ilerlemesinin tek nedeni bu değil. Suriye Cumhurbaşkanı Esad, uzlaşmanın devamı için Türk güçlerinin Suriye'den çekilmesini, İdlib'te ve Türkiye'nin kontrolündeki bölgelerdeki terör gruplarına desteğin kesilmesini şart koştu. Moskova'daki zirvede Türk tarafı bu konuyla ilgili gerek seçimler öncesi gerekse de seçimlerden sonrası için herhangi bir yol haritası vaadinde bulunmadı.
Belki de dört ülke yakında yeniden bir araya gelebilir. Ancak sürecin Cumhurbaşkanları Recep Tayyip Erdoğan ve Beşar Esad arasındaki bir görüşmeye doğru evrilmesi şu an pek mümkün görünmüyor. Bu görüşme ancak, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinden çekileceğini açıklaması veya Rusya ile İran'ın Şam'a bu görüşme için baskı kurmasıyla gerçekleşebilir. Her halükârda Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri bölgesel ve uluslararası alanda bir çekişmeye dönüşmüş durumda. Rusya, İran ve Çin Erdoğan'ı desteklerken, ABD ve Batı onun karşısında duruyor. Ancak birçok Arap ve Körfez devleti bu konuda gri alanda durmayı tercih ediyor." (Muhammed Nureddin / Lübnan El Akhbar Gazetesi)
'CENİN KATLİAMI VE İSRAİL'İN GERİLİMİ TIRMANDIRMA POLİTİKASI'
Batı Şeria'daki Cenin kenti ve oradaki Filistin mülteci kamplarına düzenlenen baskında aralarında biri çocuk olmak üzere 4 Filistinli hayatını kaybetti ve 23 kişi de yaralandı. Bu baskın, İşgalci İsrail güçlerinin sene başından beri aralıksız devam ettirdiği gerilimi tırmandırma siyasetinin bir parçası olarak geldi. Bu saldırılarda şu ana kadar 16'sı çocuk olmak üzere en az 88 kişi hayatını kaybetti.
Cenin'deki son katliam devletin sistematik terörünün bir devamından başka bir şey değildir. Filistin halkına yönelik farklı silahlar ve farklı şekillerle yürütülen açık savaşın bir parçasıdır sadece. Ayrıca Siyonist işgalcinin kara siciline yazılacak başka bir katliamdır.
İşgal altındaki Filistin topraklarındaki her katliamın ahlaki sorumluluğu, İsrail'in katliamlarını durdurma konusunda çifte standart uygulayan ve her alanda başarısız olan uluslararası hukuktadır. Bu durum, faşist işgal devletini Filistin halkına yönelik katliamlar için daha da cesaretlendirmektedir.
Her gün sistematik bir şekilde tırmandırılan gerilim, bölgede olayların patlak vermesine ve şiddet ile kaos sarmalına geri dönülmesine yönelik işgalci tarafın rağbetini bir kez daha göstermektedir. Ancak bu eğilim, gerek İsrail gerekse de uluslararası barış ve güvenlik açısından da vahim sonuçlar doğuracaktır. (Katar El Şark Gazetesi)
'İSRAİL UÇURUMA DOĞRU YUVARLANIYOR'
İşgalci devlet tarihinin en dramatik günlerini yaşıyor, kalabalıklar otoyolları kapatıyor, cumhurbaşkanı yakın bir felakete karşı uyarıda bulunuyor ve Mecdu'nun göbeğine benzeri görülmemiş bir fedai saldırısı düzenleniyor. Daha önce görülmemiş bir şekilde ülke giderek kendini dünyadan izole hissediyor ve hükümet krizin ülkeyi bir başka uçuruma sürüklemesini engelleyecek şekilde bitirmekte zorlanıyor.
Her cumartesi akşamı (art arda onuncu Cumartesi oldu) yüz binlerce olmasa da on binlerce İsrailli göstericinin devletin yakın zamanda yıkılacağı konusunda uyarı yapmak için haykırdığını görmek olağan hale geldi. İçerideki olaylar tehlikeli bir şekilde devam ederken, kriz giderek daha da genişliyor ve İsrailliler ‘in 'kırmızı çizgi' olarak gördüğü işgal ordusunu etkiliyor. Zira onlarca pilot ve subay, artık askeri görevlerde yer almayacaklarını açıklamaya başladı. Kriz, üst düzey güvenlik görevlilerinin, ekonomistlerin ve işadamlarının, devletin kaçınılmaz bir felakete doğru gittiğine dair uyarılarına kadar varmış durumda.
Cereyan eden bütün gelişmeler, işgalci devlet içerisinde her geçen gün olayların baş döndürücü bir hızla biriktiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde teyit etmektedir. Bu da devletin içinden geçmekte olduğu anayasal, güvenlik, ekonomik ve her şeyden önce toplumsal krizin ister istemez derinleşmesine yol açacaktır. Artık İsrail'de kardeş savaşının yolda olduğu ve krizin geri dönülmeyecek bir noktaya ulaştığı düşüncesi hâkim. (Adnan Ebu Amer / Felesteen Gazetesi)
'IRAK’IN İŞGALİNDEN SONRA KİMSE GÜNYÜZÜ GÖRMEDİ'
Yirmi yıl önce bugün, 19 Mart 2003'te, George W. Bush ve Dick Cheney, Irak'a ve halkına karşı acımasız savaşlarını başlattılar. Aslında bu adımın etkisi sadece Irak'la sınırlı kalmamış ve bölgenin kaderini olabildiğince en kötü olana doğru gidecek şekilde değiştirmiştir. ABD, her zaman olduğu gibi, yaptığı şeyin tam aksine işaret eden isimlendirme politikası uyarınca, yıkıcı sömürgeci işgaline 'Irak'a Özgürlük Operasyonu' adını verdi. Ancak Irak, özgür olmaya olabildiğince çok uzakta.
Bu savaşın sonucunda bir milyondan fazla Iraklı gerek doğrudan öldürülerek gerek sağlık sorunlarından dolayı gerekse de güvenlik politikalarından kaynaklı hayatını kaybetti. 5 milyondan fazla Iraklı ise dışarıda göçmen durumuna düştü. İç göç bunların dışında tabi.
Irak Savaşı, 2003'ten bu yana bölgenin gidişatının belirlenmesinde büyük bir yol ayrımı niteliğinde oldu. Zira Arap dünyasındaki hiçbir vatandaş bu tarihten sonra en ufak bir hayır görmedi. Iraklı kardeşlerimizin büyük bedeller ödedikleri bu deneyim, Arap insanının özgürleşmesinde Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerine güvenmenin imkânsızlığını gösterdi." (Alaeddin Ebu Zeyna / Ürdün El Ghad Gazetesi)