Arap dünyasında geçen hafta: Demir Leydi Erdoğan’a meydan okuyor
Eski İçişleri Bakanı Meral Akşener başkanlığında kurulan “İYİ Parti” Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip eden Arap basınında geniş yer buldu. Arap basınında Akşener’le ilgili Time dergisinin yaptığı benzetme ön plana çıkarken, Akşener’le ilgili “Erdoğan’a meydan okuyan güçlü bir isim” yorumları yapıldı.
DUVAR - Arap dünyasında IKBY’nin 25 Eylül’de gerçekleştirdiği referandum sonucunda yaşanan gelişmeler birinci gündem maddesi olarak tartışılmaya devam ediyor. Bu çerçevede, Barzani yönetiminin referandumu dondurma kararı ve Erbil ile Bağdat arasında varılan ateşkes haftanın önemli gündem başlıkları oldu.
Arap basınında son gelişmeler ışığında Mesud Barzani’nin görevine devam edip etmeyeceği de sıkça dile getirilen konular arasında.
Suudi Krallığı veliahdı Prens Muhammed Bin Selman’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı “ılımlı İslam’a döneceğiz” çıkışı Arap dünyasında çok tartışılan başka bir konu oldu. 2030 yılına kadar Suudi Arabistan’a farklı bir yüz kazandırma iddiası taşıyan Bin Selman, geçtiğimiz günlerde Suudi kadınlara araba kullanma serbestisi getiren kararın arkasında olan isim. Muhammed Bin Selman, Arap basınında genel olarak, babası Kral Selman Bin Abdulaziz’in yönetimi devralmasından bu yana iktidara hazırlanan isim olarak yer alıyor.
Meral Akşener başkanlığında kurulan İyi Parti, bu hafta Arap basınında Türkiye’yle ilgili yer alan haberlerin başında yer aldı. Arap Basını da konuyla ilgili haberleri için, Akşener için Time dergisinin daha önce kullandığı “Demir Leydi” nitelendirmesini seçti.
SUUDİ ARABİSTAN 'ILIMLI İSLAM'A DÖNECEK Mİ?
Mısır El Bedil Gazetesi, Suudi Arabistan’da Kral Selman Bin Andülaziz’in oğlu Veliaht Muhammed Bin Selman’ın “ılımlı İslam’a döneceğiz” şeklindeki açıklamalarını değerlendirdi. Söz konusu değişimin ne kadar mümkün olduğunun sorgulandığı yazıda, Bin Selman’ın söz konusu çıkışıyla çelişen başka açıklamalarına da yer verildi:
“Hiçbir devlet, Suudi Arabistan gibi Vahhabilik’le özdeşleştirilmedi ve hiçbir devletin adı bu ideolojiyle beraber Suudi Arabistan gibi anılmadı. İngiliz istihbarat teşkilatı tarafından üretilen bu ideoloji, Suudi Arabistan’da dinsellik açısından esastır.
Suudi Arabistan’ın radikallik konusundaki itirafını ilkesel olarak olumlu karşılıyoruz ancak her değişimin gerçekleşmesi için kendine has dinamikleri vardır. Ve her değişimin arkasında belirli dinamikler yatmaktadır. Dolayısıyla eğer kuruluşundan itibaren Vahhabilik ideolojisinin arkasında İngiliz istihbarat servisi varsa, bu yeni değişim hamlesinin arkasında Amerika Birleşik Devletleri mi var? Özellikle de Muhammed Bin Selman’ın radikalizmin yıkılacağı yönündeki açıklamasının ABD’nin Riyad’a yönelik aşırıcılık ve terörizme destek eleştirilerinden sonra geldiğini hesaba katarsak. Nitekim ABD daha önce bu çerçevede Suudi Arabistan aleyhinde Casta kanununu çıkardı.
Şimdi asıl soru, Muhammed Bin Selman’ın bu açıklaması, gerçek bir değişim rağbetinden mi kaynaklanıyor, yoksa bu işin arkasında, müttefikinin davranışlarından utanan ABD’nin rahatsızlığı mı var?
Görünen o ki ABD gazeteleri Muhammed Bin Selman’ın açıklamalarını pek inandırıcı bulmadı. Washington Post gazetesi, Muhammed Bin Selman’ın bu açıklamalarının herkes tarafından inandırıcı bulunmadığına işaret ederek, şüpheyle yaklaşanların bazılarının bunu aldatmacanın pazarlanması olarak gördüğünü yazdı. Gazeteye göre bazı şüpheliler de ılımlı İslam’ın Suudi Arabistan’da nasıl mümkün olduğunu sorguladığını ifade etti.
Muhammed Bin Selman’ın herkese açık ılımlı İslam’dan ne kastettiği halen netleşmiş değil. Zira Bin Selman başka bir konuşmasında İran’a karşı düşmanca bir üslup kullanarak, Suudi Arabistan’daki aşırılıkçılığın İran’daki İslam Devrimi’ne karşı bir tepki olarak doğduğunu iddia etti. Bu açıklama da birçok yorumcu tarafından garip karşılandı. Çünkü Suudi Arabistan 1932 yılında kuruldu, İslam Devrimi ise 1979 yılında gerçekleşti. Dolayısıyla Veliaht’ın bu açıklamaları tarihsel bir gerçeklikten yoksundur. Ve Tahran’da siyasi rejim, seçim sistemi, sosyal, ekonomik ve sanayi alanındaki gelişmeler, dışarıya ve kendi fikrine kapalı bir “krallık” olan Suudi Arabistan’da daha üstün olduğunu göstermektedir.”
'BARZANİ İSTİFA EDERSE!'
Middle East Online haber sitesinde Faruk Yusuf imzalı yazıda, Barzani’nin istifası tartışmalarına yer verildi. Yazara göre, Kürtleri bağımsızlığa götürme yolunda başarısız olan Mesud Barzani, istifa etmesi durumunda tarihe geçecek ve unutulmaz bir lider konumuna ulaşacak:
“Mesud Barzani Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi başkanlığından istifa ederse, Arap dünyasında görevinde başarısız olduğu için istifa eden ilk lider olarak tarihe adını yazdırmış olacak. Böylesine bir adım, Barzani’ye demokrasiye inanan siyasetçi niteliğini kazandırmasının yanı sıra, Kürtleri de ‘ebedi liderlik’ anlayışından da kurtarmış olacak.
İşte o zaman Kürtler’e Barzani’yi simgesel ulusal kahramanları arasına koyma hakkı doğmuş olacak. Zira Barzani, kendi halkının geleceği için kendi geleceğinden vazgeçmiş olacak.
Şunu söyleyebiliriz ki Mesud Barzani, Kürtlerin hayalini gerçekliğe taşımaya çalıştı ancak bunda başarılı olamadı. İşte Barzani bundan sonra istifa ederse, yaşamış olduğu hezimeti bir zafere dönüştürmüş olacak. Böylece bütün Kürtlerin ona gururla bakmaları mümkün olacak.
Yani Barzani, yönetimden ayrılmakla tarihsel açıdan liderliğini pekiştirmiş olacak. Nitekim yönetimde kalmaya ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanlığını sürdürme konusunda ısrar ederse, bütün dünyaya Kürtleri başarısız bir halk olarak lanse etmiş olacak.”
'DEVLETİN BİRLİĞİ VE ULUSLARIN KADERİNİ TAYİN HAKKI'
Suudi Şark’ül Awsat gazetesi yazarlarından Ahmed Mahmud Acac, son aylarda sıkça tartışılan “ulusların kaderini tayin hakkı”nı Kuzey Irak ve Katalonya referandumları özelinde ele aldığı makalesinde, bu referandumlar sonucu bağımsızlığın kazanılmamasının nedenlerini irdeledi:
“Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin tecrübesi, Irak ordusunun ihtilaflı bölgelere girmesi ve bazı Kürt yöneticiler hakkında orduya hakaret ve ülkenin birliğini parçalama suçlaması yöneltilmesiyle son buldu. Katalonya’nın bağımsızlığı da, İspanya merkezi hükümetine Katalan parlamentosunu feshetme, seçimlerin yenilenmesi için çağrı yapma ve özerk bölgenin yönetimini devralma yetkisi veren anayasanın 155’inci maddesinin işletilmesiyle bitti. Her iki durumda da “ülkenin birliği” ilkesi “ulusların kaderini tayin hakkı” ilkesi karşısında galip geldi.
Birleşmiş Milletler tüzüğü, her iki tarafa da yasallık gücünü vermektedir. Devletin birliği ve egemenliği tüzüğün ikinci maddesinde garanti altına alınmıştır. Ulusların kaderini tayin hakkı da BM tüzüğünün ayrılmaz bir parçası konumundaki giriş bölümünde garanti altına alınmıştır. Dolayısıyla her iki tarafın yasal dayanağı vardır. Bu yüzden ‘kendi geleceğini tayin hakkını’ talep edenler ancak maddi güç ve uygun siyasi koşullar aracılığıyla istedikleri sonucu elde edebilirler.
Kürdistan Bölgesel yönetimi açısından maddi güç yeterliydi ancak siyasi koşullar bunu için elverişli değildi. İşte bu yüzden Kürdistan bölgesel yönetimi bağımsızlığı elde etme hususunda başarısız oldu. Aynı şekilde Katalonya da uygun maddi koşullara sahip olmasına rağmen bağımsızlığı kazanmakta başarılı olamadı.
'BAĞIMSIZLIK İÇİN İKİ ŞART'
Buna bağlı olarak, Katalonya ve Kürdistan’da bağımsızlık için bölgesel ve uluslararası uygun siyasi koşullar ve maddi güce hukuksal yasallıktan daha fazla ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. Irak’ta Kürtleri destekleyen ABD, bağımsızlığı destekleme konusunda bazı tehlikeler gördü. Kürdistan bağımsızlığını desteklemek ABD’nin Irak’ta gelecekteki bazı projelerin önünün kesilmesine neden olabilirdi. Ve yine başka müttefikleriyle olan ilişkisini de etkilerdi. Örneğin Kürdistan referandumu, Türkiye ve İran arasında yakınlaşma olmasına neden oldu.
Aynı şekilde Kürtlerle tarihi ilişkilere sahip olan Rusya da çıkarını tarafsız durmakta gördü ve taraflara itidal çağrısı yapmakla yetindi. İşte bu koşullar altında, ABD-Rus tarafsızlığı ışığında ve bölgesel güçler tarafından desteklenen Irak merkezi hükümetinin askeri gücü karşısında dayanabilmek mümkün değildi. Hatta meydan okumaya devam etmesinin bile imkanı kalmadı. Çünkü bu durum, daha önce görülmemiş yetkilerle verilen özerklik dahil, kazanımlarını kaybetmelerinin yolunu açardı.”
'RAKKA’DAN SONRA HEDEF HİZBULLAH MI?'
Rai al Youm gazetesi başyazarı Abdulbari Atwan, Amerikan başkanı Donald Trump’ın 30 yıl önce Beyrut’ta konuşlu ABD deniz piyadelerine yönelik gerçekleştirilen ve 241 Amerikan askerinin ölümüyle sonuçlanan intihar saldırısının yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamaları ve bu olayla ilgili anma törenlerini, Hizbullah’a yönelik bir savaşın işaretleri olarak yorumladı.
Lübnan iç savaşını sonlandırmak için bölgeye giden uluslararası askeri gücün bir parçası olan ABD deniz piyadelerine yönelik bu saldırının Hizbullah tarafından yapıldığına inanılıyor.
İsrail Savunma Bakanı Liberman’ın, geçtiğimiz hafta Golan Tepeleri’ne iki füze atılması emrinin bizzat Hizbullah Genele Sekreteri Hasan Nasrallah tarafından verildiği yönündeki açıklamaları da Atwan’ın bu düşüncesini destekleyen başka bir gelime oldu:
“IŞİD’in başkenti Rakka’nın yaklaşık 900 Amerikan deniz piyadesinin ve Amerikan savaş uçaklarının desteğiyle Suriye Demokratik Güçleri tarafından ele geçirilmesinin ardından, ABD İran’ın rejimini değiştirme hedefiyle bu ülkeye ve onun bölgedeki vurucu bir başka gücüne yönelik savaşların en tehlikelisi ve en önemlisi için hazırlıklara başladı.
Birçok gelişme bu duruma işaret ediyor. Bunların başında, 1983 yılında Amerikan deniz piyadelerine yönelik saldırının yıl dönümünde yapılan açıklamalar ve anmalardır.
Aynı şekilde İsrail Savunma Bakanı Avigdor Liberman’ın, geçtiğimiz hafta Cumartesi günü işgal altından bulunan Golan Tepeleri ’ne yönelik atılan iki füzeyle ilgili Hasan Nasrallah’ı şahsen hedef alması da başka bir gelişme oldu. Zira Liberman, bu olayın kasıtlı gerçekleştirildiğini ve Suriye’deki iç savaşla ilgili olmadığını belirtti.
ABD ve İsrail’in böylesine bir savaşı kazanması kolay olmayacak.
ABD ve İsrail’in bu senaryosunu ve Lübnan’da nasıl uygulamaya konulacağını iyi izleyin. Bir savaş geliyor. Bunun aksini iddia edenler de Amerika’nın yakın tarihini bilmiyor. Ve Trump’ın İsrail projelerine kendini eski başkan Bush’tan daha fazla bıraktığına ikna olmuyor. İlerleyen günlerde göreceğiz.”
'DEMİR LEYDİ ERDOĞAN’A MEYDAN OKUYOR'
Eski İçişleri Bakanı Meral Akşener başkanlığında kurulan “İYİ Parti” Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip eden Arap basınında geniş yer buldu. Arap basınında Akşener’le ilgili Time dergisinin yaptığı benzetme ön plana çıkarken, Akşener’le ilgili “Erdoğan’a meydan okuyan güçlü bir isim” yorumları yapıldı.
Mısır El Ahram gazetesi, “Demir Leydi İYİ Parti ile Erdoğan’a meydan okuyor” ifadelerini kullandı. Gazete başka bir haberinde de “Türkiye’nin Demir Leydi’si Meral Akşener, Bozkurtlarla ittifak yaparak İyi Parti ile Erdoğan’a medyan okudu” yorumunu yaptı.
Albawaba News adlı haber sitesi de, İYİ Parti’yi değil Akşener’i ön plana çıkararak, Demir Leydi nitelendirmesini kullandı. Haber sitesi Akşener için“Erdoğan’a karşı yarışacak olan Demir Leydi” ifadelerini kullandı. Yine Akşener için “Türkiye’de milliyetçi hareketin en önemli şahsiyetlerinden biri” ifadesi de dikkat çekti.
Mısır’da yayın yapan Elbelad News adlı haber sitesi ise, “Demir Leydi Akşener, Erdoğan’ın tahtını tehdit ediyor. Yorumculara göre, bu yeni parti Erdoğan için güneşin batması ve onun keyfi politikalarına karşı bir haykırıştır. Partinin 2019 seçimlerini alması bekleniyor.” şeklinde yazdı.