Arap dünyasında geçen hafta: Hedef prenslerin mal varlığı mı?
Barzani’nin “Dağlarımızdan başka kimse bizim arkamızda durmadı” açıklaması Arap basınında geniş yer buldu. Hafta sonunda Suudi Arabistan'da yaşanan gelişmeler ise 'Kürt düğümü' tartışmalarını geride bıraktı.
DUVAR - Arap dünyası geçtiğimiz haftaya IKBY lideri Mesud Barzani’nin istifasının yankılarını konuşarak girdi. Barzani’nin “dağlarımızdan başka kimse bizim arkamızda durmadı” şeklindeki açıklaması Arap basınında geniş bir şekilde yer aldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Cuma günü Manisa’da toplu açılış töreninde yaptığı” Suriye ve Irak’taki terörist hedefleri vuracağız” açıklaması Arap basının da dikkatini çekti. Arap basınında yer alan yorumlara göre, Erdoğan’ın bu açıklamasının arkasında Suriye ve Irak yönetimleriyle kurulan koordinasyon yatıyor.
Rusya’nın Suriyeli muhalifleri Soçi’ye davet etmesi ve uzlaşma için yeni bir girişim başlatması, bunun için de Suriyeli Kürtler’i davet etmesi, bu hafta Arap dünyasında önemli gündem başlıkları arasında yerini aldı. Türkiye başta olmak üzere bazı ülkelerin PYD’nin katılmasına karşı çıkması da bölgede bir uzlaşma için “Kürt Düğümü”nü tekrar gündeme getirdi.
Uzun süredir dikkat çekici gelişmelere sahne olan Suudi Arabistan, bu hafta sonu da “deprem” niteliğinde bir dizi gelişmeye tanıklık etti. Yayınlanan Krallık kararnamesiyle birçok üst düzey askeri ve sivil yönetici görevinden alındı, bazıları da tutuklandı. Yine aynı şekilde krallık kararnamesiyle kurulan Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu bir çok üst düzey yönetici ve işadamını gözaltına aldı.
SUUDİ ARABİSTAN’DA NELER OLUYOR?
Uzun süredir dikkat çekici gelişmelere sahne olan Suudi Arabistan Krallığı, geçtiğimiz hafta tekrar ülke tarihine geçecek bir dizi gelişmeye şahit oldu. Yemen’de devam eden savaşın birincil muhatabı konumundaki ülke, Ensarullah Hareketi tarafından Riyad’a fırlatılan balistik füze haberleriyle sarsıldı. Resmi açıklama bu füzenin hava savunma sistemi tarafından engellendiğini belirtilse de, Ulusal Muhafız Güçleri Bakanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı görevlerinden alındı.
Bu gelişmeyi, “Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Komisyonu” kurulmasını öngören krallık kararnamesinin yayınlanması izledi. Kral Selman’ın imzasıyla kurulan komisyonun başına krallık veliahtı Muhammed Bin Selman getirildi. Komisyon kurulur kurulmaz aralarında prenslerin ve bakanların bulunduğu birçok üst düzey yönetici tutuklandı ve birçok makamda değişikliğe gidildi.
Görevden almaların en dikkat çekici olanı Ulusal Muhafız Güçleri Bakanı Mut’ab bin Abdullah’ın görevinden azledilmesi oldu. Ülkedeki en saygın askeri yapılardan biri olan Ulusal Muhafız Güçleri’ne bağlı 200 bin askerin bulunduğu belirtiliyor. Ordu ve polis gücüne paralel bir yapı teşkil eden bu güçler, devam eden Yemen savaşında önemli rol oynamaktadır.
Tutuklanan isimler arasında ise basında en fazla dikkat çeken isim ise dünyaca ünlü milyarder Prens Velid bin Talal oldu.
Yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla tutuklananların malvarlıklarına el konulacağının açıklanması da oldukça dikkat çeken farklı bir nokta oldu. Bazı yorumlara göre görevden almalar ve tutuklamalarla otoritesini sağlamlaştırmaya çalışan veliaht Muhammed Bin Selman, tutuklananların malvarlıklarına el koyarak büyük bir maddi gelir elde etmeyi planlıyor.
Suudi muhalif Twitter heseabı Muctehed’e göre de, Muhammed Bin Selman bazı işadamları ve presnleri tutuklatarak onların malvarlığını kendi hesabına geçirmeyi planlıyor.
Kral Selman Bin Abdülaziz, tahta oturmasından bu yana almış olduğu kararlarla ve yönetimde yaptığı değişliklerle sürekli gündeme geldi. Kralın en önemli adımlarından biri genç yaştaki oğlu Muhammed Bin Selman’ı veliaht tayin etmesi oldu. Kral Selman, bazı uygulamalarla oğlu Muhammed bin Selman’ı şimdiden tahta hazırlamaya başlayarak, ülkenin fiili yönetimini ona devretmiş durumda.
Muhammed bin Selman, daha önce kadınların araba kullanmasına izin verilmesi ve “ılımlı İslam’a döneceğiz” şeklindeki açıklamalarıyla gündemi uzun süre meşgul etmişti.
'GELECEKTEKİ SAVAŞIN HEDEFİ KÜRTLER OLACAK'
Rai Al Youm başyazarı Abdulbari Atwan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Cuma günü Manisa’da, “Suriye ve Irak’ta da terör hedeflerini vuracakları” yönündeki açıklamaları değerlendirdi. Atwan’a göre önümüzdeki süreçte yeni bir savaşın hedefi Kürtler olacak. Atwan’a göre Mesud Barzani’nin konuşması da bu senaryoyu tahmin ettiğine işaret etmektedir:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cuma günü Manisa’da “Suriye’de ve Irak’ta teröristleri hedef alacağız ve bunun için kimseden izin almayacağız. Ve teröristlere ait bütün hedefleri vuracağız.” şeklindeki açıklamasıyla herkesi şoke etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef alacağı terör, ne IŞİD ne de Nusra Cephesi terörüdür. ABD’nin tanımlamasıyla Erdoğan’ın kastettiği Kuzeybatı Suriye, Kuzey Irak ve Türkiye’nin güneydoğusundaki “Kürt terörüdür.”
Türkiye’nin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye ve Irak olmak üzere her iki tarafla da koordinasyon içinde olmadan böyle bir açıklamayı yapmamıştır ve böylesine bir tutum takınmamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürtler’in Kuzey Irak’ta özellikle referandumdan ve Irak güçlerinin Kerkük ve Sincar’dan sonra sınır kapılarını da kontrol almasıyla gelişen geri sıçramalarını fırsat olarak kullanmak istiyor.
Şu an herkes Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamaları karşısında Suriye ve Irak’ın resmi tutumlarının ne olacağını bekliyor. Ancak şöyle bir kehanette bulunabiliriz ki, bölge yeni bir siyasi ve askeri bir denklemle karşı karşıyadır. Bu da yeni ittifaklar doğması demektir. Ancak, Irak ve Suriye’nin susması buna razı olduklarının işareti olabilir. Veya IŞİD’e karşı savaşın yarattığı toz bulutu ve bulanıklık ortadan kaybolmadan herhangi bir tutum takınma konusunda ihtiyatlı davranmaktır.
En önemli sorun ise, Kürtler’i uzun süredir stratejik bir müttefik olarak gören ve onları tonlarca silahla donatan - özellikle Rakka’yı kontrol altına alan Suriye Demokratik Güçleri’ni – Amerika birleşik Devletleri’nin tutumunun ne olacağıdır. ABD Kürtler’i desteklemeye devam edip, onları İran, Suriye ve Irak’ta siyasi ve askeri açıdan bir kart olarak kullanmayı sürdürecek mi? Bunun yanı sıra Rusya’nın tutumu ne olacak?
Kesin olan şu ki gelecekteki hedef Kürtler olacak. Ve onlara yönelik başlatılacak savaş, IŞİD’e karşı yürütülen ve sona yaklaşan savaşın yaratacağı boşluğu dolduracaktır. Öyle görünüyor ki IKBY eski başkanı Mesud Barzani istifa etmeden önce bu senaryoyu tahmin etmişti. Peşmerge kıyafetini giymeye devam edeceğine yönelik mesajlar vermesi ve dağlara dönmekten bahsetmesi de bunu göstermektedir.”
BARZANİ DAĞLARDAN BAHSETMEKLE NEYİ KASTETTİ?
Suudi gazetesi Şark’ül Awsat yazarı Salih El Kallab, IKBY lideri Mesud Barzani’nin istifasını değerlendirdiği makalesinde, Barzani’nin “dağlarımız dışında kimse Kürtlerin arkasında durmuyor” sözüne vurgu yaptı. Yazara göre Barzani’nin dağlardan bahsetmesi dikkate alınması gereken bir konu:
“Küçüklüğünü ve gençliğini Kürdistan dağlarındaki gizli saklı köylerde geçiren ve babası Molla Mustafa Barzani’ye sancılı yıllarda vadilerde ve mağaralarda eşlik eden Mesud Barzani’nin ‘Dağlarımız dışında kimse bizim arkamızda durmadı’ şeklinde sözler sarf etmesi, çok şey anlatmaktadır. Burada kastedilen de bütün Kürdistan dağlarıdır. Bunların bir kısmı Irak’ta, bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı da İran’dadır. Bu da, bu konunun ilgilendirdiği tarafların dikkate alması gereken bir uyarı niteliğindedir.
Şu iyica idrak edilmelidir ki, Barzani ve ondan önce babası Molla Mustafa , Kürdistan dağlarının, dağlardaki zemheri ve karlı gecelerin bir sonucudur. Sadece Irak değil, İran ve Türkiye dağları da bunlara dahildir. İşte bu yüzden, gelişmeler şimdi olduğu gibi aynı yönde ilerlemeye devam ederse aynı durum her an yeniden tekrar edebilir.
Bu yüzden Mesud Barzani’nin istifa konuşması çok açıktı ve bu konuşmada muhatap olan taraf IKBY parlamentosu değil, aksine bölgede bu konunun ilgilendirdiği ülkelerdir.”
RUSYA’NIN SOÇİ DAVETİ VE BÖGEDEKİ KÜRT DÜĞÜMÜ
BAE El Haliç gazetesinde Yunus El Seyyid imzasıyla yayınlanan yazıda Rusya’nın Suriye muhalefetini Soçi’ye davet etmesi, buna yapılan itirazlar ve Kürtler ’in bölgedeki konumu değerlendirildi:
“Rusya’nın Kürtler’i Soçi’de yapılması planlanan Suriye Diyalog Toplantısına davet etmesiyle beraber, Kürt düğümü tekrar açığa çıkmış oldu. Kürtler böylece bölgede uygulanmak istenen uzlaşmanın önünde bir engel teşkil etmiş durumda. Ancak çok yakın bir zamana Amerikalılar, Ruslar ve bazı Araplar, terörle mücadele konusunda Kürtler’İ muhatap sayıyordu. Hal böyleyken neden bazı taraflar neden Kürtler’İ bölgedeki çözümün bir parçası olmalarını engellemek istiyor?
Kürtler’in bölgedeki çözümün bir parçası olmalarının engellenmesi ve hatta onlara savaş açılmasının nedenlerinin başında, Kürtler’in kendilerine has bir oluşum kurmak istemeleridir. Zira, onların bu hayali kendilerini çevreleyen ülkelerin çıkarlarıyla çelişmektedir.
Kürtler ilk defa Suriye’yle ilgili bir konferansa davet edilmiyor. Daha önce de bu tarz toplantılara davet edildiler ancak bu toplantılar her defasında başarısızlığa uğradı. Ancak bu sefer, Suriyeli Kürtler’İn Rusya’nın bu davetine olumlu cevap vermeleri Rusya’yı daha fazla zora sokabilir.”
'BALFOUR DEKLERASYONU: EN BÜYÜK İNSANLIK SUÇLARINDAN BİRİ'
Filisitin El Kuds gazetesi yazarı Mahmut El Nubani, Balfour Deklarasyonu’nun yüzüncü yılı dolayısıyla kaleme aldığı yazısında, İngiltere’nin bu deklarasyonu yayınlaması ve İsrial Devleti’nin kurulmasına izin verilmesinin tarihte insanlığa karşı işlenen en büyük suçlardan biri olduğunu ifade etti:
“Öncelikle şu unutulmamalıdır ki, 1917’de ilan edilen ve bugünlerde yüzüncü yılını dolduran Balfour Deklarasyonu ile Siyonist çetelere 1948 yılında İsrail devletini kurmaları için destek veren İngiltere’nin bu adımları, tarihteki en büyük insanlık suçlarından biridir.
Bu bildirge ile bir vatan asıl sahiplerinin ellerinden alınarak onları kendi vatanlarında mülteci konumuna getirmiştir. Ayrıca onların sosyal dokusunu da bozarak, ekonomilerini de çökertti. Bunun yanı sıra yüzbinlerce sivilin ya ölmesine ya da yaralanmasına neden oldu. Bu yıkım bugün de halen devam etmektedir.
İngiltere’de Theresa May hükümeti gelinen noktada Balfour deklarasyonu ile yapılan yanlışı kabul edip Filistinlilerden özür dileyeceğine ve Filistin halkına bununla ilgili tazminat ödeyeceğine, başbakan May, İsrail başbakanı Bünyamin Netenyahu ile bildirgenin yüzüncü yılını kutluyor. Bu da İngiltere’nin İsrail’in kurulmasında oynadığı rolden gurur duyduğunu göstermektedir.
Theresa May’in göstermiş olduğu bu İngiliz resmi tutumu çok açık bir şekilde gösteriyor ki, Filistinliler ’in yaşadığı acıların hepsinden ve bugün dahil akan her Filistinli kanından İngiltere sorumludur.
Daha da dehşet verici olan, May’in başkanlık ettiği muhafazakârlar hükümeti, geçtiğimiz Nisan ayında yayınladığı bir açıklamayla Balfour Deklarasyonu sebebiyle Filistinlilerden özür dilemeyi resmi olarak reddederek, bu konunun tarihsel bir konu olduğunu ve özür dilemeye yönelik bir niyet olmadığını ifade etmiştir.”