Arap dünyasında geçen hafta: NATO tatbikatı Türkiye’ye ne anlatıyor?
Arap basınında yer alan değerlendirmelerde, Türkiye ve Batı arasındaki ilişkilerin uzun zamandır gergin devam ettiği anlatılarak, bazı temel sebeplerden ötürü Avrupa ve ABD’nin Türkiye karşıtı bir tutum içerisine girdiği ifade edildi.
DUVAR - Arap basınında bu hafta, eski Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin durumu ön plana çıktı. Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad'da bulunduğu sırada kameraların karşısına geçip başbakanlık görevinden istifa ettiğini açıklayan Hariri’nin burada zorla tutulduğu iddiaları hafta boyunca Arap basınında tartışıldı. Hariri'nin, liderliğini yaptığı Müstakbel Hareketi’ne ait olan el Müstakbel Televizyonu’na bir röportaj vererek alıkonulduğunu yalanlamak istemesi de bu iddiaların önünü kesmedi.
Lübnan devletinin çağrılarından sonra ülkeye döneceğini açıklayan Saad Hariri, en sonunda Riyad’ı terk ederek Fransa’nın başkenti Paris’e uçtu. Hariri’nin Paris’ten sonra Lübnan’a döneceği ifade ediliyor. Ancak Al Akhbar gazetesi tartışmaları yeniden alevlendirdi ve Hariri’nin şartlı bir şekilde salıverildiğini ve çocuklarının halen Riyad’ta rehin tutulduğunu yazdı.
Norveç’teki NATO tatbikatında Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isminin düşman hedefi olarak kullanılması ve Erdoğan’ın bu konuyla ilgili çıkışları Arap basınında da ilgi gördü.
'GERGİNLİĞİN OSMANLI’YA UZANAN TARİHSEL NEDENLERİ VAR'
Al Quds Al Arabi gazetesi konuyla ilgili başyazısında Avrupa ve Türkiye arasındaki gerilimin tarihsel nedenlerine yer verdi ve “Erdoğan’la Atatürk’ün aynı anda hedef haline getirilmesinin, asıl hedefin Türkiye olduğunu gösterdiği” yorumunu yaptı. “Avrupa ve Türkiye arasındaki gerginliğin Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanan tarihsel nedenleri var” diyen gazete şu ifadeleri kullandı:
"Türkiye ve Avrupa arasındaki gerginliği besleyen ve Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar giden tarihi nedenler var. Osmanlı İmparatorluğu’nun fetihleri, Avrupa’nın doğusundaki bazı ülkelerin Osmanlı’ya katılmasına neden olmuş ve Avusturya İmparatorluğu’nu tehdit edecek kadar ilerlemişti.
Bunu Avrupa’nın sanayi alanındaki kalkınması ve bazı Avrupa ülkeleri arasındaki savaşlar ile 1. Dünya Savaşı izledi. Batılı devletler Türk tehlikesini sonsuza kadar ortadan kaldırabilmek için, Türkiye’yi işgal ederek onu parçalara ayırmaya ve zafer kazanan devletler arasında paylaştırmaya çalışmıştır. Ancak bu, milli bir Türk askeri dirilişi tarafından başarısızlığa uğratıldı. Ve Mustafa Kemal önderliğindeki Türk ordusunun Türkiye’nin bir bölümünü karadan işgal eden Yunanlara, İstanbul’u işgal eden İngilizlere, Antalya’yı işgal eden İtalyanlara ve Hatay’ı işgal eden Fransızlara karşı zafer kazanmasıyla son buldu.
Norveç’in bu hakaretinde Atatürk ve Erdoğan birbirleriyle bağdaştırılarak, Avrupalıların ülkesini işgal etmesini engelleyen Atatürk ve onun mirasını alarak, bu mirası ılımlı siyasal İslam’ın simgeleriyle zenginleştirmeye çalışan Erdoğan hedeflenmiş ve hakaret edilmiştir.
Atatürk ve Erdoğan’ın hedeflerde aynı anda kullanılması, Batı’nın asıl hedefinin Türkiye olduğunu göstermektedir.”
'BATI VE ABD’NİN TÜRKİYE KARŞITI TUTUMLARININ NEDENLERİ'
Rai Al Youm gazetesi de, NATO tatbikatında yaşananlara yer verdi. Gazetenin başyazısında yer alan değerlendirmede, Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin uzun zamandır gergin bir şekilde devam ettiği ifade edilerek, bazı temel sebeplerden ötürü Avrupa ve ABD’nin Türkiye karşıtı bir tutum içerisine girdiği belirtildi:
“Rai Al Youm gazetesi olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birçok konuda ayrı düşünüyoruz. Bu konuların başında Suriye krizindeki tutumu, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ülkesinde insan hakları sicilinin kötüye gitmesi geliyor. Ancak Norveç’teki NATO tatbikatında, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafı ile kendisinin isminin düşman hedefi olarak yer almasından sonra bu tatbikattan askerlerini çektiğini açıklaması ve takındığı tutum dikkate değerdir.
Biliyoruz ki, özellikle Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinin ardından Türkiye-Avrupa ilişkilerindeki gerginlik artarak devam ediyor. Bu gerginlik Erdoğan’ın Suriyeli mültecileri bir baskı aracı olarak kullanması, Türk-Rus ilişkilerindeki iyi ilişkilerin gelişmesi ve daha sonra buna İran’ın da dahil olması ve son olarak da Türkiye’nin S-400 füze sisteminin satın almasıyla zirveye çıkmıştır.
Batı ve ABD’nin Türkiye karşıtı bir tutum içine girmesi şu şekilde özetlenebilir:
Birinci olarak Erdoğan’ın İslami eğilimlerinin olması, bazı İslami hareketleri ve özellikle de Müslüman Kardeşler hareketini desteklemesi.
İkincisi, Erdoğan’ın Rusya ve İran ile üçlü bir ittifaka girmesi ve bu ittifakın Batı’nın Suriye’deki ve belki tüm bölgedeki planlarını suya düşürmesi.
Üçüncüsü, ılımlı İslam, demokrasi, ekonomik kalkınma ve insan haklarına saygıyı birleştiren ve Batı tarafından geliştirilen yönetim biçimini terk etmesi.
Dördüncü olarak da, Erdoğan’ın Türkiye’yi büyük ve bölgesel bir güç haline getirerek ABD ve Batı’nın karşısında yeni ittifaklar geliştirmek istemesidir.”
HARİRİ’NİN İSTİFASI
Katar Al Sharq gazetesi Saad Hariri’nin, istifasının ardından verdiği televizyon röportajındaki ruh haline dayanarak, Lübnan Başbakanı'nın Suudi Arabistan’da zorla tutulduğu iddialarını gündeme taşıdı:
"Lübnan'ın eski başbakanı Saad Hariri’nin Suudi Arabistan’ın başkent Riyad’da istifasının ardından ilk defa kameraların karşısına geçerek açıklamalar yapması Lübnanlılar arasında birçok kişiyi şoke etti. Hariri kendi hareketine bağlı El Müstakbel TV’ye verdiği ilk röportajında, Suudilerden daha fazla Suudi Arabistan vatandaşıymış gibi Suudi Arabistan’ın diliyle konuştu ve bu ülkenin kendi ülkesine yönelik tehditlerini ve tutumlarını gerekçelendirmeye çalıştı.
Hariri’nin sallantılı ifadeleri ve titrek sesi ile yapmacık gülümsemeleri, Lübnanlıları kendisiyle ile ilgili rahatlatacağına, aksine daha da endişelenmelerine yol açtı ve Suudi Arabistan’da zorunlu ikamet altında tutulduğu yönündeki korkuları da güçlendirdi.
İstifasının anayasaya aykırı olduğunu kabul eden Hariri, söz konusu TV röportajında yakında ülkesi Lübnan’a geri döneceğini de açıkladı. Ancak Suudi Arabistan’da gözetim altında tutulduğu yönündeki iddiaları yalanlayarak seyahat özgürlüğü olduğunu ifade etse de, kamera karşısındaki ruh hali, Lübnanlıların kalbini ferahlatmadı."
'HARİRİ’YE ŞARTLI ÖZGÜRLÜK'
Lübnana Al Akhbar gazetesi, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’dan Paris’e giden Saad Hariri’nin şartlı bir şekilde salıverildiği iddiasını gündeme getirdi ve Hariri’nin çocuklarının Suudi Arabistan’da rehin tutulduğunu öne sürdü.
“Saad Hariri geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği televizyon röportajında ‘ailem var’ ifadesini iki kez tekrarladı. İşte Hariri’nin çocukları, Riyad’tan Paris’e gittiği sırada onunla berber değillerdi. Eşi ona eşlik ederken çocukları okul bahanesiyle Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ta kaldı.
Hariri’nin bütün aile fertleri olmadan Suudi Arabistan’dan ayrılacağı Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a, konuyla ilgili arabuluculuk yapan kişilerce iletildi. Daha önce Hariri’nin Riyad’ta zorla tutulduğunu dile getiren ve ailesiyle beraber Lübnan’a dönmesi gerektiğini ifade eden Avn bu durumdan oldukça rahatsız oldu.”
HARİRİ’NİN LÜBNAN’A DÖNÜŞ TARTIŞMALARI
Rai Al Youm başyazarı ve genel yayın yönetmeni Abdulbari Atwan, Hariri’nin Lübnan’a dönüşüyle ilgili senaryoları değerlendirdi. Atwan, Hariri’nin Beyrut’a bir Lübnanlı olarak dönmesi gerektiğini ifade etti:
“Eğer Saad Harir Beyrut’a Lübnan kimliğiyle dönerse (ki bundan şüpheliyiz), ulusal bir kahramana dönüşecektir. Ve bütün Lübnanlılar onu bağrına basacaklardır. Ancak eğer anlaşılması güç başka bir kimliğe bürünüp gelirse ve bu kimlik Suudi Arabistan’ın gölgesindeyse en iyi olduğu yerde kalmaya devam etmesidir.
Saad Hariri her şekilde zor bir durumda kalmaya devam edecektir. Zira televizyon demecinde bahsettiği gibi Lübnan’a dönerse, Lübnan’da fitneyi ateşlemeye çalışan biri olarak nitelendirilecek. Akis davranıp ellerinden her şeyi silkelemeye kalkar ve özellikle Hizbullah’a yönelik saldırgan tutumundan vazgeçerse, bu Suudi Arabistan gibi bir müttefikini ve Körfez’deki diğer müttefikleri tam anlamıyla kaybetmesi anlamına gelir. Bu da Körfez’deki Lübnanlıların sınır dışı edilmesi veya bu vatandaşların bir baskı aracı olarak kullanılmasını beraberinde getirecek ve Hariri’nin hayatı sürekli tehdit altında olacaktır. Nitekim Suudi Arabistan’ın Lübnan’da başka alternatifleri mevcuttur."