Arap dünyasında geçen hafta: Soçi'de kayda değer sonuç çıkmadı

Ankara-Moskova-Tahran üçlüsünün katıldığı Soçi zirvesi, Suriye üzerine odaklanmasına rağmen Arap basınındaki bazı gazete ve köşe yazarları tarafından Varşova zirvesine karşı bir adım olarak yorumlandı. Birçok gazeteye göre ise Soçi’de kayda değer yeni bir sonuç çıkmadı.

Abone ol

DUVAR - Geçtiğimiz hafta Arap dünyasının gündeminde iki farklı zirve vardı. Birincisi ABD’nin çağrısıyla Polonya’nın başkenti Varşova’da gerçekleştirilen Ortadoğu konulu ancak asıl hedefin İran olduğu konferans ve Soçi’de Rusya, Türkiye ve İran arasındaki Suriye konulu zirve.

Varşova konferansı, İsrail Başbakanı Bünyamin Netenyahu ve bazı Arap yetkililerini bir araya getirmesi ve İran karşıtı bir çerçevede olması nedeniyle ciddi tepkiler alırken, Arap gazeteleri bu konferansı “Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme” çabası olarak gördü. Körfez basınında ise, İran tehlikesi vurgusu hâkimdi.

Ankara-Moskova-Tahran üçlüsünün katıldığı Soçi zirvesi, Suriye üzerine odaklanmasına rağmen bazı gazete ve köşe yazarları tarafından Varşova zirvesine karşı bir adım olarak yorumlandı. Birçok gazeteye göre ise Soçi’de kayda değer yeni bir sonuç çıkmadı.

Bu hafta Arap basının gündemindeki bir başka önemli konu ise, İran İslam Devrimi’nin 40'ıncı yıl dönümü oldu. Arap dünyasında yarattığı etkiler ve İran’ın günümüzde Arap ülkelerinde oynadığı rol itibariyle İran İslam Devrimi’nin 40'ıncı yıl dönümü, Arap basınında da geniş yer buldu.

'SOÇİ'NİN SORUNU ABD NETLEŞMEDEN YAPILMASI'

“Türkiye, İran ve Rusya liderlerini bir araya getiren Soçi zirvesi, kayda değer bir sonuç olmadan bitti. Nitekim daha önce, Suriye ile ilgili yavaş dahi olsa olumlu ilerlemeler kaydedileceğine dair ihtimallere işaret eden gelişmeler vardı.

Zirveden sonra, liderlerin açıklamalarının ABD’nin çekilme kararı üzerine odaklanması tesadüf değil. Zira bu çekilmenin gerçekleşmemesi, İdlib ve Suriye’nin kuzeyinin geleceğinin belirlenmesini de erteleyecek. Veya bu konular üzerinde yapılacak herhangi bir anlaşmanın etkilerini geciktirecek.

Erdoğan, ABD ile güvenli bölge konusunda anlaşmadan, amaçlarını gerçekleştirmesinin çok zor olduğunu iyi biliyor. Ruslarla görüşmelere devam etse dahi. Dolayısıyla Erdoğan’ın ve Soçi zirvesinin temel sorunu, ABD’nin Suriye’deki tutumunun daha netleşmediği kayıp bir zamanda gerçekleşmiş olmasıdır.” (Corc İsa/Lübnan Ennahar gazetesi)

'SOÇİ’DE HEDEF AYNI TARZLAR FARKLI'

“Soçi’deki zirvelerin sonuncusunda liderlerin açıklamalarını izleyen, tutumlarında bazı ihtilaflar olduğunu görür. Özellikle de güvenli bölge ve bu bölgenin Suriye rejimine geri dönüp dönmeyeceği konusunda. Bu da her üç liderin de hedeflerinin aynı ancak bunları dile getiriş tarzlarının ayrı olduğunu göstermektedir.

Türkiye’nin Suriye toprakları içindeki operasyonları Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları hiçbir zaman Suriye güçleriyle karşı karşıya gelmedi. Aksine bu operasyon, hem Ankara’nın hem de Şam’ın ortak düşmanlarına karşıydı. Bu da Ankara-Moskova-Tahran arasındaki koordinasyonun boyutunu göstermektedir.

ABD ile ittifak içindeki Kürtlerin Kuzey Suriye’deki projelerini vurmak, Şam, Tahran ve Moskova’nın önceliklerinden biri. Bu öncelik Türkiye’nin siyasetinin önceliklerini ilgilendirmektedir. Bu da Suriye rejimi yerine Kürt güçlerinin birinci düşman ve tehlike olduğunu gösteriyor.” (Vail İsam/Kuds El Arabi)

'SOÇİ’DEN VARŞOVA’YA'

"Arap ve İsrailli yöneticilerin Soçi’de buluşması tarihi bir an niteliğinde." Bu sözler ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ya ait.

Polonya’nın başkentinde gerçekleşen konferansın temel hedefi, Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme çabalarını açıkça icra etmektir. Nitekim Körfez ülkeleri ve İsrail ortak bir hedef etrafında birleşiyor. Bu da İran’ı durdurmak. Bu tabiri de ilk defa İsrail Başbakanı Bünyamin Netenyahu kullandı.

ABD, konferansın ana temasını İran’a baskı kurmaktan ‘Ortadoğu’da barış ve güvenliğin tesisi’ şeklinde genişletti. 60 ülkenin katıldığı bu davet için Avrupa pek heyecan duymadı. Katılan ülkelerin de temsil düzeyi, en azından ABD’nin istediği ölçüde değildi.

Şunu söyleyebiliriz ki siyasi paradokslar iç içe geçmiş durumda. Vladimir Putin, Soçi konferansının zamanlamasına özellikle dikkat etti. Diğer tarafta savaşa hazırlık varken, burada barış için çaba sarf ediliyor.” (Maya El Telavi/Rai Al Youm gazetesi)

VARŞOVA ZİRVESİ FİLİSİTİN DAVASINI BİTİRMEYİ HEDEFLİYOR”

“Ortadoğu bölgesinin geleceği ve istikrarı için gerçekleşen hiçbir arayışın, bölgedeki çekişmeler sona erdirilmeden başarılı olması mümkün değil. Bunların başında da Filistin sorunun adil, eşit ve Filistin halkının haklarının korunduğu bir şekilde çözülmesi gelmektedir.

Amerikan mühendisliğinin bir ürünü olan Varşova zirvesi, uluslararası kararların boşa çıkarılma çabasıdır. Bunun yanı sıra, hem bu kararlara hem de Arap dünyasındaki zirvelerde alınan kararlara bir savaş ilanıdır. Bu da Arap topraklarını işgal eden işgalci devlete bir hediyedir.

Bu konferans ABD’nin Filistin davasını bitirmek ve Filistin halkı ile yönetimine, kendi dayattığı çözümü kabul etmesi için ortaya konan bir stratejinin ürünüdür. (Amr Rehhal/Filistin El Kuds gazetesi)

'İRAN DEVRİMİ KENDİ ÇOCUKLARINI YEDİ'

“Bütün devrimler gibi İran Devrimi de ilk başladığında romantik bir hava taşıyordu.  İran halkının ve rejimlerin adaletsizliğinin boyunduruğu altında olan birçok halkın umutlarını ve rüyalarını taşıyordu. İran Devrimi'yle devrilen İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ise, -günümüzde birçoklarının göstermeye çalıştığı gibi– aynı romantik hava içinde değildi. Şah rejimi, Pehlevi iktidarına karşı idam ve işkencelerle adını duyurmuş olan Savak polisine dayanan baskıcı bir rejimdi. Lakin İran o dönemlerde büyük bir askeri güçtü ve Şah, dünyadaki en güçlü beşinci orduya sahip olmayı arzuluyordu. Buna karşın İran halkı ise cehalet, fakirlik ve yaygın yolsuzluk altında eziliyordu.

İran Devrimi 1979 yılında gerçekleştiği zaman, en büyük başarısı halkını korkutucu bir rejimden kurtarması olarak gösterilir. Ancak devirdiği rejimden pek de iyi olmayan bir rejim miras bıraktı. Halkı özgürleştirmek için başlayan devrimin kendisi, bütün evlatlarını yemeye, ordu içindeki ve milliyetçiler, solcular ve komünistler arasındaki müttefiklerini tasfiye etmeye başladı.” (Ali Anuzla/El Arabi El Cedid gazetesi)

'1979: BÜYÜK DÖNÜŞÜMLERİN YILI'

“İran Devrimi Şubat 1979 yılında başladı. Bu yıl, Araplar ve İsrailliler, İsrail ve İran, İsrail ve Mısır arasındaki büyük dönüşümlerin yılıdır. Bu yılın mart ayında, Mısır ve İsrail arasında yapılan barış anlaşmasının da 40'ıncı yıl dönümüdür.

40'ıncı yıl dönümünde asıl sorulması gereken soru, İran başarılı olurken Arapların durumu neden giderek kötüye gitti ve aynı zamanda İsrail yükselişe geçti?

40'ıncı yılını dolduran İran İslam Devrimi, dini değil siyasi bir niteliktedir. Çünkü İran tarihi olarak bir İslam devletidir ve yüzyıllar önce Şii mezhebini kabul etmişti. Devrimle beraber değişen şey ise, İran ABD’ye tabi ve Sovyetler Birliği’ne düşman bir ülke olmaktan, bağımsız ve gücünün tanınmasını isteyen ve 40 yıl boyunca direnen bir ülke konumuna geçmiştir.” (Filistin El Youm gazetesi)

'GELENEKSEL DEVRİMLERİN SONUNCUSU'

“İnsanlık tarihinin en büyük ve önemli devrimlerinden biri olan İran Devrimi’nin üzerinden 40 yıl geçti. Etkileri ise ülkenin dışına kadar uzandı. İran Devrimi’ni, hem rejimi hem de devleti değiştiren büyük geleneksel devrimlerin (1879 Fransız Devrimi, 1917 Sovyet Devrimi, 1949 Çin Devrimi gibi) en sonuncusu şeklinde nitelendirebiliriz. Çünkü İran Devrimi’nden sonra yaşanan devrimler ve değişimlerin hiçbiri ‘devleti deviremedi’. Aksine rejimler devrildi ve devletlerin kurumları reformdan geçti. Güney Amerika’da, Doğu Avrupa’da ve bazı Asya ve Afrika ülkelerinde olduğu gibi.

Şüphesiz olan, İran devletinin köklü olduğudur. İran halkı da zengin bir halktır. Sorun ise İran rejiminin kendisindedir. Bu rejim en başından, eski lideri tarafından tesis edildiğinden beri kurumların ikili olmasıyla ve Körfez Arap ülkeleri başta olmak üzere başka ülkelerin içişlerine müdahaleleriyle ön plana çıkmıştır.

İran siyasi rejimindeki ikililik, bu rejimin Arap ülkelerine odaklanmasına neden oldu. Hem de bu devletlere karşı olan hareketler üzerinden. Veya bu ülkelerde, devlet yönetimlerine paralel yapılar oluşturdu. Lübnan, Irak ve Yemen’de olduğu gibi.” (Amr Şobeki / Mısır El Youm gazetesi)