2004 tarihli G.O.R.A yalnızca kendi döneminin en fazla seyirci çeken yapımı olmakla kalmadı, Türkiye’de popüler filmler içinde yapım kalitesi ve özeninin çıtasını da daha yukarılara taşıdı. Bu durum ilerleyen yıllarda Cem Yılmaz sinemasının alametifarikalarından birisi haline geldi. Filmlerini beğenelim ya da beğenmeyelim, her sahne için harcanan emek ve kalitenin hakkını her zaman vermek durumunda kaldık.
G.O.R.A’nın Türkiye sinemasına armağan ettiği özel karakterlerden birisi olan Arif, dört yıl aradan sonra yeni bir maceraya atılmak üzere A.R.O.G’ta çıktı karşımıza. Karakterin seyirciyle kurduğu bağ daha da güçlendi bu sürecin ardından. Sinema seyircisi sevdiği karakterleri başka hikâyelerin içinde yeniden görmeyi ister ve talep eder. Dolayısıyla yeni bir Arif hikâyesinin gelmesi kadar normal bir şey yok. Ancak G.O.R.A’nın akılda kalan tek ismi Arif değildi hiç kuşku yok ki. Robot 216, Gavarel, Ersan Kuneri gibi özgür karakterlerle de hafızalarda yer edinmişti.
Cem Yılmaz bu karakterleri 14 yıl aradan sonra yeniden bir araya getirerek başka bir maceraya daha davet ediyor seyirciyi. Yılmaz’ın senaryosunu yazıp, başrolünde yer aldığı Arif v 216'nın yönetmen koltuğunda ise Patron Mutlu Son İstiyor ve Kocan Kadar Konuş filmlerinden tanıdık Kıvanç Barönü oturuyor. Hikâye günümüzde başlıyor. Arif G.O.R.A’dan elde ettiği birikimi, ticari dehasıyla birleştirerek işine gücüne bakmaktadır. Derken, uzun yıllar sona 216 ziyaretine gelir. Ancak bu ziyaret pek hoş karşılanmaz ve içine düştükleri durumdan kurtulmak için çabalarken, kendilerini 1969 yılında bulurlar.
YEŞİLÇAM’IN ORTASINDA
Arif’in ardından kendisini Yeşilçam filmleriyle avutan 216 tam da beklediği ortamı bulmuştur. İkili bir Yeşilçam melodramının ortasına düşmüştür çünkü. Kör bir kızın etrafında toplanmış yoksul ama iyi yürekli insanlar, zengin ve kötü adamlar, imkânsız aşk, yanlış anlamalarla ilerleyen hikâye Sadri Alışık’tan Filiz Akın’a, Ajda Pekkan’dan Zeki Müren’e, Ayhan Işık’tan Cüneyt Arkın’a kadar dönemin önemli Yeşilçam yıldızlarının da göründüğü bir nostalji atmosferine doğru seyirciyi sürüklüyor.
Cem Yılmaz, Yeşimçam’ı hikâye malzemesi olarak bolca kullanıyor. Ama aynı zamanda o döneme büyük saygı da duyuyor. Bu saygıyı Pek Yakında ile taçlandırdı da. Fakat Arif v 216 bir saygı duruşundan çok, duygularla ilgili bir yapım. Pek Yakında, dönemin karakterlerine, insanlarına özlemi ifade ediyordu daha çok. Oysa burada dönemin bir önemi yok. Dönemin popüler kültür atmosferine, oradaki karakterlere ağırlık veriliyor. Film, dönemin ‘gerçek’ olan şeyleriyle değil, filmlerin müziklerin anlattıklarına odaklanıyor ve onları taltif ediyor. Bu nedenle yukarıda andığımız dönemin popüler isimleri, gerçekte var oldukları kişiler olarak değil, insanlar tarafından algılandıkları şekilde tarif ediliyorlar. Bu da bir anlamda film içinde film güzellemesi ortaya çıkarıyor. Filmin temel derdinin “o dönem ne kadar da güzeldi” demekten ziyade “o dönemin hikâye karakterleri, şarkıları ne kadar da güzel ve naifti” olduğu söylenebilir.
Hal böyle olunca filme yönelik “dönemin gerçekliklerine tam uymuyor” gibi olası eleştirilerin de pek anlamı kalmıyor kanımca. Örneğin “ülke politik olarak çalkalanırken neden hiç göremiyoruz” gibi bir soru sorulabilir. Bunun cevabı filmin dönemi değil, dönemin popüler kültür ürünlerini anlattığı, karakterlerin döneme değil aslında bir Yeşilçam filmine ışınlandığı olarak verilebilir.
DUYGU YOĞUNLUĞU FAZLACA
Cem Yılmaz’ın yaptığı işe saygısı ve özeninin göstergelerinden birisi de filmlerinin tartışılmasından kaçmayışı. Her filmini eleştirmenlerin önüne atmaktan, yapılan eleştirileri dikkate almaktan kaçınmıyor. Filmleri eleştirilse dahi, eleştirmenlere karşı bir tavır geliştirmeyi düşünmedi şimdiye kadar. Bu eleştirilerin biri de özellikle Arif karakterinin yer aldığı filmlerin fazlasıyla "tek adam” üzerine kurulu olduğu ve daha çok "stand-up" gösterilerini andırdığı şeklindeydi. Bu film diğer karakterlere de alan açarak bu durumu dengelemeye çalışıyor. Belki bunda hikâyenin amacının yalnızca güldürmek değil, seyirci de bir nostalji duygusu yaratarak “iyilik” kavramını biraz tetiklemek fikri de etkilidir. Bunu da başarıyor açıkçası. Cem Yılmaz’ın duygu yoğunluğu en fazla olan filmi olabilir Arif v 216.
Yine de bir noktanın altını çizmeden geçmeyelim. Hem komedi hem de nostalji unsurlarının fazlalığı zaman zaman akamete uğratıyor filmin etkisini. Bir duyguyu tam olarak yaşayamadan yeni bir duyguya doğru sürükleniyor seyirci. Dolayısıyla bir önceki sahnedeki duygu tam oturmadan yeni bir durumun içinde bırakılmak yorucu olabiliyor. Bunun, komedi ve dramanın zamanlamalarının farklı olmasının yarattığı bir karmaşa olduğunu düşünüyorum. Komedide seyirciye belirli aralıklarla güleceği bir malzeme sunmanız gerekiyor, aksi halde filme ilgisini kaybetmesi söz konusu.
Dramada ise seyircinin yarattığınız duygunun içine girebilmesi ve tam olarak hissedebilmesi için ona biraz zaman tanımasınız. Filmin bu melez hali, zaman zaman iki alanın birbirine girdiği, zamanın bir hızlanıp bir yavaşladığı periyotlar ortaya çıkarıyor. Bunun biraz sersemletici etkisi olduğu kesin. Hikâyeyi ve olay örgüsünü biraz daha sadeleştirip, filmin süresini biraz kısaltarak bu yoğunluk azaltılabilirmiş gibi sanki.
POPÜLER KÜLTÜR ÇALIŞMASI İÇİN VERİ
Arif v 216, bugünün popüler kültür imgelerini geçmişin popüler kültürünün içinde yeniden harmanlamasıyla bile dikkate değer bir yapım. Bu alanda çalışanlar için önemli verilerle dolu bir kaynak olarak da görülebilir. Kendisi de popüler kültürün güçlü bir parçası olmaya aday bir filmin, popüler kültürün yapısıyla bu kadar oynaması, iki farklı zamanı birbirinin içine geçirmesi; iki dönemin kavramlarını, dilini, estetiğini karşılaştırması/ aynılaştırması üzerine ayrıca kafa yorulması gereken bir durum kanımca.
Geçmişe değil, geçmişin popüler ürünlerinde yer alan karakterlere bir saygı duruşu olarak tanımlayabileceğimiz Arif v 216, Cem Yılmaz sinemasında Hokkabaz'dan sonra üst sıralarda yer bulacaktır kendisine hiç kuşku yok ki. Yılmaz’ın vazgeçemediği oyuncular Ozan Güven, Özkan Uğur, Zafer Algöz bir yana Seda Bakan’ın Yeşilçam filminden fırlamış halleri, Farah Zeynep Abdullah’ın Unutursam Fısılda'dan sonra bir kez daha mikrofonu eline alıp Ajda Pekkan olarak karşımıza çıkması ve Çağlar Çorumlu’nun müthiş Zeki Müren performansıyla da akıllarda kalacak.