1.
Kosta Rika’nın Pasifik kıyısında Ostional kumsalı… Gün ağarırken kumsal göz alabildiğine zeytin renkli taşlarla dolmuş. Okyanus bir anlığına geri çekilmiş ve binlerce taşı ardında unutmuş gibi. Ama bunlar taş değil, Ridley kaplumbağaları… Yavaş yavaş ve sabırla kıyı çizgisinden yukarı çıkıyorlar, yumurtlayacakları doğru yeri arıyorlar. O noktayı bulacaklar, yumurtalarını bırakıp, geri dönecekler. Bu olayın yerel dildeki adı “arribada.” Yani varış. Bu, binlerce yıldır yaşanan bir doğa olayı. Bu kadim canlılar adları “Ridley kaplumbağası” konulmadan çok önce de kumsala varıyor, yumurtalarını bırakıyor ve oradan ayrılıyorlardı. Diğer birçok deniz kaplumbağasının yaptığı gibi…
Ama Ridley kaplumbağalarını akrabalarından ayıran bir özellikleri var. Ne olduğunu Britanyalı bilim yazarı Gaia Vince’ten okuyalım:
“Deniz kaplumbağalarının çoğu, yavrularının yırtıcılardan korunabilmeleri için öngörülemez zamanlarda ve yerlerde yumurtadan çıkmaları amacıyla yılın farklı zamanlarında kendi başlarına yumurtlar. Ancak zeytin renkli kaplumbağalar (ve yakın akrabası Kemp’in Ridley kaplumbağaları) farklı bir yol izlemiş ve kitlesel yuvalanmaya dayalı eşsiz bir strateji geliştirmişlerdir. Eşzamanlı yumurtlama sayesinde yumurtalardan aynı anda o kadar yavru çıkar ki yırtıcılar hepsini yiyemez ve şaşkına dönerler. Bu strateji ‘avcıyı bastırma’ adıyla bilinir. Zeytin renkli Ridley kaplumbağalarının bu toplu yumurtadan çıkışları yılda sadece birkaç defa, dünyanın belli başlı birkaç yerinde gerçekleşir ve Kosta Rika’daki Ostional kumsalı bunlardan biridir.”
[Gaia Vince - Biyosfer (“Gelecek Nasıl Gelecek - Bilim Geleceğimiz Hakkında Ne Biliyor” içinde; Hazırlayan: Jim Al-Khalili, Domingo, 2022, Çeviri: Tevfik Uyar)]
Evrim, bir hayatta kalma taktikleri silsilesidir. Ridley kaplumbağalarının yaptığı tam da bu. Çünkü dinozorlardan beri yaşayan bu kaplumbağaların soyu bugün tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Yumurtadan çıkmış yavrulara musallat olmuş yırtıcılar bir dert, dünyayı hâkimiyeti altına alan, bu arada kaplumbağaların yaşam sahasını kirleten, onları öldüren, onların kaçakçılığını yapan, yuvalarını yağmalayan ya da bazen sadece kitlesel turizmle onlara zarar veren “iki ayaklılar” başka bir dert.
Bu dertlere direnmenin yolunu “arribada”da bulmuş kaplumbağalar. On binlerle geliyorlar, yumurtalarını bırakıp gidiyorlar. “Kalan sağlar bizimdir” diyebilmek için…
Ama bu sırada bir sorun daha yaşıyorlar. Taktiğin kendisinden kaynaklanan bir sorun.
“Her bir kaplumbağa yaklaşık 100 adet yumurtluyor ama arribada’da toprağa bırakılan 10 milyondan fazla yumurtadan genellikle sadece binde ikisi çatlayacağı süreye kadar dayanır. Yumurtalarından çıkabilen yavrulardansa sadece yüzde 1’i erişkin bir kaplumbağa olacak kadar şanslıdır. Sorunun bir kısmı, beş gece süren arribada’nın bizzat kendisidir. Ardışık gecelerde küçücük kumsal şeridine yumurtlayan farklı kaplumbağalar, bir gece önceki yuvayı kazarak daha önce bırakılan yumurtalara zarar verir. Bu da aynı yuvaya bırakılan iki grup yumurtayı da yok eden bakteriyel enfeksiyonlara sebep olur. Kuluçka süresi 45 gündür ama arribada’lar ayda bir gerçekleştiğinden, bir anne kaplumbağa bir önceki arribada’da kazılmış bir yuvayı kazarak içindeki yumurtaları da mahvedebilmektedir.”
Evrim bir hayatta kalma taktikleri silsilesidir. Bu taktikler bazen başka sorunlar da getirir.
2.
Bir meselemiz var.
Ridley kaplumbağalarının derdine benzeyen bir derdimiz var. Bu dert, 14 Mayıs seçimlerinde, hem süreçte hem sonuçlarda iyiden iyiye kristalleşti.
Bu ülkede sol gitgide mevzi kaybediyor. Kayıp esasen yelpazenin en solunda siyaset yapanlardan kaynaklanmıyor. Sosyal demokratlar, sol liberaller, “ortanın solundakiler” diyelim, her fırsatta sağın cazibesine kapıldıklarından, adına merkez, hatta “ortanın solu” dediğimiz alan giderek sağlaşıyor. Bu yeni bir şey değil. Temel ideallerin peşinden gidemeyen, ajandasının en üstüne işçi ve emek yazamayan merkez sol partiler melezleşirken, Türkiye’yi de topyekûn sağa yanaştırdı.
Yeni olan, 14 Mayıs’la şekillenen Meclis’in yapısı. Sağın her rengi artık TBMM’de, üstelik güçlü şekilde temsil ediliyor.
Gelelim kaplumbağalara… İttifak etrafındaki tartışmalarda gördük. Daracık bir kumsal var. Hayatta kalmak ve daha da büyüyebilmek için, sol bu kumsalı kullandı. Ama herkes birbirinin yuvasına yumurtladı. Yumurtaların bir kısmı kaplumbağaların bizzat kendisi tarafından kırıldı.
İşin doğası bu mu yoksa gereğinden fazlası mı kırıldı? Evrimsel taktik hayata fazladan zarar mı verdi? Kim haklı kim haksız meselesine girmiyorum; bu meseleye dair cevaplar da zaten bende yok. İlgili sorular sorulacak, cevapları bulunacaktır.
Ama bana iki konu çok önemli geliyor.
Birincisi sosyal medyada gelişen, sadece İttifak'ın değil, CHP, İYİ Parti gibi partilerin seçmenlerine de seslenen; siyaseti, seçimleri hafife alan yaklaşım. Stratejik oy kullanma yaklaşımı… Milyonlarca seçmeni WhatsApp grubu gibi görüp, “şurada şuna, şurada buna oy verin” diyen yaklaşım.
İyi niyetle başlasa bile, bu siyaset değildir. Siyaset de seçim de hayat da böyle bir şey değildir. Hayat bazı kutulara tik koyup bazılarını boş bırakarak ilerlemez. Hayat, Twitter’da madde sıralamak rahatlığıyla ilerlemez. Hayatın bir doğal akışı vardır.
Bir tane oyumuz var. O doğal akışta, kime inanıyorsak ona oyumuzu verip, o oyu sonra en azından kendimize izah edebilmeliyiz. Strateji, taktik falan değil; bu kadarı yeterlidir.
3.
İkincisi, kaplumbağaların kendisiyle ilgili.
Solda günlerdir neredeyse kavgaya varan bir tartışma var. İttifak mensupları değil sadece; hemen herkes bu kavganın içinde; kimileri homurdanıyor, kimileri diş gıcırdatıyor, kimileri açıktan cephe alıyor.
Son yıllarda aynı partilere oy vermiş; aynı masa etrafında oturduklarında şen şakrak söyleşen insanlar bunlar. Üç aşağı beş yukarı aynı insanlar… Aynı kumsala yumurta bırakan kaplumbağalar…
Herkes haklı çıkmak istiyor ama haklı çıkmak, derdi ortadan kaldırmıyor.
Esas mesele bana kumsalı büyütebilmekmiş gibi geliyor. Başka kumsallar bulmak gerekiyor. Yıllardır “Türk toplumunun yapısını bilmiyorsunuz, illa sağ siyasete oynamanız, onların önceliklerine kulak vermeniz” deyip duran bir sesi dinliyoruz. O ses giderek güçleniyor. Daha da güçlenirse, tüm kumsalı süpürecek.
Üstelik o ses haklı da değil. O ses, Türkiye değil. Bugün neredeyse tümüyle sağa kaymış görünen toplum her zaman böyle değildi. TİP’in 1965’te milletvekili çıkardığı yerlere bakınız. Behice Boran, TBMM’ye Urfa’dan girdi. Sosyalist temsilciler sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’den değil; Yozgat’tan, Denizli’den, Kars’tan, Adana’dan, Malatya’dan, Tekirdağ’dan gelmişti.
Daha bin tane örnek verilebilir. Bu, “Türkiye sağcıdır” deyip geçilecek bir konu değil. Esasen Türkiye köylü ve işçidir. Emekçidir. Bunu sol hep söylüyor zaten de ortanın solundakiler de “orta”dan ziyade “sol” sözcüğüne yaslandıklarında hayat başka türlü akabilir.
Kaplumbağalar kavga etmeden, birbirlerinden ayrılmadan hareket ettiklerinde hem kumsalı büyütecek hem de rahat kumsallarda takılıp kurda kuşa yem olan merkezdeki kardeşlerine ilham verecektir.
Neticede evrim, hayatta kalma taktikleri silsilesidir.