Arsa, tarla, orman… Rezerv alan, tarım arazilerinin kiralanması, orman kanunundaki 16. madde…
Başkanlık rejimine geçildikten sonra memleket toprağında yaşananlara daha dikkatli bakmak lazım. Buralarda ciddi şeyler oluyor çünkü. İmar rantı demek yetmiyor. Planlı, istikrarlı, yıllara yayılan bir değişime imza atılıyor. Birbiriyle alakasız yasal düzenlemeler üzerinden coğrafya yeniden haritalanıyor. Toprağın statüsü değiştiriliyor. Ve ülke sathına yayılmış en büyük mülkiyet değişimi gerçekleştiriliyor.
Peki ne yapıyorlar? Resmi Gazete’de bölük pörçük okuduğumuz, sanki uzay boşluğunda çizilmiş, etrafı bomboş, içi bembeyaz bir kağıt parçasının kroki diye eklendiği Cumhurbaşkanlığı kararları, nasıl bir gerçekliği anlatıyor?
***
Özellikle son 10 yılda Türkiye toprağının statüsünü doğrudan ilgilendiren üç temel yasada köklü değişiklikler yapıldı. 2018’den itibaren de Recep Tayyip Erdoğan’ın yetkilerini korkunç düzeylere çıkaran kritik revizyonlara gidildi. Az çok biliyoruz bunları.
İlki; 2012 tarihli kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen düzenleme. Geçen yılın sonunda ‘rezerv alan’ tanımının değişmesiyle beraber büyük tartışmalara, maruz kalanların tepkisine yol açıyor. Sonuçları için sadece Hatay’da olan bitene bakmak bile yeterli. İkincisi; 2014 yılında önemli değişikliklere gidilen Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki değişiklik. Bununla bağlantılı geçen ay yönetmelik çıkarıldı. Artık iki yıl ekilmeyen tarım arazileri kiralanacak. Üçüncüsü ise Orman Kanunu. 2012’de “orman vasfını yitirmiş arazilerin satışını” öngören meşhur ‘2B yasası’ uygulamaya girdi. 2018’de ise Orman Yasası’na kritik bir ek yaptılar. 16. madde ile Erdoğan, istediği yeri orman alanı dışına çıkarma yetkisini aldı.
Daha nice benzer yasa sayılabilir. Mera, su kaynakları, maden, enerji, turizm, köy ve büyük şehir kanunları, endüstri bölgeleri ile OSB’lere teşvik kanunları, tapu ve kadastro, hatta vatandaşlık... Her birinin sonuçları geriye doğru incelendiğinde ortaya çıkan manzara değişmiyor. Toprağın statüsü yeniden belirleniyor.
Bunlardan bir tanesini detaylı inceleyelim şimdi. Devasa yangınlarla yine gündeme gelen ormanlarda, 2018’den sonra yaşananların, Harita Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Erol Köktürk ile Orman Mühendisi Yücel Çağlar’ın ayrı ayrı yaptığı titiz çalışmalara dayanarak, kısa bir bilançosunu çıkaralım.
FELAKETİN KAPISINI AÇAN 16. MADDE
2012’deki 2/B yasası ile tam 4 bin 734 km2 orman dışına çıkarılmış alan satıldı. Bunun sadece yüzde 4.7’sinde yerleşim yeri bulunuyordu. Ardından imar afları ve yeni imar planları ile buralar inşaata açıldı. İktidar, kentler büyüdü, orman görünen çoğu yer vasfını yitirdi, geçmişi çok eskiye uzanan imar sorunları söz konusu diyerek, ülkeyi 2/B’ye ikna etti. Lakin meselenin vatandaş lehine bir sorunu çözmek olmadığı, başkanlık rejimine geçildiğinde anlaşıldı. 2018 yılında 2/B’den bile beter 16. madde, Orman Kanunu’na eklendi. Özeti şu: Erdoğan keyfine göre istediği yeri orman dışına çıkarıp satabilir. Kıstası da kriteri de o belirliyor.
Ormanlara yönelik neden planlı, programlı bir saldırının olduğunu her iki yasadaki kocaman boşluktan anlıyoruz. Nedir bu boşluk? Uygulamaların süresi belirsiz. Yazma gereği bile duymamışlar. Oysa iki yasanın gerekçesi de geçmişe dönük. “Bozulan orman” dediğiniz vakit, ileriye dönük bir şeyi kastetmiyorsunuzdur herhalde.
Ne yani; memleket sürekli orman vasfı yitirmiş alan mı üretiyor? Her yıl gök taşı mı düşüyor, volkan mı patlıyor, devasa heyelanlar mı oluyor? İklim değişikliği sebebiyle sağda solda ormanlar mı kuruyup gidiyor? Yangınlarda iktidar anında “buraları satmayacağız, imara açmayacağız. Tekrar ormanlaştıracağız” diyor. Öyleyse Erdoğan nasıl oluyor da her hafta haritaya bakıp sürekli orman vasfını kaybetmiş yerleri bulup çıkarıyor!
Erdoğan 2018 ile 2024’ün Ağustos ayına kadar, bir tanesi parlamenter sistemde, gerisi başkanlık rejiminde olmak üzere 27 kez yetkisini kullandı.
Türkiye Cumhuriyeti’nde bir kişi, oturup 37 kentte, toplam yüzölçümü 26,7 km2’yi bulan 721 parseli orman dışına çıkarıp satışa sundu. Bundan daha ürkütücü bir yetki olur mu? Üstelik ‘istisna’ ve ‘geçici’ sayılması gereken bir yetki bu. Gündelik ekonomik ve politik kararların ötesinde bir durumdan bahsediyoruz. Darbeyi bırakın, ülke işgal edilse, işgalci gücün kullanmaktan çekineceği bir güç.
Tablodaki illere baktığımızda kararların orman bakımından zengin bölgelerde yoğunlaştığını görüyoruz. Başka bir şey daha görüyoruz. 6 yılda orman sınırı dışına çıkarılan parsellerin yüzde 61’i, 1000 m2’den küçük. Hatta içlerinde 5,8 m2, 8,1 m2 gibi alanlar bulunuyor. Bunun anlamı, şahsileşmiş iktidarın şahıslara özel orman katliamı yapmasıdır, tepeden aşağıya bir suç ortaklığının kurulmasıdır.
***
Ormanların başına gelenler üzerine daha çok şey söylenebilir. Ama bir kez daha vurgulamak gerekir ki, yalnızca vahim bir ağaç katliamıyla karşı karşıya değiliz. Gelecek nesilleri ve toplumsal yaşamın her alanını etkileyecek bir ‘toprak özelleştirmesi’ süreci hızla işliyor.
Ha bire egemenlik hakkından, vatan bütünlüğünden, şehit kanıyla sulanmış coğrafyadan bahsedenler, dönüp elle tutulur, gözle görülür memleket toprağında olup bitene bir baksın. Asıl ‘beka’ sorunu burada yatıyor.