Artık bir soru olmayan cümle: Nasılsın
Diyaloğun yok olduğu bugün, ilişkilerde yüz yüze görüşme herkesin kendisini sesli dinlemesinin bir aracına dönüşüyor. Siyaset de sadece iktidar olanın kendini dinlediği bir alanda karşılık buluyor.
“Nasılsın?” sorusu muhatabına giderek öylesine, merak barındırmayan, yöneltildiği kişiye bir selam vermenin yanında tamamlama unsuru olarak kullanılıyor ne zamandır: “Selam, nasılsın? Görüşelim mi?”, “Selam, nasılsın? Bir konuda fikrini almak istiyorum” vs.
İfade biçimleri çoğaltılabilir elbette. Ancak sorunun ardından gelen ifade soruyu baştan önemsiz, merakı yok eden, devamındaki ifadeye dikkat yönelten, vurguyu başka bir meseleye çeken bir anlama bürünüyor. Soruya muhatap kişi de cevabı baştaki ifadeye değil, asıl konuya, cümlenin devamındaki ifadeye yöneltiyor: “Nasılsın, yarın görüşelim mi?”, “Selam, olur ben yarın uygunum”.
“Nasılsın?” sorusunun kimden geldiği de önem taşıyor. Hiyerarşik bir ilişkiyle iletişim kuruluyorsa ardında muhakkak iş ile ilgili bir ifade ekleniyor cümlenin devamına: “Selam, nasılsın? Raporu tamamlayabildin mi?”, “Selam, evet bugün gönderiyorum”. Uzun zamandır görüşmediğiniz bir arkadaşınızdan geliyorsa muhtemelen bir görüşme yahut bir konuda fikir sormanın girizgahına dönüşüyor. Özetle bir konuya girişin kuralı haline dönüşen soru karşıdakinin “nasılsın” sorusunun cevabını dinlememesiyle çok ilişkili.
Diyaloğun yok olduğu bugün, artık ilişkilerde yüz yüze görüşme herkesin kendisini sesli dinlemesinin bir aracına dönüşüyor. Biriyle görüşmek, kendini dinlemenin bir imkanına evriliyor. Herkesin elindeki sosyal sermayeden başka bir alana yönelmesinin ama o yenilikte ilişkinin doğmamasının sebebi de bu açıdan kendisini başka bir konseptte dinlemek istemesiyle açıklanabilir. Çıkarın maksimize edildiği bu ilişkilenme biçiminde konuşma sırasını eline geçiren süreyi verimli bir şekilde kullanmak için konuyu kendisine getirecek anları düşünüyor. Onaylanmak, alkış almak, kafa sallamak sohbetin başlangıcında masada olan aparatlardan oluyor. Dolayısıyla gerçekten birinin nasıl olduğunu merak etmek, sorunun getirdiği bir yükle konuşulabilir. Bu yükü omuzlamak, onunla ilgilenmek istemediği için soru geçiştiriliyor genelde.
Belli bir yaştan sonra arkadaş edinememenin sancısı da buradan başlıyor. İlk kurulan bir ilişkide, hiyerarşik olmayan bir ilişkide yeni biriyle uzun erimli iletişim sürdürmenin yolu onu başlangıçta dinlemek. Dinlemek aynı zamanda tanımanın tek imkanlı yoludur. Dinlemek istememenin, buna tahammül edememenin getirdiği sonuç: “Bir yerden sonra arkadaş edinemiyor insan”.
Yıllar önce, bir yakınımın taziyesine gittiğimde karşılaştığım “nasılsın” sorusu biraz da bu yazıyı yazmayı olanaklı kıldı. Genç yaşta ölen akrabamın taziyesinde, öğretmen amcamın yıllar sonra karşılaştığı öğrencisiyle diyalogunu burada anmam yerinde olur. Üç gün bir dernekte geçirilen taziyeden sonra eve geçiyoruz. Bir akşam vakti, herkesin koltuklarda bir sıra halinde dizildiği bir odada, amcam başta oturuyor, yanına şimdi eli iş tutan, son görüşmelerinin üstünden belki yirmi yıl geçmiş bir öğrencisi oturuyor. Yan yana ama yüzleri birbirlerine dönük bir pozisyondayken amcama şu soruyu yöneltiyor: “hocam nasılsın?” amcamın da iyiyimler, teşekkür ederimler cevabı sonrası odada bir sessizlik hali hâkim oluyor. Öğrencisi “hocam gerçekten nasılsın” diye soruyor bu kez. Amcam da bir an şaşırarak, “iyiyim, teşekkür ederim, sizler de iyisiniz umarım” diye cevaplıyor. Birkaç dakikalık bir sessizlikten, hepimiz dikkat kesildikten sonra soru değişiyor: “Hocam, gerçekten iyi misin?”.
Gerçekten de bizim hissettiğimiz duygu o an amcamın bizim bilmediğimiz ama öğrencisinin bildiği bir hastalığı yahut sadece öğrencinin bildiği bir bilgiye istinaden soruyu sorduğuydu. Ancak öğrencinin amcamın durumunu gerçekten merak ettiği için soruyu sorduğunu, soruyu başka biçimlerde sorma ihtiyacının meraktan kaynaklandığını yıllar sonra anlayabildim. Öğrencisinin ifadesinde merak vurgulanmış, başka soru biçimleriyle ifade pekiştirilmişti. Amcamın bu soru karşısında verdiği cevap da gerçek değildi. İyi değildi, yeğenini genç yaşta kaybetmiş onun yasıyla nasıl iyi olunabilirse o kadar iyiydi. Bunu konuşacak bir zaman değildi ve “iyiyim”le, “gerçekten iyiyim”le cevap vermişti.
Oysa sadece “nasılsın” sorusunun cevap doğuran, doğurgan bir soru olmayışında çağın getirdiklerinin, özellikle Türkiye’nin haletiruhiyesinin önemli bir payı var. Kimse iyi değil, herkes iyileri oynuyor. Gerçekten iyiler soruyla zaten ilgilenmedikleri için bir açıdan iyiyse, kendini kurtarmışsa da iyi olmayanlar, derdi olanlar, pek çok sorunla karşı karşıya olanlar da soruyu soranın gerçekten bir yanına iyi geleceğini düşünmediği, gerçek cevabın soruyu soranı ondan uzaklaştıracağını düşündüğü için kanıksanmış bir şekilde cevabı geçiştiriyor. Amcamın içinde bulunduğu durumda “iyiyim” dışında verecek bir cevabının olmayışında olduğu gibi.
Karşıdakini dinlememek siyaseten de böyle bir alanda karşılık buluyor. Diyaloğun yok olduğu bir dönemde siyaset sadece iktidar olanın kendini dinlediği bir alanda karşılık buluyor. Konuşmak sesli düşünmenin bir aracına, siyaseten yapılanlar sesli ankete dönüşüyor. Yankı odasında bir ülke. Nasılsın sorusunun cevabının merak unsuru barındırmaması bu siyaset dili ve pratiğiyle yakından ilişkili. Bunu çok önceden gördüğünü düşündüğüm bir şair olarak Edip Cansever’in şiirlerindeki Ruhi Bey de ona “nasılsın” diye soranın sahiciliğine inanmadığı için soruyu kendisine yöneltiyor: “-Ben Ruhi Bey nasılım-/ Mutlusunuz Ruhi Bey”. Cevabı da duymak istediği şekilde kuruyor öznenin kendisi, bireysel ilişkilerde soruyu soranda olduğu gibi. “Nasılsın”, “merhaba”, “selam” demenin bir tamlamasına dönüştüğü için soru işaretiyle kullanılması da anlam ifade etmiyor.
Başlıkta bu yüzden soru işareti yok.