Artık takımın değil, taraftarın oynama zamanı
Türkiye’de yapılan son seçimler, mahalle arasında oynanan ve farazi kaleleri var kabul eden futbol maçlarını aratmaz halde. Tabii aynı masumiyette değil. Attığınız gol, gol sayılmıyor ya da yemediğiniz gol, gol sayılıyor. Güçlü ve ağzı laf yapan takım, durumuna uygun düştüğü ölçüde gol ya da gol değil diyor.
İttifak yasasının gündeme geldiği günden beri, 2019 seçimlerini boykot etme tartışmaları da alevlenmiş oldu. Bu yasanın meclisten geçip, cumhurbaşkanınca onaylanmış olması da boykot tartışmalarının uzunca bir süre gündemde kalacağını gösteriyor.
Farklı gazete ve internet sitelerinde çok sayıda yazar, gazeteci, akademisyen vs. yapılan son değişikliklerle birlikte boykot meselesini ele alıyor, kimi seçimleri boykot etmeli diyor, kimi kesinkes etmemeli diyor.
Boykot her seçim döneminin vazgeçilmez gündemlerindendir haliyle. Bazı seçimlerde etkisi diğer seçimlere göre daha az, daha cılız kalsa da, her dönem bir biçimde adı duyulur, bir alternatif olarak konuşulur.
Seçimler konusunda tavrını net bir biçimde ortaya koyan ve yapılan birçok seçimi boykot eden Türkiye Marksist sol hareketini ve merkez sağı temsil eden siyasi partileri dışarıda tutarsak, diğer pek çok parti yahut oluşumun boykot konusunda kafası karışık. Marksist soldan birçok yapının da yer yer kafasının karıştığı olur ama şimdilik bunu kenarda tutalım.
Boykot her ne kadar seçim meselesi ile birlikte anılıyor olsa ve onunla birlikte gündeme geliyor olsa da toplumun siyasi hayatında her geçen gün anlamını genişletiyor ve derinleştiriyor. Seçimden seçime alınacak bir boykot kararının, değiştirilmek istenen siyasal yapıda bir değişiklik yaratıp yaratmayacağı oldukça tartışmalı. Yapılacak tüm seçimler hakkında alınacak genel bir boykot kararının, değiştirilmek istenen siyasal yapıda bir değişiklik yaratacağını iddia ettiğim sanılmasın. Zira verili durumda en uygun tavrın, verili durumla birlikte enine boyuna değerlendirilerek alınabileceğini herkes bilir.
Boykot, gelinen aşamada, bir işi, bir davranışı yapmama kararı almaktan (1) fazla anlam taşımaktadır bana göre. Yapılmaması istenen o işin yapılmamasını sağlama gayesi ve gayretini de içinde taşır boykot. Eğer öyle değilse bile öyle olmalıdır. Ve hatta belki öyle olmadığı için bu zamana dek onca insan hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bildiği halde sandık başına gitmektedir. Seçim günü evinde oturup, televizyondan seçim sonuçlarını takip etme işi değildir boykot. Bugünden başlayıp, seçimin yapılacağı güne kadar, insanlara seçimlerin gerçek mahiyetini anlatmaktır. Sandığın gerçek misyonunu, tarih boyunca hakların sokaklarda kazandığı birçok hakkı sandıklarda yitirdiklerini en yüksek perdeden duyurmaktır. İstediğini seçip sonucunu beklemeyi değil, istediğini almayı öğütlemektir.
…
Türkiye’nin son birkaç yılda geçirmiş olduğu seçim deneyimleri, tarihsel oy hakkının, seçim güvenliğinin, parlamenter demokrasinin içinin olabildiğine boşaltıldığını, seçim denilen şeyin bir tür merasime dönüştüğünü göstermiştir.
Özellikle 7 Haziran seçimleri ve 16 Nisan referandumu, bu ülkede fazla oy alıp seçimleri kazanmanın dahi seçimleri kazanmak olmadığını açığa çıkarmıştır.
Aşağı yukarı herkes bilir, mahalle arasında oynanan futbol maçlarında, iki taş koyarak belirlenen kaleye gol atmaya çalışılır, taş üstü denilerek, golün sayılmadığı olurdu. Taş üstü demek, taşın bir kale direği olarak farz edilmesi ve topun da bu direkten dönmesi demektir. Normalde top belirli bir yükseklikten hiçbir şeye temas etmeksizin geçer ama taşın varlığını bir kale yüksekliğinde farz eden ve ağzı oldukça laf yapan güçlü takım golü geçersiz sayar. Yahut tam tersi şekilde bu güçlü takım, normalde kale direği olsa direğe çarpacağı açık olan topun kaleye girdiğini dayatır. Yani gol sayar.
Türkiye’de yapılan son seçimler, mahalle arasında oynanan ve farazi kaleleri var kabul eden futbol maçlarını aratmaz halde. Tabii aynı masumiyette değil. Attığınız gol, gol sayılmıyor ya da yemediğiniz gol, gol sayılıyor. Güçlü ve ağzı laf yapan takım, durumuna uygun düştüğü ölçüde gol ya da gol değil diyor. Sonuçlar buna göre belirleniyor.
Yapılan ittifak yasası ve getirilen değişikliklerle de birlikte farazi kale direği farazi olmaktan çıkarılmıyor, kale direğinin faraziliği ve güçlü takımın bu faraziyede son sözü söyleyerek sonucu belirlediği gerçeği yasallaştırılıyor.
Bu durumda yapılacak bir sonraki maçta sahaya çıkıp aslında kazandığı maçı kaybetme ısrarı göstermenin anlamını tartışmak gerekiyor. İnat ve inançla o kaleye o direği dikip, bundan sonraki maçlar için şaibeli gol tartışmalarını ortadan kaldırma çabası göstermeyenlerin, sürekli sahaya çıkma gayretleri takdire şayan. Yazık, olan taraftara oluyor. Her maça “bu maç başka maç, bu kez kanacağız” motivasyonuyla gidiyorlar. Ama tuttukları takım kazandığı maçı finalde elleriyle güçlü takıma veriyor, sahadan da ilk kendisi ayrılıp kaçıyor. Üstelik taraftarın fiili olarak maça müdahalesini de engelliyor. Varlığını borçlu olduğu bir kitleyi, hiçbir şeye saymıyor. Önümüzdeki maçlara bakacağız diyerek, onların duygusunu, öfkesini, hıncını göz ardı ediyor. Ben oynarım, siz seyredersiniz diyor açıkça. Öyle üstten, öyle tepeden… Bu durumda güçlü takımın galibiyet sevinci ukalalığına katlanmak zorunda kalan da yine taraftar oluyor. Çekilir dert değil.
Futbol maçı örneği ile derdimi az buçuk anlattığımı düşündüğüm seçim meselesinde, her seçimi başka seçim diye insanların önüne çıkarıp, insanların bir umut kullandıkları oyun gözlerinin önünde buharlaşmasına müsaade edenler, şimdilerde de “Kazanacağımız seçimleri neden boykot edelim?” (2) diye milleti azarlıyorlar. Sanki kazandıkları seçimleri kaybedip, üstüne aylar sonra kalkıp “aslında biz kazanmıştık” diyen kendileri değilmiş gibi.
Kimler eder kimler etmez, kim ne der ne demez bilemem ama bu ülkenin seçim pratiği göz önüne alındığında, boykot her türden manipülasyona karşı verilecek en güçlü cevaplardan biridir.
Seçim sevdalılarının her seçim için söylediklerini ben de tersinden söylemiş olayım. Evet, bu seçim başka seçim. Çünkü bu bir seçim değil. Bu, sonucu belli olanın, küçük düşürücü bir formalitesi.
Artık takımın değil, taraftarın oynama zamanı…
(1) Türk Dil Kurumu sözlüğü
(2) Kemal Kılıçdaroğlu’nun, gazetecilerin sordukları boykot sorularına verdiği yanıt.
Avukat, İzmir Barosu