ARTİST Sanat Fuarı dönüşümün eşiğinde
ARTİST Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı koordinatörlerinden Ezgi Bakçay, Duvar'a konuştu. Bakçay, yeni arayışları yansıtan bu fuardan kolektif bir ruhun çıkacağını söyledi.
Kültigin Kağan Akbulut kkakbulut@gazeteduvar.com.tr
Tüyap Kitap Fuarı'yla eşzamanlı olarak düzenlenen ARTİST Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı 26'ıncı yılında büyük bir değişimin eşiğinde. Yıllarca kitap alışverişlerinden sonra yorgunlukla "şöyle bir bakılan", sanat dünyası içinde etkisi çok düşük kalan fuar bu sene kolektif bir yapıyla yeni arayışlara giriyor. Eda Yiğit'le birlikte fuarın koordinatörlüğünü yapan Ezgi Bakçay, fuarın bu seneki hedeflerini, Artist'in sanat dünyasındaki yerini ve "Umulmadık Topraklar" temasını anlattı. Aynı zamanda fuarın diğer katılımcılarından da kendi pavyonlarına dair düşüncelerini aldık.
Daha önceki Artist Fuarıyla olan bağlantınız neydi?
Daha önce Karşı Sanat dolayısıyla bir bağlantımız vardı. Geçen sene kadın arkadaşlarla birlikte Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar sergisiyle mekanın fiziksel kullanımına dair fikirler gerçekleştirmiştik. Zaten çocukluğumuzdan bu yana gittiğimiz, şehir içindeyken daha aktif, Beylikdüzü'ne taşındıktan sonra da mutlaka bir gün gidip gördüğümüz bir etkinlikti.
Tüyap'ın olanaklarını ve kültür alanındaki önemini bildiğimiz için bir grup insan olarak acaba nasıl olabilir, neler yapabiliriz diye fikir yürüttük, bu yapının gelişmesi için nasıl bir katkı koyabiliriz diye bir proje sunduk Tüyap yönetimine. Söylediğimiz şey de şuydu, burası korunması ve emek verilmesi gereken bir alan. Mekanın fiziksel olanaklarından yararlanarak, yeni bir dokunuşla daha da cazip hale getirebilir miyiz diye konuştuk.
En ufak bir düşünsel sınırlama, yönlendirme gerçekleşmeden Tüyap yönetimi de kabul etti. Geniş bir düşünsel özgürlük alanı sundular. Süreç boyunca da yardımlarını esirgemediler. Ekonomik ve lojistik olarak işimizi kolaylaştırdılar. Süreç boyunca Tüyap yönetiminin ve çalışanlarının sonsuz iyi niyetiyle karşılaştık. bu da şimdiki dönem Türkiye sanat alanında büyük bir lüks.
Geçen senelerdeki organizasyonlarla bu seneki arasında nasıl bir fark olacak?
Geçen yıllardan farklı olarak, parçalardan oluşan bir bütün, farklılıklardan çokluk oluşturan bir yapı önerdik. Küratörler, inisiyatifler, sanatçı grupları, galeriler, toplumsal hareketler var. Sergiler, performanslar, müzik, workshoplarla birlikte bir karşılaşma alanı, bir tartışma alanı ortaya çıkıyor.
Bu senenin teması olan Umulmadık Topraklar kavramını biraz açıklar mısınız? Neye işaret ediyor?
Son yılların en yakıcı konusu olan göçe yaklaşımın bir parça Avrupa merkezli olduğunu düşünüyorum. Göçmenler, mülteciler hayatımızda bir kategori olarak var ve sanatçılar da bunu konu ediniyorlar, gibi bir algı var. Ancak hangimiz mülteci değiliz ki? Türkiye gibi bir coğrafyada kim "buraya ait"im diyebiliyor ki? Ayaklarımızın altından o güvenli toprakların çekildiği bir yerdeyiz.
Bugünlerde daha da güçlenerek bir çeşit kaybolma duygusuna sahip olduğumuzu düşünüyorum. Bu hukuksuzluk anlamına da geliyor, ideallerin ortadan kalkması da, ütopyaların yıkılması da... Bu bir tufansa tufandan sonra da hayatımızı sürdürmeliyiz. Ancak bunu nasıl yapacağız?
Buradan itibaren bizim yaşamaya devam etmemiz gerekiyor. Burada müthiş bir umut var, ucunda ışık var demeden, bütün bu karamsarlığın içinden nasıl bir örgütlenme çıkaracağız düşüncesiyle yola çıktık. Bundan daha kötüsü olamazdı, ancak umulmadık bir gelecek tahayyülü de ancak buradan çıkar.
E-skop'taki yazınızda hepimizin mülteci olduğuna dair bir yorum yaptığınızı düşünüyorum. Bunu nasıl açarsınız?
Şöyle düşünelim, bir gün var mı ki keşke başka bir yerde olsaydım demediğimiz, burada barış içinde yaşayıp yaşayamayacağımızı endişe etmediğimiz, kendi varlığımızı sürdürüp sürdüremediğimizi merak etmediğimiz? Bu zihinsel bir sürgün halidir. Bütün çabamıza, arzumuza, mücadelemize karşın şu an evimdeyim duygusunu yaşatmayan bir şiddet ortamı var. Burada doğdum ve burada ölmek istiyorum cümlesini söyleyebileceğimiz aidiyet duygusunu yitirdiğimizi düşünüyorum. Bu, çıkış noktamızdı. Aynı zamanda bu bedene dair bir aidiyetsizlik de olabilir. Her gün kendisinden göç etmiş olarak yaşayan, toplumsal olarak kendi bedeninde yaşamasına izin verilmeyenlerin sürgününden de söz edebiliriz. Kaçmak, sürgün edilmek bambaşka bir realite. Bu, sadece mülteciler ve onlara karşı nasıl tavır alacağını bilemeyen iyi niyetli Avrupalılar tartışmasından çok daha ötede bir şey, hele bir de Türkiye gibi bir yerde yaşıyorsak.
Farklı kurumların katkı koyduğu kolektif bir yapı kurmuşsunuz. Neden böyle bir çalışma yapmayı tercih ettiniz? Ve nasıl bir etkisi olacak?
Açıkçası bizim şu an ihtiyacımız olan tek şey bu. Birbirimize sahip çıkmak, birbirimizi güçlendirmek, birbirimize imkanlar yaratmak, düşünsel anlamında birbirimizi beslemek, üretim anlamında alanlar açabilmek. Bunun dışında bir kişinin tek başına fikrini ifade edeceği bir şeydense bu tür bir kolektivitenin ihtiyaç duyduğumuz heyecanı yaratabileceğini düşündük.
Burası bir karşılaşma alanı olacak. Belki buradan yeni ortaklıklar, düşünsel projeler üreyecek, belki tartışmalar çıkacak. Sadece sözle de değil. Bu tür bir işi birlikte kotarmanın, örneğin standı kurmanın, işleri asmanın, yan yana çalışmanın, fiziksel emeğin, başka bir enerji yaratacağını düşünüyorum. Birlikte şimdi ne yapabiliriz düşüncesini oluşturmak temel amacımız.
Geçen hafta Contemporary İstanbul fuarı gerçekleştirildi, bir yandan da bienaller, galeriler çalışmalarına devam ediyor. Sizce Türkiye'deki sanat ortamı içinde bu seneki Artist nasıl bir yerde duracak?
Bir sanat fuarı içindeyiz ama bu bir fuarcılık değil, bir sergiler bütünü. Ticari bir fuar olarak görmüyoruz. Bağımsız, sanat eserinin piyasayla olan ilişkisini merkeze almayan, daha tartışma odaklı bir yaklaşım benimsiyoruz. Umulmadık Topraklar bunun yansıması zaten. Yoksa bu kadar büyük bir alanın bilabedel verilmesi bir niyetin ifadesi zaten. Contemporary İstanbul'a inisiyatif olarak katılmak bile belli bir ekonomik güç gerektiriyor. Ama burada ekonomik olarak hiçbir gücü olmayan ama fikri olan gruplar, çok genç yaştaki sanatçılar da kendilerine alan ve destek buldular. Bir galeride ya da ticari hedefleri olan bir fuarda bulunması imkansız bir fiziksel mekan ve kamusal alan deneyimine erişme şansları oldu. Bu zaten temel bir ayrımı gösteriyor. Genel olarak bakarsak, kolektivite, dayanışma, sanata karşılıksız destek, yatay örgütlenme ve farklı fikirlerin yan yanalığı temel ayrımımız.
Sanat ortamı ekonomik koşullara bağlı olarak daha rekabetçi bir yer haline geldi. Bu rekabet sert bir mücadeleye, birbirini acıtmaya da dönüşebiliyor zaman zaman. Bunların hepsi zaten bildiğimiz şeyler. Politik olarak görünmez bir sansür ve otosansür var. Direkt olarak sansür görmüyoruz her zaman ama kurumlar daha baştan riskli gördükleri işleri almıyorlar. Bizim yapımızda bu tür bir süreç işlemedi.
Bir de lojistik olarak soracağım. Artist genelde kitap alışverişinden sonra yorgunlukla gidilen ve çok bakılmayan bir alan. İzleyiciyle nasıl bir ilişki kuracaksınız? Beylikdüzü gibi sanat alanının dışında bir yerde konumlanmak hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben gidilmediğine katılmıyorum. 1 milyon kişi geliyor fuara, kitap fuarına geliyor, doğru. Ancak kendi deneyimlerimden bakarsam, son yıllarda sanat fuarının da bu kitleyle karşılaştığını gördüm.
Ancak şu da var İstanbul Beyoğlu'ndan ibaret değil. Bizim önerdiğimiz şey merkez ve periferi ilişkisine dair de bir şeyler soruyor. Kitap fuarına gelmiş bir lise öğrencisi, sanat alanının herhangi bir faktöründen daha mı önemsiz? Sanat alanı son derece içe kapalı. Tüyap'taki üretim, bu kapalılığın sorgulanması anlamına da geliyor. Beylikdüzü'nün kendi etrafında ne kadar büyük bir nüfus yoğunluğu oluşturduğunu düşünün. Merkez çevre ilişkisine bağlı hiyerarşik ayrımları aşmak için bu da bir fırsat. Hayatla karşılaşmayı arzu eden bir sanatçı için işte size kamusal alan.
Bu fuardan ne çıkacak? Ve gelecek senelere ne devredecek sizce?
Bence kolektif bir ruh çıkacak. Birlikte yorulacağız, birlikte çalışmanın, düşünmenin özlenen hazzını tadacağız. Böyle korkunç bir dönemde yaşama üretimle sarılmanın, direncimizi arttıracağına inanıyorum.
Hayal Pavyonu - Leman Sevda Darıcıoğlu
Yekhan Pınarlıgil ve Murat Alat'la bir özgürlük alanı yaratma arzusuyla çıktığımız yol bizi Hayal Pavyonu'na getirdi. Buraların norm dışı beden ve cinsellik tarihlerinden, kültürlerinden beslendik, bedeni ve arzuyu bir coğrafya olarak ele alıp “umulmayan”a normla ilişkisi üzerinden yaklaşmaya, normun ötesinde bir yaşamı, bedeni, arzuyu görünür kılacak şekilde kurgulamaya çalıştık. Hayal Pavyonu hazırlık süreci boyunca her katılımcıyla beraber şekil almış, 30 civarında kişiyi barındıran kolektif bir mekan, hayallerimizi, ütopyalarımızı koyduğumuz bir yer; plastik sanatlardan performans sanatlarına, hatta film gösterimlerine yayılan bir deryada, ardından duygulara, arzulara, bedene dair sorular bırakmak isteyen hem tarihten, hem bugünden, hem gelecekten bir hayal-et.
Sürgün Gezegenleri - Rafet Arslan
Artist 2016'da "Sürgün Gezegenleri" başlıklı sergiyi, farklı disiplin ve kuşaklardan 16 sanatçı arkadaşımın katılımıyla düzenliyorum. Sürgün Gezegenleri şair Arthur Rimbaud'dan yola çıkarak bu günün distopik gerçekliği içinde dünyaya atılmışlık, gönüllü sürgünlük, aidiyetsizlik ve hiçbiryerde olmanın "öznellik" hallerine odaklanıyor. Öznel varoluşun altını çizen bu sergiyi fuarın tümünden ayırmak bana daha doğru geldi ve bu yüzden sergiyi bir çadırın içerisinde yerleştirdik. Bağımsız, düş gücüne açık ve şiirsel bir sergi izleyiciyi bekliyor.
Yol - Zeki Coşkun
Küratörlüğünü üstlendiğim Yol sergisinde sekiz sanatçının işleri yer alıyor. Serginin ana temasını belirlerken John Berger bize rehberlik etti. "Yeni sömürgecilik" olarak nitelediği 1960-70'lerdeki Avrupa'ya işçi göçünü konu ettiği Yedinci Adam'dan, yine onun "ekonomik faşizm" dediği dünya sisteminin yarattığı ekonomik-siyasal zorunlu göçlere uzanan yazılarını, çalışmalarını inceledik. Yollarımızın sıkça ve fazlasıyla kesiştiği çıktı ortaya. Sergide yer alan Üç Şehir, Üç Yolcu bu kesişmeyi, yol arkadaşlığını ortaya koyuyor. Rehberliğine ve emeğine saygı için bir Berger videosu hazırladık: Yerinden Edilenler. Fuar'ın son günü 20 Kasım'da Berger'la Yolculuk başlıklı söyleşiyle 90'ıncı yaşına buradan selam göndereceğiz.
Coğrafya Kader Olmamalı - Barış Seyitvan
Sergimizde Süleymaniye, Diyarbakır, Batman, Mardin, İran gibi Kürt coğrafyasının farklı bölgelerinden 13 sanatçı var. Karşı Sanat'ta daha önce yaptığımız Yeryüzünün Sırları sergisiyle başlayan bir çalışmamız var. Artist sergisi de bu noktada bizi destekleyen bir sergi oldu. Son dönemde bölgede yaşanan baskı ve savaş durumu üzerine konuştuk, sergide de bu alandaki üretimleri göreceğiz. Coğrafya Kader Olmamalı sergisi, bunca savaşın gölgesinde, ölümlerin, kıyımların olduğu, kentlerin yerle bir edildiği bir coğrafyada ne yapılmalı ve nasıl direnilmeli, hayata nasıl tutunmalı veya nasıl yaşamalı, bunca parçalanmışlık içerisinde nasıl toparlanılabilir ya da bu mümkün mü sorularını soruyor.