Arzu Okay: Sinema tarihini değiştiren kırmızı ayakkabı

Birçoğumuzun çocukluktan yeni çıktığı yaşta, 23 yaşında ticarete atılıp, bu kurtlar sofrasında da Yeşilçam’da olduğu gibi ayakta kalmayı becerdi. Çok para kazandı, birden çok kez iflas etti, kendini baştan yarattı, Paris’te bir hayat kurdu, annesiyle gurur duyan bir kız çocuk büyüttü, gençliğinde olduğu gibi okumayı, yazmayı, ötekileştirilenlerle dayanışmayı hiç bırakmadı.

Funda Şenol fsenol@gazeteduvar.com.tr

Ünlülerle tanışayım, kitaplar imzalatayım derdinde biri olmadım hiç. Fakat sinema dünyasından birkaç kişiyi daha yakından tanımak isterdim. Bunlardan biri rahmetli Lütfi Akad’dı. Zaten filmleriyle parıldıyordu ama anılarını okuyunca “başka”, bilge bir adam olduğuna emin oldum. Işıkla Karanlık Arasında başlıklı o tadına doyulmaz, sosyal, kültürel tarihe katkı niteliğindeki anı kitabını hararetle tavsiye ederim size de. Tanışmak istediğim bir başka ünlü de Arzu Okay’dı. Kısacık sinema tecrübesinin ardından iş hayatına atılıp Fransa’ya yerleştikten sonra kendisiyle yapılan söyleşilerde, hakkındaki söylenceyi darmaduman eden tavizsiz duruşunu, hayatının dizginlerini elden bırakmayışını, politik ve ahlaki tavrını o ufak tefek ipuçlarını takip ederek hayranlıkla izledim hep. Yakın zamanda İletişim Yayınları’ndan onunla yapılmış uzun bir söyleşi kitabı çıktı: “Keşke”siz Bir Kadın. 2019’da Paris’te başlayıp Foça ve İstanbul’da süren bu söyleşileri, zamanında çok iyi bir gazeteci olan Türey Köse yapmış. Türey’le Arzu ortak arkadaşları aracılığıyla tanışıp söyleşilere başladıktan sonra çok iyi arkadaş olmuşlar. Türey, Paris’te Arzu’nun kapısı herkese açık evinde kalmış, arkadaş evlerinde buluşup sofralar kurmuşlar, kafelerde oturmuş, yürüyüşler yapmışlar. Arzu’nun kendini Türey’e açması için bir altyapı hazırlamışlar deyim yerindeyse. Onca nehir söyleşi okudum. Eğer iki kadın söyleşiyorsa, biri diğerine galebe çalmıyor. Onun yerine ortak hikayeler, duygudaşlıklar, dertler, dermanlar ve çoğunlukla empati duygusu beliriyor sayfalarda. “Keşke”siz Bir Kadın da böyle bir kitap.

15 yaşından 23 yaşına kadar, hepi topu 7-8 yıl filmlerde rol almış, kısa süre de sahneye çıkmış Arzu Okay bu kariyerin sadece iki yılında, hayatını idame ettirebilmek için seks komedilerinde oynamış. Buna rağmen birkaç kuşağın zihnindeki Arzu Okay imgesi o filmlerden basına da yansıyan karelerden müteşekkil.

Arzu’nun hikayesi hepimizinki gibi başlıyor. 10 aylıkken babası evi terk edene kadar da öyle sürüyor. Dikkat çekici bir güzelliği olan Arzu’nun annesi, Yeşilçam’ın altın çağı olan altmışlarda çok yaygın olan güzellik ve artist yarışmalarına kızının fotoğraflarını gönderiyor. Arzu’nun deyimiyle, evlenip boşanarak hayatını idame ettirmeye çalışan anne, birçok film ve sahne yıldızının, şarkıcının serüveninde karşımıza çıkan bir figür aslında. Ailenin geçimini sağlayabilecek bir erkeğin yokluğu ailenin kadınlarına özgürlük alanı açıyor ama yoksulluğu ve çevresel tehditleri de beraberinde getiriyor. Anneler de alımlı kızlarının kariyerini hayatta kalmak için bir yol olarak görüyorlar. Ailenin tek çocuğu olan Arzu geçim kapılarını tek başına zorlamak durumunda kalıyor. Babasıyla ilk kez 17 yaşında karşılaşıyor ama ilişkilerinin hale yola girmesi için onun da 27 yaşına girmesi gerekiyor. O zamana kadar Arzu’ya “tavlada herkesi yenmeyi” ve hayatla baş etmeyi başka erkekler ve kadınlar öğretecektir.

 

Bir güzellik yarışmasıyla sinema sektörüne giren Arzu 15 yaşındadır. Dönemin yıldız oyuncularıyla birlikte zaman geçirdikleri film setlerinde çoğunlukla bir kız çocuğu muamelesi görür. Belki de yaşı ve çocuksu karakteri onun için koruma kalkanı olmuştur o yıllarda. Nitekim kendisi de seks filmlerinde oynamasına rağmen hiçbir zaman vamp bir karakter olmadığını söyler. Bu kadar erken yaşta hayata atılan ve kurtlar sofrasında hayatta kalabilen genç bir kadın olarak Arzu, çok hesap kitap yapmadan anne evinden de ayrılır. Henüz 17 yaşındadır Topağacı’ndaki o çıplak daireye taşındığında. Zamanla zaruri eşyalarla döşenir, komşulukla ısınır ev. “O apartman büyüttü beni” der Arzu.

Bu başına buyruk ve erken büyümüş genç kadın, yetmişlerde Yeşilçam’ın rengi solmaya başladığında ve batıdaki seks filmleri furyasına teslim olduğunda bir yol ayrımındadır artık. Evde mercimek var fakat kıyma yoktur. Faturalar ödenmeyi bekler. Elektrik faturası ödemeye gittiği bir gün, tek ayakkabısını ayağına geçirip çıkar. Apartman topuklu kırmızı bir ayakkabıdır bu. Faturayı ödeyecek parası çıkışmayıp eve dönüş yoluna geçtiğinde topuğu kırılır ve sekerek teptiği o yol ve o kırmızı ayakkabı hem onun kaderini, hem de kendi esprili üslubuyla dile getirdiği gibi “Türk sinema tarihini değiştirir.” O zamana kadar inatla geri çevirdiği seks komedilerinde oynama tekliflerini kabul etmeye karar verir.

Loş sinema salonlarında sıklıkla araya yabancı porno filmlerden parçalar yerleştirilerek gösterilen ve bu yüzden “yerli porno” diye anılan bu filmler, çoğu birbiriyle arkadaş olan geçim derdindeki oyuncuların dayanışmasıyla kazasız belasız kotarılmaya çalışılmaktadır. Çekimlerde, erkek oyuncuların da kadınlar kadar tedirgin olduklarını, zorlandıklarını anlatır Arzu. İç çamaşırlarını çıplakmış hissi yaratacak şekilde vücutlarına bantladıklarını, kalabalık bir set ekibi ve bir ışık patlaması eşliğinde sahneleri ardı ardına çekip bitirmeye çalıştıklarını hatırlar. Bu tatlı rol arkadaşlarının çoğu da “çirkin”dir Arzu’nun ifadesiyle. Bu çirkinlik hikayeleri komikleştirirken seyircinin oyuncularla özdeşlik kurmasını kolaylaştırır. “Bu adam bu kadınla birlikte olabiliyorsa, ben de böyle biriyle olabilirim” diye düşündürür onlara. Nitekim, sevdalı ve arzulu hayran mektupları bunu göstermektedir.

O dönemde hem arkadaş, hem de rol arkadaşı olduğu ve sektörde kalan bazı erkek oyuncuların kariyerlerinin bu kısmını kesip çıkarmalarına şaşırmaktadır Arzu. Yetmişler’in faturası kadın oyunculara kesilmekte, onların bu geçmiş tecrübeden mahcubiyet duymaları beklenmektedir. Arzu bu dayatmayı reddeder. Bu filmleri de diğerleri gibi hayatını kazanmak için çevirmiştir. Hiç de pişman değildir. Ama anladığım kadarıyla şu da içinde bir yaradır: Yıllarca her gittiği mekânda kimseyle göz göze gelmemek için hep duvara karşı oturmuştur. Ona hep filmlerde gördükleri Arzu olarak bakan gözlerden kaçmak için… O günden bugüne “kimsenin kafasındaki Arzu ile uyuşamamıştır.” 23 yaşında terk ettiği film setleri, dijital çağda yakasına yapışmış gibidir: “Yeni biriyle tanışıyorum, internetten bana bakıyor hemen, eski fotoğraflarımı arıyor. Garip geliyor bana; onlar beni görmüyorlar, onlar Arzu Okay’ı görüyorlar.” Söyleşilerinden birinde Türey’i Nişantaşı’ndaki evine davet eder ve “işte Arzu’nun yatak odası” diyerek yatak odasına götürür. Yatağın altındaki bazada Arzu’nun film setlerinden, gazino sahnelerinden fotoğrafları, afişler, gazete kupürleri yığılıdır. Duvarlara asılmak, büfe üzerine yerleştirilmek yerine bir yatak bazasına tıkıştırılmış anılar, Arzu’nun sinema geçmişiyle ilişkisini özetler bana göre. Kurucu işlevi inkar edilmeyen fakat hayatın merkezine yerleştirilmeyen bir hayat tecrübesi.

Duygu Asena bu erkeklerin ipliğini pazara çıkarmıştı Kadınca Dergisi’nde.
"Keşke"siz Bir Kadın Arzu Okay, Söyleşi: Türey Köse, 125 sf, İletişim Yayınları, Kasım 2021.

“Vazgeçtiklerim beni anlatır. Diretmeyi bilmek kadar, vazgeçmeyi de bilmek gerekir. Her yanılgıda da bir keyif vardır” diyen Arzu, film setlerini ve o dönemin gazino furyasında çıkmaya başladığı sahneyi bir Anadolu turnesinde ani bir kararla bırakır. Gerilim ve yılgınlıkla yaşanan Yetmişler atmosferinde aklını kaybedeceğinden korkar. Bir gece sahnede dönemin popüler şarkısının sözlerini karıştırıp “Şu dünyadaki en mutlu kişi kendini sevendir” biçiminde söyledikten sonra bir şeylerin ters gittiğini idrak eder. Mikrofonu usulca yere bırakıp belirsizliklerle dolu bir hayatın içine hep olduğu gibi cesurca dalar. Bundan sonra kendisini daha çok seveceğinin ve özen göstereceğinin işaretidir bu dil sürçmesi sanki.

Sakin ve dost canlısı bir kadın olarak bilinen Arzu, kitap çıktıktan sonra yaptığımız kısa görüşmede en çok zekasıyla alay edilmesine kızdığını söyledi bana. Çünkü, birçoğumuzun çocukluktan yeni çıktığı yaşta, 23 yaşında ticarete atılıp, bu kurtlar sofrasında da Yeşilçam’da olduğu gibi ayakta kalmayı becerdi. Çok para kazandı, birden çok kez iflas etti, kendini baştan yarattı, Paris’te bir hayat kurdu, annesiyle gurur duyan bir kız çocuk büyüttü, gençliğinde olduğu gibi okumayı, yazmayı, ötekileştirilenlerle dayanışmayı hiç bırakmadı.

Tüm yazılarını göster